İçeriğe geç
Anasayfa » KUYUDAKİ YUSUF

KUYUDAKİ YUSUF

İnsanların bir kısmı câmi ve mescidlerde, diğerleri de değişik mekânlarda darlıklar içerisinde bunalan ruh yapıları içerisinde inleyip, kıvranıp durmaktadır.

Sapıklığa sürüklenerek aslî vâzifelerin-den ve vaad edilen nimetlerden gâfil olan insanlık öyle bir hâle gelmiştir ki; âdeta isyanlardan zevk almaktadır. Halbuki Allahu Teâlâ (c.c) verdiği nimetlerin karşılığı olarak, bizim kendisine şükretmemizi istiyor. Fakat gaflet içerisindeki insanlık, bu vâzifesini hiç hatırlamamaktadır.

Ne acıdır ki; insanlık âlemi ve bilhassa müslümanlar, Allah’ın (c.c) verdiği nimetlere karşı şükür vâzifelerini ihmal ederek isyanlara devam edince, Kâinat’ın titrediğini bilemiyor ve hissedemiyor.

İnsanlar, yaptıkları isyanların gazab-ı ilâhîyi dâvet ettiğinden de habersiz durumdadırlar. Bir gece veya bir gün ansızın gazab-ı ilâhi gelir ve Kâinat’ı mahvederse, ona ”Dur, insanları mahvetme!.“ diyecek Allah’tan (c.c) başka bir kuvvet ve kudret var mıdır, sanıyorsunuz?

DERMANINIZ: YÛSUF’UN GÖMLEĞİDİR!..

Burada bulunan sizler, bilhassa siz gençler, biliniz ki, içine düştüğünüz bu derdinize derman, Yûsuf’un gömleğidir. Yâni İslâm’ın kokusunu hissederek, İslâm’a, Kur’an-ı Kerim’e ve Resûlullah’ın (s.a.v) yoluna dönüşe karar vermenizdir.

Kur’an ve sünnetten yayılan ilâhî nuru gönlümüze indirerek, gözlerimizi onun istediği şekilde yeniden hayata açmalı ve Dünya’ya o pencereden yeniden bakmalıyız. Gözünüzün önündeki gaflet perdelerini kaldıracak, kulaklarımızın pasını silecek, kalbinizdeki nûr-u ilâhîyi yeniden parlatacak olan gerçek işte budur. Yâni Yûsuf’un gömleğine sarılacaksın! Kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’e sarılacaksın, sünnet-i Resûlullah’a (s.a.v)  sarılacaksın. Artık bir kenarda, başınıza gelen musibetlere seyirci olarak durmayınız. Gidip Yûsuf’un gömleğini bulun ve onu yüzünüze gözünüze sürün ki, gözlerinizin önündeki gaflet perdeleri parçalanarak yırtılsın, kulaklarınızın pası silinsin. Çünkü Yûsuf’un gömleği bir ”Necm-i sakib“ dir. Yâni Hakk’ın karşısındaki engelleri parçalayan bir ”Delici Yıldız“ dır. Yûsuf’un gömleği, karanlıkları aydınlatan bir nur yumağıdır. Sen, ona muhabbetle yönelirsen, o kalbine girerek oraya yerleşir. İşte o zaman daldığımız gaflet uykusundan inşaallah uyanırız.

Tarihin her döneminde, insanları felâkete sürükleyen karanlık günler ve dönemler mevcud olmuştur. Resûl-ü Ekrem (s.a.v) Hz. Muhammed Mustafa’da (s.a.v) böyle karanlık bir devirde, zulmün ve hayasızlığın zirveye ulaştığı günlerde kuyuya düşen Yûsuf’u oradan çıkararak onun temsil ettiği mânâyı yeniden insanlığın önüne “Delici yıldız” misâli koymanın çârelerini arıyordu.

