İçeriğe geç

Ya Allah (c.c) Ya Rabbe’l Âlemin…

Bizleri, Sana… Senden… Seninle hamd edenlerden eyle ki; Sana… Senden senâ etsin lisanımız. Seni bilsin,  Seni bulsun cenanımız ki (ruhumuz), Seni ve her şeyi olduğu gibi tanıyabilelim. Çünkü Seni hakkıyla tanıyamazsak hiçbir şeyi olduğu gibi tanıyamayız.

Bunun için Senden bu miskîne tecellî kılıp eşyanın üzerindeki hicâbını kaldırmanı dileriz.

Böylelikle her şeyi olduğu gibi görüp tanıyarak ve onlardan ibret alarak bir ders-i hakikî idrak edebilelim. Çünkü ancak dersini bilenler eşyada saklı olan hakikatleri okurlar.

Ya Rabb!

Kalbimizde Senden başka varlıklara ait olan bağların düğümlerini çözerek bizleri Senden başka varlıklara bağlı kalmaktan kurtar ki; yalnız Seni tanıyıp, Seni sevip, Sana kulluk edebilelim.

Çünkü ancak Seni tanıyanlar, Seni sevenler ve sayanlar yalnız Sana kulluk ederler. Ve ancak onlar yalnız Senin istediklerini yerine getirirler.

Onlar başkalarının isteklerini de ancak Senin isteğine uygunsa yerine getirirler. Onlar Senin isteğine muhalif olan istekleri ise isteyenlerin suratlarına çarparak reddederler.

İşte bunlar Allah (c.c)’a karşı mutlak kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirenlerdir. Bunlar her zerre, kürre ve eşyaya; tevhid hususunda kendilerine ders verdikleri inancıyla bakarlar.

Bir şahsın, birçok hocanın dersine iştirak etmesi ve onların hepsinden feyz alması mümkün değildir. Bunun için bizler bu muallimlerden rehber olarak REYHAN’ı seçtik. Çünkü talebelerin bazılarının gözleri kör, bazılarının kulakları sağır, bazılarının ise kalplerinde Allah Teâlâ’dan başka varlıkların sevgi ve itaat bağları onlarla Allah Teâla arasında bir perde haline gelmiştir.

Bu yanlış bağlar sebebi ile Allah Teâla’ya karşı olan hak ve hukuku unutan bu gibi şahısların basiretleri tıpkı, ipek böceği gibi körleşmiştir. Malumdur ki; ipek böceği yeşil yaprakları yiyerek hazırladığı ipek döşeklere ve yorganlara sarılarak kendini sultanlar gibi görürmüş. Bu güzellikler içerisinde kozasından çıkıp özgürlüğüne kavuşacağı günü beklerken hiçbir telaşı da yoktu. Fakat hiç beklenmedik bir anda yakıcı bir buhar onu yakalayıverdi. Bunun neticesinde kendisi dünya hayatına veda ederken arkada hazırladığı ipekler kaldı. Allah Teâla’yı tanımayan insanların durumu da aynıdır.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde “Dünya tatlı bir sofradır. Oradan iyiler de kötüler de rızıklanarak gelip geçerler.” buyurmuştur. Ama insanlar böcekler gibi değildir. Onlar ya Allah Teâla’ya karşı mutlak kulluk görevlerini yerine getirerek Muhsin olan Rabbimizin sonsuz ikramlarına kavuşurlar. Ya da inkâr bataklığına sapıp Allah Teâla’nın Kahhar isminin tecellisine muhatap olarak gazab-ı ilahiyeye müstehak olurlar.

Dersimizi muallim olan reyhandan öğrenmeyi seçmemizdeki bir başka gaye ise: reyhan’a Allah Teâla’nın birçok özellik vermesinden dolayıdır. Bu özellikler insanı güzel bir reyhaya, o güzel reyha ise insanı bu güzel reyhayı verene götürür.

Reyhan öncelikle gözler önüne serilen güzellikleri ve etrafa yayılan reyhasıyla insanlığı Hakka davet eder. Sahip olduğu o güzel görünüşü ile insanlara kendisini en güzel şekilde yaratan Ahsenü’l-Hâlikîn’i tanıtır. Yani “Ey insan bana bak ve benim ne güzel bir yaratıcım olduğunu, beni en güzel renklerle nasıl boyadığını gör!” diyerek; insana en güzel yaratıcının ve en güzel boyaların sahibinin yalnızca Allah (c.c) olduğunu hatırlatır. Allah Teâla bu hususla ilgili olarak “Allah’ın boyasından daha güzel boyayan var mıdır.” buyurmuştur.

