İçeriğe geç
Anasayfa » Kibir Hamâkat Eseridir* – (Mehmed Vehbi Efendi)

Kibir Hamâkat Eseridir* – (Mehmed Vehbi Efendi)

Vacip Teâlâ, ahlâk-ı zemîmenin başlıcası olan kibri nehyetmek üzere buyuruyor:

Sen arz üzerinde kemâl-i sürûr ve kibirle yürüme. Zira sen kibirlerinle arzı delemez ve uzunlukta hiç bir dağa baliğ olamazsın. Şu nehyolunan şeylerin her birinin günahı Rabbin Teâlâ indinde mekruhtur (hoş görülmeyen şeylerdir).[1]

Yani; ey tekâlif-i ilâhiyeyle mükellef olan insan! Sen kemâl-i gurur ve sürûrla kibrederek yeryüzünde yürüme. Zira sen ne kadar şiddetli ve sert basarak yürürsen arzı yırtamaz ve ayaklarınla yeri delemezsin. Çünkü arz; insanlara tevazu üzere hazırlanmış olduğu halde sen ne kadar kibredip kendini beğensen, başkalarına fahr u gurur yapsan, ayaklarınla arzı delecek kadar bir kudrete mâlik değilsin. Şu halde kibredecek sende ne gibi bir kuvvet var ki kibredersin? Sen ne kadar uzun olsan dağlar kadar uzun olup dağlara vasıl olamayacağından ne kadar kibretsen ve kendini ne kadar büyük farz etsen dağlara müsavi olamazsın. Binaenaleyh; yürürken kibrederek yürüme. Zira kibir ve gururuna bir sebep yoktur. İşte şu sûrenin bidâyesinden beri nehyolunan şeylerin cümlesinin günahı Rabbin Teâlâ indinde mebğûz oldu ki ayrı ayrı her birinden nehyetmiştir. Çünkü her birerlerinde insan için büyük mazarratlar vardır.

Beyzâvî’nin beyanı veçhile bu âyette Cenâb-ı Hakk, insanda kibrin hamâkat eseri olduğuna işaret etmiştir. Çünkü insanın ayağının altında zelil olan toprağa bir tesir yapamadığı gibi üzerinde olan yüksek dağlara ulaşamadığını beyan etmek; “Bu ikisi arasında mahsur ve zayıf bir mahlûk olduğun halde kibretmeye kendinde ne gibi liyâkat görüyorsun ki kibredersin?” demektir. Zira sen toprağı delmeye ve dağa ulaşmaya muktedir olamayınca kendinde olan zıll u meskeneti düşünüp tevazu etmen lâzımken bilâkis kibr u gururun nereden geldi? Şu halde arz üzerinde kibrederek yürüme. Zira Allah’ın nehyettiği şeylerin hepsi kötüdür. Binaenaleyh; kibretmeye liyâkatin de yoktur.

*  Mehmed Vehbi Efendi’nin Hülâsatü’l-Beyan isimli eserinden ihtisar edilmiştir.

[1] İsrâ, 17/37-38.