İçeriğe geç
Anasayfa » MADDİ VE MANEVİ HAYATIMIZIN ÖLÇÜSÜ KUR’ÂN-I KERÎM

MADDİ VE MANEVİ HAYATIMIZIN ÖLÇÜSÜ KUR’ÂN-I KERÎM

Allah’a hamd; Rasûlüne salât ü selam; âline, ashabına, tabiine ve tebe-i tabiine haşr gününe kadar salat ü selamlar olsun.

Allah Zülcelâl kâinatı yaratmadan önce kâinatın plan ve programını bütünü ile hazırlamış levh-i mahfuzla isimlenmiş olan defter-i rahmana bunları kaydetmiştir.

Bu her şeyi muhafaza eden levh-i mahfuzla isimlenmiş olan kitapta, Allah Zülcelâl insanlığın yaratılışı ve yaratıldıktan sonra hayatının devamı için plan ve programlarını tespit etmiş, her ümmetin plan ve programlarını, Cebrail vasıtası ile Rasûllere, onlar vasıtasıyla da kitap olarak insanlığa göndermiştir.

Allah Zülcelâl misâl âleminde ruhları yarattıktan sonra onlar ile bir anlaşma yapmış; “Ey kullarım sizi bir âleme göndereceğim bana kulluk edecek misiniz?” hitabı ile onlara hitap edince, onlar da “Ya Rab! Bizden nasıl kulluk istiyorsun.” demişler, Allah Zülcelâl onlara “Bana iman edip, bana şirk koşmayacağınıza, isyan etmeyeceğinize, itaat edeceğinize söz veriyor musunuz?” diye sorunca “Evet, Ya Rab!” deyince âlem-i misalde bir anlaşma gerçekleşmiştir.

Her ümmetin Allah ile anlaşma şartları plan ve programları kitap olarak Rasûller vasıtası ile gönderilmiştir. Bizlerin Allah Zülcelal ve’l Kemal Teâla Hazretleri ile ezeli anlaşmamız Kur’an ismi ile isimlendirilmiştir. Peygamberimiz’e indirilmiş Kur’an-ı Kerim ise Hira dağında nâzil olan “İkra’ bi’sm-i rabbike” âyet-i celilesi ile başlamıştır.

Dergimizin sahifelerinde, inzalinin 1400. senesinde ilahi ziyafet olan Kur’an-ı Kerim’in nimetlerinden bahsederek; ilk vahiy sedasının dünyayı aydınlatması ile başlayan o şerefli saati, o şerefli günü ve o şerefli insan Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.) hem hatırlamayı hem de hatırlatmayı düşündük. Böylece o günlerde yaşamadığımızın hasretliğini çekip, o günden bugüne kadar Allah Zülcelâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri tarafından muhafaza edilen Kur’an-ı Kerim’in izzet ve şerefini tanıtarak, Peygamberimiz (s.a.v)’in “Kur’an, Allah’ın bir ziyafet sofrasıdır. Sizler de ilâhi ziyafet sofrasına davet edilince daveti kabul edip, ilâhi ziyafet sofrasından faydalanınız.” hadis-i şerifine göre ezeli bir sedanın şu anda Hira dağında Rasûlullah’ın kulağına indirildiği gibi, bizler de vahyin sedasına kulak verip, duymaya gayret edip, hayatımıza tatbik ederek, o vahyin nimetlerinden faydalanıp sonsuz hayata kavuşmalıyız.

İnsan, maddi ve manevi (ruhi) olmak üzere iki varlıktan ibarettir. Maddi varlığı ile sağlık, sıhhat ve hayatını devam ettirir. Ruhun ölümsüz hayatı ise ilahi ziyafet sofrası olan Kur’an-ı Kerim’in manevi nimetleri ile kazanılır.

Maddi hayat fani olup, nimetleri de fanidir. Ruh ise bakidir. Baki bir varlığın sıhhatli bir şekilde sonsuz hayatının devamı ise ancak Kur’an-ı Kerim’e muhtaçtır.

Bizler maddi hayatımızın devamı ve sağlığı için ihtiyaçlarımızın peşinde koşmaktayız. Maddi nimetleri bulamayan insanlar, ölüme mahkûm olacakları inancı ile maddi hayatın şartları olan hayat nimetlerini unutmayıp onların peşinde koşmaktadırlar.

