İçeriğe geç

KURBANLA KURBİYET

Rabbimiz Allah Teâlâ’nın, her nerede olursak olalım biz kullarıyla beraber olduğu hatta her birimize şah damarımızdan bile daha yakın bulunduğu Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça ifade edilmektedir.[1]

Ama biz kulları açısından değerlendirildiğinde bu “yakınlık” için “her birimiz” kelimesini kullanmak çok da mümkün gözükmüyor maalesef. Zaten içerisinde bulunduğumuz dünya hayatı da bu yakınlığın farkına varan kulları tespit için değil midir? Mülk Sûresi’nin ilk âyetleri bizlere bu durumu çok net bir şekilde ifade etmektedir:

O, hanginizin daha güzel amel (ve hareket) edeceğini imtihan etmek için ölümü de hayatı da takdîr eden ve yaratandır.[2]

Bu imtihandan başarıyla ayrılmanın yolu hiç şüphesiz ibadetlerimizden, Rabbimize kulluğumuzdan geçmektedir. Zira O’na yakınlık kazanabilmek ancak samimiyetle ifa edeceğimiz ibadetlerle mümkün olacaktır. Peygamber Efendimiz bu hususu rivayet ettikleri şu hadîs-i kudsiyle ifade ediyorlar:

Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri  eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder.”[3] 

Bütün ibadetler Cenâb-ı Hakk’a yakınlığa vesile olurken onlardan bir tanesi bu durumu bizlere bizzat ismiyle hatırlatmaktadır: Kurban.

Kurban, yaklaşmak, yakın olmak demektir. Bir kulluk vazifesi olarak da macerası insanlık tarihiyle yaşıttır:

“Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti.”[4]

Hz. Âdem (a.s) devriyle insanoğluna bildirilmiş olan kurban emri daha sonra da bütün peygamberler tarafından ümmetlerine emredilmiştir:

“Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık.”[5]

Kurbanın ilâhî bir emir olarak yeryüzüne en son tebliği ise Rasûl-i Ekrem Efendimizin Medine-i Münevvere’ye hicretinin ikinci senesine tekabül eder. Kurban, o günden itibaren kıyamet sabahına dek bizi Rabbimize yakınlaştıracak en önemli ibadetlerden biri olarak kabul edilmiş ve adeta dinimizin şiarlarından biri olmuştur.

***

Şimdiden sonraki satırlarımızda bu ibadetin icra edildiği Kurban Bayramı günlerine gidecek, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v) hayatından ve hadîs-i şerîflerinden hareketle o günleri en güzel şekilde değerlendirebilmenin yollarını arayacağız inşallah. Buyurun başlayalım:

 Zilhicce Ayı

Kurban Bayramı günlerine fazileti bizzat Kur’ân-ı Kerîm tarafından beyan edilmiş mübarek bir ay içerisinden ulaşıyoruz.

Zilhicce, dört muhterem aydan biri[6] ve özellikle de ilk on günü pek çok hadîs-i şerîfle taltif edilmiş olanı. Hatta pek çok müfessire göre Fecr Sûresi’nin 2. âyetinde geçen on günden maksat da işte bu ayın ilk on günüdür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu günler için şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında şu on günde işlenecek sâlih amelden daha sevimlisi yoktur.”

Rasûlullah’ın bu ifadeleri karşısında ashâb-ı kirâm “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah uğrunda yapılacak cihattan da mı?” diye sorarlar.

Rasûlullah (s.a.v) cevaben, “Evet, Allah yolunda cihat etmekten de. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihadı başka. (O, bundan üstündür.)”[7] buyururlar.

Bu günlerin faziletini ifade eden şu iki hadîs-i şerîfi de unutmayalım:

“Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namaz da Kadir Gecesine denktir.”[8]

“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!”[9]

***

Bu mübarek günlere kavuşan kimseye Peygamber Efendimiz (s.a.v), zikredilen büyük müjdelerin yanında şöyle bir tavsiyede de bulunmaktadır:

“Kimin kesecek bir hayvanı varsa Zilhicce’nin hilali yenilendiği vakit tâ kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından bir şey almasın.”[10] 

Sevgili Peygamberimizin bu tavsiyelerine kulak vererek ihya etmeye çalıştığımız Zilhicce ayı, dokuzuncu gününde (Arefe günü) bizlere yepyeni bir rahmet kapısı daha aralamaktadır:

“Arefe günü tutulan orucun geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olacağı Allah’tan umulur.”[11]

Teşrik Tekbirleri

Arefe gününe yetişen her Müslüman beş vakit farz namazlarının hemen akabinde teşrik tekbirleri de getirmeye başlamalıdır.

Bakara Sûresi’nin 203. âyet-i kerîmesi pek çok müfessire göre bizlere teşrik günlerini ve tekbirlerini haber vermektedir:

“Belirlenmiş günlerde Allah’ı zikredin.”

Kurban Bayramı Gecesi

Arefe günü tutulan oruç ne kadar değerliyse o günü bayram sabahına bağlayacak geceyi ihya etmek de o denli önemlidir. Bu geceyle alâkalı olarak Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Kurban Bayramı gecesini sevabını Allah’tan umarak ihya edenin kalbi, kalplerin öldüğü günde ölmez.”[12] 

Kurban Bayramı Günleri

Bunca müjdelerin, ikramların arasından Kurban Bayramı’na kavuşanlarımız o güne güzel bir gusül abdesti ile başlayabilirler.[13]

Bayram namazı için evlerimizden hiçbir şey yemeden ayrılmak da Efendimizin (s.a.v) sünnetlerinden.[14] Eğer mümkünse o günün ilk lokmasının kurban etinden olması tavsiye edilmektedir.