Reyhan, gözü olanlara bu şekilde seslenirken, gözleri görmeyen ve kulakları duymayanların da ruhlarının derinliklerine güzel kokularını saçar. Kâinatta bizim sembol alarak sizlere tanıttığımız reyhan gibi emsalsiz kokulara sahip olan birçok bitki vardır. İşte bütün bu varlıkların sahip oldukları güzelliklerin yanında etrafa yaydıkları güzel kokular; bizlere onları yaratanı düşünme kapılarını ardına kadar açar.

Dolayısıyla reyhan, kardeşlerinden yayılan ve reyhalarıyla Reyhan’da buluşarak bizleri tevhid bahçesine doğru yaklaştıran bir muallimdir.

Baharda nefes alıp verirken etrafımızdaki sayısız çiçek ve çimenlerin hoş kokularını teneffüs ederiz. Düşünme melekesini kaybetmemiş olan insanların aklına bu güzellikler karşısında “Sübhanallah” demekten başka bir şey gelmez.

Şunu bilmeliyiz ki; bir kişinin Allah Teâlâ’yı tanıması ve kendisine bu hususla ilgili olarak yapılan tebliğlere ilgisiz kalmaması için kalbinde Allah Teâla’yı tanıma hususunda zerre miktarı da olsa bir düşüncenin olması gerekir. Bu zarurî bir ihtiyaçtır. Düşünce melekesini kaybeden insanların kalbine bir şeyler ulaştırmak ise beşerî gücün dışındaki bir müdahaledir. Muhakkak ki hidayet Allah’tandır. Bu gibiler bütün duygularını kaybederek kör ve sağır bir hale gelirler. Allah Teâla bu hususu bizlere şu şekilde bildirmiştir:

“Kalbleri var, fakat hakkı düşünmezler, gözleri var fakat hakkı görmezler, kulakları var fakat hakkı duymazlar. Onlar hayvan gibidirler. Muhakkak ki onlar hayvandan da daha aşağıdadırlar ve aynı zamanda sapıktırlar.”

İnsanı hayvandan daha aşağı seviyeye düşüren husus, anlaşıldığı üzere düşünce melekesini kaybetmeleridir.

Hayvanlar âlemi ise Allah Teâla’yı sürekli olarak tesbih ederler. Allah Teâla hayvanat âlemine de “memlûkiyet/başkasının mülkü olma” sıfatı ile tecellî etmiştir. Yani insanın dışındaki bütün varlıklar, insanlık âlemine Allah Teâla Hazretlerini tanıtmak için yaratılmıştır. Dolayısıyla insan da Allah (c.c)’ı tanımak için yaratılmıştır. Eğer bir insanın kalbi Allah Teâla’yı tanıma nuru ile nurlanmamışsa o kişi bütün duygularını kaybetmiş demektir.

Allah Teâla Nur Süresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Yerlerde ve göklerde ne varsa onları aydınlatan Allah’tır.” yani varlık âlemi yokluk karanlığının içerisindeydi. Onu yokluk karanlığından aydınlığa çıkaran, bildirilenleri anlama kabiliyeti ile donatan Allah Teâla’dır.

İlk iman eden kişi “la ilahe illellah” diyerek iman-ı icmalî ile iman edip tevhid medresesinden içeri girerek mü’min olur.

Mü’min, bu kelime ile bize bildirilen 104 kitap ve bildirilmeyen bütün kitapların ve o kitapların içerisindekilerin bütününe iman edip onlardaki hükümlerin kabul etmenin ve hiçbir ayrım yapmadan bütün nebî ve rasûllere iman etmenin imanın şartlarından olduğunu kabul eder. Bu şekilde iman eden mü’minin aslî görevi, iman-ı icmalînin ihtiva ettiği hakikatleri öğrenmek için tevhid medresesinde oturup tahsile başlamasıdır.

Allah Teâla’nın iman-ı hakikî sahibi olan Habibi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize ilk vahyi “Yaratan Rabbinin ismiyle oku” olmuştur. Bu emirle Rasûlullah’ı “Hâlik sıfatı ile Rabbini tanıman için kâinatta ki mahlûkata, Rubûbiyetini öğrenmek için ise yarattığı eşyayı/varlıkları nasıl terbiye ettiğine bakarak Rabbu’l Âlemîn olan Allah’ı tanı” buyurarak uyarmıştır.