Sonsuz hayatın şartları ise unutulmuş bir hale geldiğinden, okuyucularımızın dikkatini çekerek, Allah Zülcelâl’in uyarıları ile uyarmayı önemli bir vazife bildiğimiz için kendimizi ve okuyucularımızı kendi tarafımızdan uyarıcı bir söz bulamayacağımız inancı ile, dilediğini var eden, dilediğini yok eden, dilediğine hidayet ihsan eden Allah Zülcelal’in, bize göndermiş olduğu kitabı ilahisi Kur’an-ı Kerim’de ilk sûre olan Fatiha Sûresi’nden ilahi uyarıları izah etmeye ve Hakkın lisanı ile sizlere ulaştırmaya çalışacağız.

Fatiha Sûresi’ne Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) “Ummu’l-Kur’an” yani kitabın aslı diye isim vermiştir. Allah Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’in önsözü olarak Fatiha’yı Kitabının başına yazdırmış, böylece Allah Zülcelâl Kitab-ı İlahisi’nin hülasasını Fatiha Sûresi içerisinde toplamıştır.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) “Allah Zülcelâl, Kur’an-ı Kerim’in manasını Fatiha Sûresi’ne, Fatiha’nın manasını besmeleye, besmelenin manasını da ‘be’ harfinin altındaki noktaya koymuştur.” buyurmuştur.

“Be”nin noktasına bütün külliyetimizle dikkatimizi çekip, “Levh-i mahfuzdaki bütün ilimleri kendinde toplamış olan o noktadaki esrarlar ve hikmetler nedir?” diye düşününce; Allah Zülcelal’in bir kelimesinin câmî olduğu manalar yazılmak istenildiğinde, denizlerin mürekkep olsa biteceği ve bir o kadar daha mürekkep getirilse onun da biteceği hakikatini idrak ederek, bu kadar büyük câmî-i ilahi olan bu kelimelerin manasının ise bir noktada toplanmış olduğunu görürüz.

Bu bir noktadan sonsuz deryaya kapı açılıp, o pencereden Esrar-ı Kur’an’ı seyrettiren hikmet ise o noktanın tek bir varlık olan Allah Zülcelal’in varlığını bizlere hatırlatmasıdır. O noktadan ilahi Kur’an’a bakarak, bizim üzerimize ilk olarak vacip olan ilmin, O varlığı, zatı, sıfatları ve işleri ile öğrenmemiz olduğunu görürüz.

Kâinatı bir nokta olarak düşünüp bu noktanın içerisinde evveli ve sonu sayılmayacak kadar var olan varlığı bulup evvela şu kâinatın yaratıcısının tek olduğunu anlayıp, ondan sonra bu varlığı akılla tanımanın mümkün olmaması sebebi ile Allah Zülcelal’in kendi varlığını kendisinin bizlere tanıtmak için Kitab-ı İlahisini gönderdiğini ve onu bir noktanın içerisine koyduğunu, o noktanın manasını anlamamız için Allah Zülcelâl’in “Elhamdülillahi rabbil âlemin” (Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun) cümlesi ile dikkatimizi Kitab-ı İlahinin başındaki bu ayete çekip tek bir varlığın nasıl varlık olduğunu öğrenmeyi Hakk’ın lisanından öğrenmeye başlamamız gerektiğini idrak ederiz.

Allah Zülcelâl’in Kitab-ı İlahisine hamd ile başlamasındaki sırlarındandır ki; bir nimetin kıymetini bilip, o nimeti verene teşekkür etmek ve nimet elinize gelir gelmez hemen o nimetin kıymetini öğrenmek ve takdir etmek gerekir.

Çünkü değerli bir eşya eline geçer de kıymetini bilemezsen, onu çok değersiz şeylerle değiştirirsin veya ne olacak deyip onu zayi edersin. Çocuğun veya delinin elindeki çok kıymetli bir cevherin, onlara göre belki bir şeker veya sevdiği bir oyuncak kadar değeri yoktur.