Bu şekilde evimizden ayrılıyor ve bayram namazı için camiye doğru dilimizde tekbirler olduğu halde ilerliyoruz.

Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz namazdan ayrıldığında hane-i saadetlerine, giderken kullandığı yoldan farklı bir yolla dönerdi.[15] Bizler de bu sünneti hatırlayarak evlerimize dönmek için ayrı bir yolu tercih edebiliriz.

Kurban Kesimi

Hiç şüphe yok ki bayram gününün en önemli ameli kurbanlarımızı kesmek olacaktır. Maddi imkânı yerinde olan her Müslüman için kurban kesmek vaciptir. Peygamber Efendimiz bu vazifelerini yerine getirmeyenleri oldukça şiddetli bir şekilde ikaz etmiştir:

“Varlıklı (mâlî durumu kurban kesmeye müsâit) olup da Kurban bayramında kurban kesmeyen kimse bizim musallâmıza (namaz kıldığımız yere) yaklaşmasın.”[16]

İlk damlasıyla bütün günahlarımızın dökülmesine sebep olacak kurbanlarımız[17] için masrafa girmekten kaçınmamamız bu konudaki masrafların da bu ibadetin bir cüzü, parçası olduğu şuuruyla hareket etmemiz gerekmektedir.[18] Kesilecek hayvanın başında bulunmamız, hatta elimizden geliyorsa kurbanımızı kendi ellerimizle kesmemiz de Peygamber Efendimizin sünnetlerinden.[19]

Kurban kesimini bitirip etlerimizle evlerimize döndüğümüzde yeni bir imtihanla daha baş başa kalıyoruz: Kurban etlerimizin taksimi.

Kurban olarak kestiğimiz hayvanın bütünüyle kendi evimizde tüketilmesi mübahsa da onların bir kısmını akraba, komşularımız ve özellikle de ihtiyaç sahipleri arasında taksim etmemiz bizler için önemli birer ahiret azığı olacaktır.[20] Peygamber Efendimizin bir kurban bayramı günü Hz. Aişe validemizle arasında geçen şu konuşma bu konuyu en güzel şekilde özetlemektedir:

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hz. Aişe (r.anha) validemize sorar:

“Aişe! Kurban etini dağıttınız mı?” Hz. Aişe “Dağıttık ya Rasûlallah” diye cevap verince Peygamberimiz bu sefer “Ne kadarını dağıttınız?” diye sorar. Hz. Aişe validemizin verdiği “Hepsini dağıttık, bize bu buttan başka hiçbir şey kalmadı.” cevabı üzerine de gülümseyerek “Desene Aişe, bu bir buttan başka hepsi de bize kaldı.” diye karşılık verir.[21]

***

Yazımızı iki hususa daha temas ederek bitirelim isterseniz:

Bu satırları okuyan pek çoğumuz; artık kurban kesmek, kesim esnasında hayvanımızın başında beklemek şöyle dursun, etini dahi görmeyen nicelerimiz var diyor belki de. Şehir hayatı, meşguliyetler vs. bahaneler sebebiyle de bu hali olması gereken durummuş gibi ifade edenler her geçen gün çoğalıyor.

Bilelim ki imkânı olanlar kurbanlarını meşru bir şekilde (kendileri ya da vekâlet yoluyla) keserek üzerlerindeki mesuliyetten kurtulacaklardır. Fakat senede bir defa karşımıza gelen kurban ibadetinden olabildiğince sevap kazanma yolunun da sünnet-i seniyeye tam ittibâ ile mümkün olabileceğini unutmamalı ve samimi olarak kendimize çekilerek Kurban Bayramının rahmetine bir takım zahmetlerle ulaşabileceğimizi kabul etmeliyiz. Günümüzde aklımıza gelebilecek her türlü hayır faaliyetinin Rasul-i Ekrem Efendimizin de aklına gelebileceğini unutmadan…

Son sözümüz, kurban denildiğinde asla ihmal edilmemesi gereken bir kelimeyle ilgili olacak: Takva. 

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır.”[22]

Kur’ân-ı Kerîm’de kurbanla ilgili âyet-i kerîmelere baktığımızda[23] bu kelimenin bir şekilde zikredildiğine, kurban ibadetimizin makbul olabilmesi için takvanın olmazsa olmaz bir şart olduğuna şahit olmaktayız.

Öyleyse bizler de kurban mevzuunda şüpheli görülen hususlardan kaçınmalı ve bu konularda ölçüsü takva olan ilim ehline kulak verilmesi gerektiğini bilmeliyiz.


[1] Bkz. Kâf, 50/16.

[2] Mülk, 67/2.

[3] Buhârî, Rikak, 38.

[4] Mâide, 5/27.

[5] Hac, 22/34.

[6] Bkz. Tevbe, 10/36.

[7] Buhârî, Îdeyn, 11

[8] Tirmizi, Savm, 75.

[9] Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257.

[10] Müslim, Edâhî 39.

[11] Müslim, Sıyâm 196.

[12] İbn Mâce, Sıyâm, 68.

[13] Bu konuda Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer’den gelen rivayetler için bkz. Abdurrezzak, Musannef 5756, 5753.

[14] İbn Mâce, Sıyâm, 118.

[15] Buhârî Îdeyn, 24

[16] İbn Mâce, Edâhî, 2

[17] Hâkim, Müstedrek, 7524

[18] Taberânî, Kebîr, XI, 17

[19] Müslim, Edâhî, 17.

[20] Müslim, Edâhî, 28.

[21] Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 35  

[22] Hac, 22/37

[23] Bkz. Bakara, 2/196; Maide, 5/27; Hac, 22/37.