Bizler de elhamdülillah “la ilahe illellah muhammedün rasûlullah” diyerek sonsuz feyz ve tecellilere sahip olmak için iman mektebinin kapısından içeri girmiş bulunuyoruz.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin bütün duyguları kâmil olduğu için Allah Teâla’nın ona hitabı o makamda olmuştur. Ama bizler muhtelif insanlarla muhatap olacağımız için insanlara rehberlik edecek bir muallim araştırdık. Ve bu muallimi tesbit ederken de Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin “İnsanlara akılları seviyesince anlatın.” emrine imtisal ettik.

Reyhan der ki:

“Ben, yaratılış gayemin bana yüklediği mükellefiyetleri fânî hayatımın son anına kadar yerine getirmeye gayret ederim.

Sizlere selam olsun.

Sizler de Allah Zülcelâl Hazretleri tarafından selamlanıncaya kadar vazifelerinizi yerine getirmeye gayret edin.

Ben, sizlere, sizi beni yaratan Allah Teâla’ya kavuşturacak yolu hayatımla göstermek için yaratıldım. Ben vazifemi tamamlayarak yok olup giderim. Bahar gelince de “Ya Hayy” sedâsı ile yeniden başımı kaldırırım. Sonbaharda ise yeniden sararıp solarım. Bu halimle sizlere: “Dikkat edin sizler de bir gün sararıp solacaksınız.’” diyerek kaçınılmaz hakikati haber veririm.

Şimdi kış geldi. Rabbim “Mümît/öldüren” sıfatıyla tecellî edince hayattan ayrılırım. Sizlere kışın evvelindeki bu anı hatırlatmak isterim. Çünkü sizler de bir gün “Mümît” sıfat-ı ilahisinin tecellisine muhatap olarak Rabbinize kavuşacaksınız.

Şimdi benim aslıma dönüş günümdür.”

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”

Reyhan der ki:

“Bizler, Allah’tan geldik, Allah’a gittik. Sizler de Allah’tan geldiniz. Vakti gelince de Allah’a gideceksiniz. Bizim halimize ibret nazarı ile bakarak bu hakikati öğrenin. Elveda. Kış geldi biz gittik.”

İlk dersimizde canlılar âleminden bahsettik. Canlılar âleminin bir kısmının varlıkları sadece bu fânî âlemde devam eder. Rabbim tarafından onlara akl-ı miaş diye isimlenen bir akıl verilmiştir. Canlılar âleminin diğer kısmına ise akl-ı miaş’ın yanında akl-ı miad da verilmiştir.

Akl-ı miaş, bu fânî hayatta ihtiyaçlarını karşılamak için sahiplerine verilmiştir. Akl-ı miadsa hem dünyaya ait hem de ebedî hayata ait olan ihtiyaçları temin etmek için insana verilmiştir.

Bu derslere başlarken bitkiler ve canlılar âlemini anlatmanın kolay bir şey olduğunu düşünmüştük. Ama bir şeyler araştırıp, okuyup, yazmaya başlayınca gördük ki zerrelerde pırıl pırıl parlayan marifetullah nuru kâinatın bütün hücrelerini aydınlatan bir şems-i hakikîdir.

Bu şems-i hakikî olan hidayet ve marifetullah nurunun dalgaları sonsuz feyyaz-ı mutlaktan ihsanlar saçarak önümüze sınırsız ihsan deryalarını sergilediği için, böyle bir ortamda değil ilimden bahsetmek, o zerrelerin içerisinde varlığımızı araştırmaya kalkışacak olsak kendimizi dahi bulamayacağımız bir hakikattir. Çünkü güneşin ışıklarının parlaklığı altında kamaşan gözlerle hareket eden zerrecikleri görmekten ve bulmaktan aciz olduğumuzu itiraf etmekten başka bir yolumuz yoktur.

Biliniz ki reyhan, yokluk âleminden varlık âlemine bizleri tevhid-i hakikîye kavuşturmak için gelmiş, Hakkın koymuş olduğu kanunlara uygun bir şekilde yaşamış ve yine Hakkın koymuş olduğu kanuna itaat ederek aslına dönüş yapmıştır.