Resûlullah’ın (s.a.v) bu gayretinde, O’na yardımcı olarak ilk önce Hz. Hatice’leri, Hz. Ebû Bekir’leri (r.a), Hz. Ali’leri (k.v) ve iman eden, gönlünde nur volkanı kaynayan birkaç seçkin sahabiyi görüyoruz. Bakınız, bu mümtaz insanlar, Resûlullah’a (s.a.v) yardımcı olmak, kuyudaki Yûsuf’u düştüğü yerden kurtarıp yeniden varlığını devam ettirmek için nasıl koşuyorlardı? Başta Hz. Hatice annemiz olmak üzere, Hz. Ebû Bekir ve diğer sahabiler mal ve canlarını bu uğurda nasıl fedâ ediyordu? İşte o insanlar kuyudaki Yûsuf’un, İslâm’ın hüzün ve ızdırap içerisinde inlemesini duymakta ve onu oradan kurtarmak için tek bir kalb halinde koşarak çalışmaktaydılar.

Bu gayretlerinde muvaffak olmaları için ne yapmaları gerekiyorsa, yapıyor nelere tahammül edilmesi gerekiyorsa, katlanıyor ve nereye gitmeleri icap ediyorsa, hiç duraklamadan, malını mülkünü, iman etmemiş olan yakınlarını terk ederek oraya gidiyordular.

O mümtaz insanlar, İslâm’ın inlemesinin durması için Habeşistan’a ardından da Resûlullah’la (s.a.v) beraber Medine’ye koşuyorlardı. Fakat onlar, gittikleri yerde rahata kavuştuk, diyerek yatmıyorlardı. Onlar içinde bulundukları, insanlığı felâkete sürükleyen fitneler karşısında bizlerin yaptığı gibi rahat yataklarında uyuyamıyorlardı.

Resûlullah’ın (s.a.v) gelişi ile beraber “Yesrib” olan ismi “Medine-i Münevvere” olarak değişen bu şehre hicret edenler, kendilerini emniyette hissedip, güç ve kuvvetlerinin gün geçtikçe arttığını düşünerek

“- Artık kimsenin baskısı altında kalmadan inandıklarımızı yaşarız,” diyerek yan gelip yatmadılar.

Onlar, Medine’ye hicretten sonra dahi, uykularında kuyudaki Yûsuf’un bitmeyen iniltisini duyuyorlardı. Duydukları bu seda onların uykularını kaçırıyor, gözlerinin parlamasına sebep oluyor, sofralarına çeşit çeşit yiyecekler koymalarına mâni oluyor ve ağızlarına koydukları lokmaları zorla yutmalarına sebep oluyordu. Çünkü onlar, kuyudaki İslâm’ın inlemesini duyuyorlar ve hâlâ Yûsuf’u kuyudan tamamen çıkaramamanın ızdırabı ile kıvranıyorlardı. Yûsuf kuyuda iken, Yâkub’a uykunun haram olması gibi, sahabe de İslâm’ın hâkimiyetini görmeden yan gelip yatma hakkına sâhip olmadıklarının idraki içerisindeydi. Bundan dolayı Dünya’nın zevk ve sefasından, nefsin arzu ve isteklerinden zevk alamıyorlardı.

TARİH BAŞLANGIÇLARI VE BAYRAMLAR

Önemli hâdiselerin meydana gelişi, insanlar tarafından ya bir tarih başlangıcı olarak kabul edilmiş veya o hadisenin meydana geldiği toplumda, insanların huzur ve saâdeti için gerçekleşmiş mühim bir vak’a olarak hafızalarda yer etmiş ve “bayram günü” kabul edilmiştir.

İnsanlık ve İslâm tarihinde “Hicret” ve benzeri dönüm noktaları olan böyle mühim hâdiseleri kısa zaman dilimleri içerisinde anlatmanın, onların taşıdığı mânâyı ve insanların fethe olan ihtiyacını hakkıyla ifâde edebilmenin mümkün olmadığı kanaatindeyim. Fakat bir araya gelmemize vesile olan böyle bir gecede, sizlere elimizden geldiği kadar bir şeyler anlatmanın gayretinde olacağız.

Gençler!