Allah Zülcelâl size bir Kitab-ı İlahi gönderdi. Onun kıymetini biliniz, bilemezseniz o Kur’an’ın ayetlerinin yerine faydası ve değeri olmayan şeyleri yerleştirip, değerli bir şeyi değersiz şeylerle değiştirirsiniz. Onun için Allah Zülcelâl kitabına evvela hamdle başlamış ve dikkat edin buyurmuştur. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kullarına ihsan buyurduğu bütün nimetlerden kıymetlidir. Çünkü o Allah’ın kelamıdır ve insanlığa fani hayatın kurtuluş yolları ile ebedi hayatı kazanmanın yollarını bildiren bir Kitab-ı İlahidir.

Allah Zülcelâl, “Hamd âlemleri terbiye eden Allah’a mahsustur” buyurarak bizlere zatında kâmil, sıfatlarında kâmil, işlerinde kamil, hiçbir eksikliği olmayanın Allah olduğunu bildirmektedir. Hamd deyince zatında, sıfatlarında ve işlerinde eksikliği olmayan methü senaya övgüye layık olan varlık anlaşılır. Onun dışında övülenler methedilenler sınırlı övülür, sınırlı methedilir. Allah Teâlâ ise bütün âlemleri şahit tutarak zatının, sıfatlarının, işlerinin sınırı olmadığı için kemâlâtın kendisine ait olduğunu buyurarak Zatını tanımayı bizlere bildirmiştir.

Onun için insanın ilk görevi âlemlere bakıp, bir yaratıcısı olduğunu öğrenip, bu kâinatı yaratan varlığa şüphesizce iman etmesidir.

Bir insan bu âlemlere bakınca bir halikının var olduğunu idrak eder. O zaman “La ilahe illallah” deyince bu kâinatı bütünü ile yaratmış olan Allah tır, Ondan başka halık yoktur demesi ile zatı ilahisi ile Allahı tevhid etmiş olur.

Ama yalnız bu tevhid seviyesi ile müşrikler, münafıklar ve kâfirlerin tevhidinden ayrılmış olamaz. Çünkü Allah Zülcelal “Onlara sorarsanız yerleri, gökleri kim yarattı, size Allah yarattı derler” buyurarak hem batıl dünyanın tevhid akidesini bizlere öğretmiş, hem de bizlerin de onların seviyesinde kalmamamız için uyararak, “Hamd alemlerin Rabbine mahsustur.” buyurmuştur.  Buraya varıca da tevhid akidemizin önünde imtihan için birisi maddi diğeri manevi iki yön meydana gelmiştir. Maddi hayata bakınca Allah Rab’dir. Plan ve programlarını hazırlayıp her şeyi şekillendirmiş, her zerreyi, her kürreyi, her eşyayı olacağı şekilde meydana getirmiş ve insanı en güzel surette yaratmış, terbiye etmiş, her var olan canlı ve eşyanın nasıl var olacağını, varlığının nasıl devam edeceğinin ölçülerini de en güzel şekilde koymuştur.

Beşer, her var olan şeyin, Allah’ın koyduğu ölçülerle var olduğuna, varlığının ve hayatının devamının da Allah (c.c)’ın koyduğu ölçülerle mümkün bulunduğuna boyun bükmüştür. İnsanlık, O’nun var olmak için koyduğu ölçülerin dışında bir ölçüyü bulamadığı gibi hayallerinden de geçirememiştir.

Maddi hayatımızla Onu Rab kabul etmişiz. Onun koyduğu ölçülere bağlıyız ve muhtacız. O’nun koyduğu ölçülerin dışında hayata devam edemeyeceğimizin inancındayız.

Allah Zülcelâl, insan hayatı için belli hararet ölçüsü koymuştur. Kalbinizin hareketi, nabzınızın vurması için koyduğu ölçülere dikkatinizi çekin de Rabbinizi tanıyın. Ama yalnız maddi tarafı ile değil. Hekimler, kimyagerler ne ile meşguller; hastanın hastalığının giderilmesi ile… Onlar bunun için Allah’ın ölçüsünü bulmaya bağımlıdırlar. Hararet yükselince düşürmeye,  nabzı düşünce yükseltmeye çalışırlar ve bünyemizin hareketleri için Allah’ın koyduğu ölçüyü bulmak için seferber olurlar.