Buradan anlıyoruz ki bitkilerde ilk bakışta Hz. Adem’in (a.s) benzerleridir. Bitkilerin de asıllarına bakınca yalnız topraktan meydana gelmemiş olduklarını görürüz. Onlarda anasır-ı erbeayı teşekkül ettiren ateş, su, hava ve topraktan meydana gelmiştirler.

Anasır-ı erbeayı oluşturan bu maddeler de aslında maddî ve manevî olmak üzere iki maddeden meydana gelmiştir. Dolayısıyla bütün varlıkların da maddî ve manevî bir yönleri vardır.

Reyhan, maddesini kaybettiği halde manasını kaybetmediğini baharda yeniden dirilmekle ispat emektedir. Onun için reyhan: “Ölürüm ve tekrar dirilirim.” diyerek yok olmayacağını bizlere haber vererek “Sizler de kendinize bakın yok olacaksınız ama bir gün muhakkak dirileceksiniz.” diyerek bu mutlak hakikati bizlere bir kere daha hatırlatmaktadır.

Bizler tefekkür ederek toprağa bakarsak, topraktaki madeniyat âleminin bütün ihtişamı ile önümüze sergilendiğini göreceğiz. Bilmelisiniz ki toprağın altında ve üstünde, tahlil edilmiş veya edilmemiş şekilde envâî çeşit madenler bulunmaktadır. Bu madenlerin kimisi tahlile muhtaç, kimisi arınmaya muhtaç kimisi ise saf haldedir. İnsanoğlu da tıpkı madenler gibidir. Rasûl ve nebi olarak görevlendirilen insanların ise tahlile ihtiyaçları yoktur. Demek oluyor ki her insan kendi kabiliyetine göre terbiye, tezkiyeye ve ilme muhtaçtır.

Altını, demiri, gümüşü, bakırı ve benzeri madenleri işlenebilir bir hale getirmek için ayrı ayrı ilimlere ihtiyaç olduğu ise bir gerçektir.

Reyhan hal lisanı ile der ki:

“Ben de bu dünya içerisinde kâinatı yaratanın koyduğu maddî kanunlara göre yaşarım. Bu kanunların birini kaybedince bütünü kaybedilmiş gibi olur ve ben de yok olurum. Şimdi kış geldi. Güneşin ısısından mahrum kaldığım için baharda yeniden dirilmek üzere yok oluyorum.

Ey gafil insanoğlu!

Sizler kendinizin dışındaki âlemlerin kendiniz gibi mükellef olduğunu zannetmeyin. Bizim sahip olduğumuz bütün maddî ve manevî hayat imkânımız sizin manevî hayatınızı kazanmanız içindir. Yani bizler sizler için yaratılmışız. Ama sizlere verilen maddî ve manevî hayat imkânı bâkî âleminizin hayat şartlarında muvaffak olmanız içindir. Siz bu imkânları hayır üzere değerlendirerek o günün mükâfatlarını kazanabilirsiniz. İhmalkârlık yaparak bâkî hayatınızdaki mükâfatlardan mahrum olmayınız.

Şimdi bizler bitkiler âleminin aslı olan MADENİYAT ÂLEMİ’ndeyiz. Madeniyat âleminden hakikatlere kavuşmak için Allah Zülcelal’in bizlerin gönüllerini marifetullah nuru ile tenvir etmesi lazımdır. Bunun içinde sizleri; Rabbimizin “Yerlerin ve göklerin yaratılışından gece ile gündüzün gezip dolaşmasından ulu’l elbâb için çok deliller vardır.” buyurduğu ayet-i celilesi ile baş başa bırakıyorum.

Biliniz ki tarikat yolunun, eşyadan Allah (c.c) ’a doğru başlayan yolculuğu bu ayet-i celile ile bizlere emredildiği için bu eşyaların hangisini Allah (c.c) ile baş başa kalarak tefekkür edersek Allah (c.c) ile aramızdaki engelleri teker teker aşarak Rabbimize kavuşuruz

Salat ve selamlarımız, Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin üzerine olsun. O bize bir dua öğretmiştir. Bu dua ile de sizleri baş başa bırakıyorum.

“Ya Rabb! Bana her şeyi olduğu gibi tanıt ki, ben de her şeyi olduğu gibi bilerek, hayatımı oyun ve eğlenceyle geçirmeyeyim.”

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.