İçeriğe geç
Anasayfa » KİŞİLİK VE DİNDARLIK ARASINDAKİ AYRILMAZ BAĞ

KİŞİLİK VE DİNDARLIK ARASINDAKİ AYRILMAZ BAĞ

İnsanın bir İlah’a inanma arzusu ile dünyaya geldiği yönündeki tartışmalar, inanma arzusu üzerinde fıtratın önemine işaret etmektedir. Geçmişten günümüze toplumların dine yönelik tutumlarına bakıldığında, insan fıtratında mahfuz bulunan bir “dindarlaşma” potansiyeli net bir şekilde görülmektedir. Günümüzde psikanalistlerden gelişim psikologlarına kadar birçok uzman, dindarlığın en azından bazı boyutlarının genetik olduğu yönünde hemfikirdir.  Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili olarak“O halde sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar[1]buyrularak insanın özellikle bir dine inanma yönündeki kabiliyeti üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in x “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne-babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusî yapar[2] şeklinde sözleri, aynı gerçekliğe işaret etmektedir. 

Dinin insandaki yansıması şeklinde ifade edebileceğimiz dindarlık, tüm tutum ve davranışlarımızda etkili olan, psiko-sosyal yaşamımızın en kılcal damarlarına kadar ulaşan, inanan insanlara sürekli bir farkındalık hali kazandıran önemli bir motivasyon kaynağıdır. Dindarlık, en başta sorumluluk duygusu ekseninde bireyin iç dünyasında neşvünemâ bulan bir olgudur. Dindarlık, inananların suretinde, kılık-kıyafetinde, tutum ve davranışlarında bazı işaretler barındırsa da diğer insanlar tarafından fark edilmesi aslında o kadar da kolay değildir. Fakat şunu bilmek gerekir ki dindarlık, en fazla kişilik özellikleri üzerinden diğer insanlara yansımaktadır. Bu bakımdan dindarlık, toplum içerisinde bir kişilik formunda karşımıza çıkmaktadır. Kendimizi ne kadar dindar hissetsek de insanlar kişiliğimizden başka bir şey göremez. Diğer taraftan kişiliğimizde mevcut bulunan problemler, dinî gelişim üzerinde engel teşkil edebilir. Bu bağlamda dindarlık ve kişilik arasında sıkı bir ilişki olduğu, bu unsurların birbirini beslediği; birbirlerinden güç alarak kök saldıkları ifade edilebilir. Peki değişmesi zor ve meşakkatli olan bu iki olgunun arzu edilen şekilde güçlenmesi, birlikte yol alması nasıl mümkündür?

Kişilik genellikle, “bireyin kendine özgü olan, farklı durumlarda ve zaman içerisinde kalıcı olan duygu, düşünce ve davranış örüntüsü” şeklinde tanımlanmaktadır. Kişilik tanımlarında vurgulanan iki temel nokta vardır ki bunlardan bir tanesi kişiliğin, insanı diğerlerinden ayırması, diğeri ise tutarlılık ve süreklilik arz etmesidir. Kişilik, değişime dirençli bir yapı görünümündedir. Kişinin hayata bakışını belirleyen, çeşitli davranış ve tutumları üzerinde etkili, önemli bir güç olarak kişilik, insanın psiko-sosyal hayatı üzerinde belirleyici bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Dindarlık-kişilik ilişkisi bağlamında ise kişilik özellikleri, inanan insanların dindarlık yaşantıları üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Bu konuda Hz. Ömer’in kişilik özelliklerinin İslam’dan önce ve sonraki seyri örnek verilebilir.

Kişiliğin inşasına katkı sağlayan çevresel ve psikolojik faktörlerden biri de hiç şüphesiz “din”dir. Psikolojik düzlemde din, insanların kişiliğine nüfuz ederek bütün tutum ve davranışlarına yön veren önemli bir güç kaynağıdır. Hayatı çepeçevre saran bir unsur olarak din, merkezî bir kuvvet olarak inanan insanın hayatında yer edindiğinde artık psiko-sosyal yaşamın tamamında aktif bir güç olarak varlığını hissettirmektedir. Dinî tutumların fertlerin yaşamında merkezîleşmesi, her an açık bir şuur ile kâinat üzerinde hareket etmeyi mümkün kılmaktadır. Bu şekilde her an gelişme kaydeden din, olgunlaşma seviyesine ulaşmakta ve kişiliği oluşturan bütün faktörleri kuşatarak onlara üstünlük sağlamaktadır. Artık bu noktadan sonra dinî kişilikten bahsetmek mümkün gözükmektedir.[3]