Maddi hayatın devamı için yemek içmek de aynı şekildedir. Allah zaruri ihtiyaçlar için ölçüler koymuştur. Bu ölçülerle devam ederse beden sağlıklı, huzurlu, sancısız bir şekilde hayatına devam eder. Bunları düşünürsek kul, “La Rabbe illallah”, “Allah’tan başka bunları yapacak yoktur” der.

Maddeten Allah’ın istediği gibi yaşama mecburiyetinde olduğumuzu idrak ettiğimiz gibi, mana âlemi olan ruh hayatımıza da dikkatimizi çekince, buradaki ölçülerin hiç birisi olmadan veya bazısı olup, bazısı olmadan sonsuz hayatın sağlıklı bir şekilde devam edeceğini düşünmek çok yanlış bir şey olmaz mı?

Manevi hayatımızın devamı için de Allah Zülcelâl yasalar koymuş, emirleri ile emretmiştir. Maddi hayat O’nun koyduğu ölçülere bağımlı olduğu gibi manevi sonsuz hayatımızda da O’nun koyduğu ölçülere bağımlı olma mecburiyetindeyiz.

Bunu idrak edince Allah Zülcelâl Rab’dir, bedeni terbiye eden ve ruhu terbiye eden O’dur, beden ölçüleri onun koyduğu ölçülerle devam edince Allah’ın koymuş olduğu hüküm ölçülerine de aynı şekilde bağımlı kalmak özere “La Rabbe illallah” demeliyiz.  Çünkü maddenin Rabbi olduğu gibi mananın da Rabbi O’dur. Dünyanın kazanılması için Rab olduğu gibi sonsuz hayatın kazanılması için de “La ilahe illallah” diyebilirsek o zaman onu Rab kabul etmiş oluruz.

Maddeciler, maddeleri yontar, eritip dökerek rabler meydana getirirler. Çünkü onların maddeden en çok sevdikleri onların rableri olur. Ne zaman kul: maddi hayat ve manevi sonsuz hayat yalnız Allah’ın koyduğu ölçülerle kazanılır düşüncesine ulaşır, “La Rabbe illallah” derse, o zaman O’nun dua kapısında “ya Rabbi ya Rabbi” deme hakkına sahip olur. Tevhidin maddi ve manevi Rabbini bulup O’na teslim olunca İslamiyet’e ilk adımını atmış olur.

Bu adımı atınca, o zaman itaat edilecek varlığın yalnız o Rab olduğuna inanır, boyun büker, teslim olur, Müslüman olur. Ondan sonra “La ilahe illallah” kelimesinde maddi yaşantısı ile manevi yaşantısını bir noktada toplar, “La ma’bude illallah” “Allah Teala’dan başka itaat edilecek varlık yoktur” der. Diğer toplumların tevhid akidesinden kurtulur. Tevhid-i Hakiki yoluna girer. Ey Rabbim senden başka itaat edilecek yok der, Tevhid-i Hakiki’ye ulaşır ve aralarındaki tevhid mesafelerinin birbirine hiç yaklaşamayacak kadar farkları da meydana çıkmış olur.

O zaman Fatiha Sûresi’ndeki “iyyake na’budu” sadakati meydana çıkar, sadık mü’min olur, “Yalnız seni tanır, sana itaat ederim” sözünü konuşmaya hak kazanır.

O takdirde “Ben kulum, Sen Halikımsın. Sana kulluk yapmaya borçluyum. Sen Rabbimizsin, beni terbiye edensin, Sana itaat etmeye mecburum. Sen Ma’bud ben âbidim” der, o zaman âbid ile Ma’bud arasındaki farkları da insaf ile düşünerek, inancında bir seviyeye gelir ve “İyyake neste’în” “Yalnız sana kulluk ederim” seviyesinde kalmayıp, “Ya Rab yalnız senden yardım talep ederim” deyince tevhid hisarı içerisine o vakit girmiş olur.

Yalnız Seni tanır, yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz tevhidi hakikisi burada başlar. Ondan sonra tevhiddeki hakikatı öğrenmek için Esma-i Hüsna’daki her bir ismin önüne ‘La’ kelimesini getirerek Allahu Zülcelâli hakkı ile tanımaya ve kemalata ermeye çalışanlara müjdeler olsun. Allah’ın selamı O’nu tanıyanların üzerine olsun.