Üzerinde yaşadığımız bu toprakları büyük bir gâye uğruna fethederek bizlere hediye eden, bu “İ’lâ-yi kelimetullah” yani Allah’ın kitabını yüceltme gayreti esnasında şehâdet şerbetini içerek ruhunun kemâlata ermesi için toprakla birleşip ameline değer kazandıran şüheda, şu anda ayaklarımızın altında inliyor. Evet, bu toprakları bizlere inandıkları davayı hayatlarına hâkim kılmak için fethedip emânet edenlerin ruhları, bu topraklar üzerinde meydana gelen çirkinlikleri gördükçe inliyorlar. Ama onların hissettikleri ve rahatsız oldukları bu durum, yaratılış gâyesinden uzaklaşmış olan bu neslin vicdanını ne yazık ki; rahatsız etmediği gibi, mü’minleri daldıkları gaflet uykusundan da uyandıramıyor.

Bizlere bu vatanı emânet eden şüheda, bu ahde vefasızlıktan dolayı kabirlerinde inliyor. Bunun farkına varan kurtuluşa hasret vicdanlar da inliyor. Ama bu hengâme içerisinde asıl inleyen ve garip kalan ise, ne yazık ki; bizlere en büyük emânet olarak teslim edilen İslâm’dır. Acaba bizler bu emânetin inlemesinin sona ermesi için neler yapmayı düşünüyor ve ne gibi bir gayrette bulunuyoruz?

Evet, İslâm inliyor fakat O’nun inlemesini kalbinin derinliklerinde hissedecek, O’nun derdine derman olacak gerçek iman sâhipleri ortada görünmüyor. Bu durum bize gösteriyor ki, içine düştüğümüz bu bataklıktan kurtulmanın yegâne yolu gerçek mânâda tevhid ilmini tahsil etmemizle mümkündür.

Müslümanlar’ın içinde bulunduğu bugünkü durumu gözümüzün önüne getirerek, insaf sahibi kişiler olarak düşünelim. Acaba şu Kâinat’ta gerçek mânâda inleyen, acı çeken ve insanlığın içine düştüğü perişanlıktan dolayı muzdarip olanlar, hastahânelerdeki hastalar mı? Zindanlardaki mahkûmlar mı? Yoksa onların hepsinin huzur ve saâdetten hızla uzaklaştığını gören İslâm dini mi?

Çünkü zâlimler bütün güçleriyle İslâm’a yüklenerek O’nu hayatımızdan iz bırakmayacak şekilde silmeye çalışıyorlar. Fakat bilmiyorlar ki; O’nun koruyucusu Allahu Teâlâ’dır (c.c). Dünya’daki zâlimler Müslümanlar’ın ve mazlumların şahsında İslâm’ı ezmeye ve yok etmeye çalıştıklarından dolayı, İslâm bizim acınacak durumumuz için inliyor. İslâm’ın kolu, bacağı ve azaları budanmıştır, İslâm’ın ahkâmı, insanlar ve ne yazık ki; Müslümanlar tarafından birer birer terk edilmektedir. Toplumumuzda O’nun ahkâmını hayatlarına hâkim kılarak O’na yardımcı olacak mü’minler yavaş yavaş kaybolmaktadır. Eğer uğramış olduğu bu hakaaretler ve aşağılanmalar karşısında müslüman olarak bilinen bu gâfil toplum, daldığı gafletten uyanarak İslâm’ın yardımına koşmazsa, acaba kimler O’nun yardımına koşacak? İslâm’ın acısını mü’minler paylaşmazsa, kimler paylaşacak? Ne yazık ki; bizler İslâm’ın yardımına koşmakla, aslında kendimize yardım edecek olduğumuzun da farkında değiliz. Çünkü İslâm’ı hayatımıza hâkim kılarsak, yaşadığımız toplum cennet misali bir huzura kavuşur ve insanlar birbirlerinden emin olarak yaşarlar.

Artık ne yazık ki gözlerimiz İslâm’ı ve O’nun nurlu yolunu görmez, kulaklarımız O’nun içler parçalayan inlemesini duymaz hale geldi. Çünkü günümüz Dünya’sında, O’nun gerçek dostları yok sayılacak seviyelerdedir. O derdini çeken hakiki dostunu bulamadığı, O’na yardımcı olacak olanlar yanında yer almadığı için ızdırap içinde inliyor. Böyle günlerin gecelerinde iniltisi âdeta çığlık halini alıyor. Çünkü, böyle günlerin gecelerinde İslâm’ın hakimiyetinin sağlandığı bu toprakların haline duyduğu hüzün her zamankinden daha çok inlemesine sebep oluyor.