Kişilik ve dindarlık arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Kişilikte meydana gelen bir problem dindarlığa ya da dindarlık ile ilgili bir problem kişiliğe yönelik bir tehdit oluşturabilmektedir. İnsanların günlük yaşam içerisinde de sıklıkla bu iki olgu üzerinden karşılaştırma yaptıkları görülür. Ticaretine hile karıştıran fakat ezanla birlikte caminin yolunu tutan ya da dindar bir görünüm sergilemesine rağmen insanlara karşı bencil, merhametsiz ve acımasız olan insanlar sürekli toplum tarafından kınanır. Bu örnekler aslında dindarlık ve kişilik arasındaki sıkı ilişkiye işaret etmektedir. İdeal bir dindarlık biçiminde din, merkezî bir tutum olarak kişiliğin tüm yönlerini kuşatarak bütünleşik bir yapı sergiler. Yani kendisini dindar olarak algılayan bir kimsenin, kişiliğini İslam’ın emir ve nehiyleri ekseninde şekillendirmesi kaçınılmazdır. Aksi takdirde bireysel ve toplumsal düzlemde sağlıklı bir dindarlıktan bahsetmemiz mümkün değildir.

Dinî gelişim bir bütün olarak hareket eden dinamik bir seyir takip etmektedir. Gelişimin bir bütün olarak ilerlemesi, bu süreçte kişilik gelişimi dahil birçok faktörü önemli kılmaktadır. Bu alanlardan herhangi birinde meydana gelen sorunların, diğer gelişim alanları üzerinde de aksamalara sebebiyet vermesi kaçınılmazdır. Yani kişilikte mevcut problemler, dindarlığın kalitesi üzerinde belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Nasıl ki tohum, ancak uygun hava ve toprak koşullarında sağlıklı gelişip olgunlaşabiliyorsa, sağlam kişilikler üzerinde de ideal bir dindarlık seyri söz konusu olabilmektedir. İslam’a girmeden önce cahiliye devrinin kötü işlerinden kendisini uzak tutan, doğru sözlü ve iyi mizaçlı olarak tanınan, güzel komşuluğu ve arkadaşlığındaki vefası ile öne çıkan bir kişilik olarak Hz. Ebu Bekir T, İslam’dan sonra da Rasûlullah’ın dostu olma şerefine nail olarak sahip olduğu hasletleri İslam dini ile bütünleştirmiş mümtaz bir kişilik örneğidir. Buradan hareketle kişiliğin dindarlık için uygun bir zemin sunması gerektiği ifade edilebilir. Olgun kişiliklerde dinin daha sağlam temeller üzerinde şekillendiği görülmektedir. Örneğin narsist bir kişiliğin dindarlığı, muhtemelen din hakkında temelsiz tasavvurlar ve öznel yorumlamalardan ibaret olacaktır. Bu kimse etrafındaki insanların dindarlıklarına burun ucuyla bakacak ve kendisinden başka hiç kimseyi beğenmeyecektir. Böyle bir dindarlık biçimi, kişinin kendisini bulunduğu grup içerisinde çok önemli biri olarak algılamaya kadar gidebilir. Kendisini mehdi ya da peygamber ilan eden kişilik tipleri, söz konusu ilişki bağlamında değerlendirilmeye müsaittir. Fakat dindarlığın merkezî bir tutum olarak kişiliğe nüfuz etmesi durumunda kişilik üzerindeki problemli alanlar törpülenebilir. Narsist kişilik örneği üzerinden devam edilecek olursa dini, iç güdümlü bir şekilde hayatına yansıtan bir kişiliğin nihayetinde alçakgönüllü, diğergam ve prososyal bir kişiliğe dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda kişilik-dindarlık arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu; bu iki gücün birlikte hareket ettiği görülmektedir. Bu iki gücün sağlıklı gelişimi için bir yandan kişilik, dindarlık tarafından beslenerek İslam’ın arzu ettiği ideal insana yaklaşmaya çalışmalı; diğer yandan dindarlık, kişilikte mevcut bulunan problemli alanları törpülemelidir. Ancak bu şekilde kişilik ile dindarlık uyumlu bir görünüm arz edecektir. Aksi takdirde inanan insanların psiko-sosyal yaşam içerisinde uyumlu bir şekilde hareket etmeleri, ümmet fikri etrafında birleşmeleri, gelecek nesillere ideal bir toplumsal yaşam sunmaları mümkün değildir.


* Dr. Öğr. Üyesi, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Rum, 30/30.

[2] Buhârî, Cenâiz, 79,80,93; Müslim, Kader, 6.

[3] Karaca, Faruk (2015), Din Psikolojisi, Eser Ofset Matbaacılık, Trabzon.