İçeriğe geç

MAHŞERDE HERKES DÜNYADA TERCİH ETTİĞİ KİMSELERLE OLACAK

Allah (c.c) insanoğlunu akıl, irade, göz, kulak ve daha nice nimetlerle şereflendirdi. Sonra da en büyük nimet olarak gönderdiği kitap ve peygamberler vasıtasıyla ona hidayet yolunu gösterdi. Kimi insanlar peygamberi önder (imam), ilahi kitapları da rehber edinmek suretiyle Allah’ın gösterdiği bu hidayet yolunu seçtiler. Kimileri de küfrün fikir babalarını, elebaşlarını, kodamanlarını imam (önder) edinmek suretiyle sapıklık ve dalalet yolunu seçtiler. İşte böylece Allah (c.c) hidayetini isteyenlere hidayet yolunu sapıklık ve dalalet yolunu isteyenlere de dalalet yolunu açmış ve onları saptırmıştır. Demek oluyor ki herkesin bu dünyaya gelişi bir manada imamını ve rehberini seçmek içindir. Eğer kişi küfür ve küfrün ele başlarını, kodamanlarını imam olarak seçmişse ebedi felaketini ve eğer peygamberleri, tevhid dinini, Allah’ın kitabını ve peygamber varisi ulamayı imam olarak seçmişse ebedi saadetini hazırlamış olur.

Kur’an-ı Kerim bu iki tip imam örnekleriyle doludur; Ashab-ı Kehf, Habib Neccar, Firavun’un çevresinde yetişmesine rağmen Hz. Musa’ya Firavun ve yandaşlarından gelecek olan her türlü tehlikeleri anında gizliden gizliye haber veren kişi, diğer taraftan Firavun, Nemrut vb.

Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile mahşerde her ümmet bağlı bulunduğu ve izlerini takip ettiği imamları ile beraber geleceklerdir (çağırılacaklardır). Hz. Âdem’den itibaren süre gelen tevhid mücadelesi zincirinin halkalarını oluşturan tüm bu tebliğciler (imamlar, önderler) kavimleri (milletleri) tarafından horlanmışlar, dışlanmışlar, taşlanmışlar, işkenceler görmüşler, zaman gelmiş öldürülmüş, testereler ile biçilmişlerdir. Ama bu önderler (imamlar) ve tebliğcilerin hiçbirisi, “Hele önce zenginleşelim, şu işlerimizi bir yoluna koyalım da sonra mücadeleye devam ederiz.” dememişlerdir. Bilakis kıyamete kadar gelecek olan insanlara örnek teşkil edecek amansız bir mücadele sergilemişlerdir. Allah onlardan ve onları örnek alıp yolunu izleyenlerin tümünden razı olsun inşallah.

İmam önde bulunan zat, kendisine uyulan kimse ve önder kimse demektir. İmam kelimesi müfred (tekil) olarak Kur’an-ı Kerim’de sekiz yerde geçmektedir. Cemi (çoğul) olarak ise “Eimme” şeklinde de beş yerde zikredilmektedir. İmam kelimesi bu ayetlerde şu manalarda kullanılmıştır:

Allah (c.c) Hz. İbrahim’den bahsederken “Seni insanlara imam kılacağım.”[1] buyurmuştur.

Allah (c.c) sâlih kullarından da bahsederken onlar “Bizi takva sahibi (olan kullarına) imam (önder) kıl.”[2] diye dua ederler.

“Onları (o peygamberleri) emrimizle hidayet yolunu gösteren imamlar yaptık…”[3]

“Önlerinde Musa’nın kitabı imam (rehber) ve rahmet olarak bulunan kimseler…”[4]

“Sabredip ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman onların içinden emrimizle hidayete (doğru yola) ileten imamlar belirledik.”[5]

“Eğer (onlar) antlaşmadan sonra yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa küfrün imamları ile (önderleri ile, ele başları ile) savaşın (çarpışın). Çünkü onlarda yeminde sadakat (leri) yoktur (anlaşma yoktur). Umulur ki bundan vazgeçerler.”[6]

“Biz onları (firavun ve yandaşlarını) ateşe (cehenneme) davet eden (çağıran imamlar önderler yaptık. Kıyamet günü onlara asla yardım edilmeyecek.”[7]

Meallerini sunduğumuz bu ayet-i celilelerden bütün peygamberlerin birer imam (önder oldukları) açıkça anlaşılmaktadır. Kimi ayetlerde de küfre öncülük yapanlara küfrün fikir babalarına, elebaşlarına, kodamanlarına da imam (önder) denildiğini ayrıca ilahi kitaplara da imam (burhan) ismi verildiğini de görüyoruz. İnsanların kendilerine uyup fikir ve düşünceleri etrafında toplandıkları için büyük İslam âlimlerine, müctehitlere de imam denilmiştir. İmam-ı A’zam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi.

“(Hatırlat) o günü ki biz her insan topluluğunu (bağlı olduğu, peşini takip ettiği, yolunu izlediği ve ardından gittiği) imamları ile (önder ve öncüleri ile) davet edeceğiz (çağıracağız). Kimlerin amel defterleri sağdan verilirse işte onlar kıl kadar bir haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın amel defterlerini okurlar.”[8]

Bu ayette kıyamet gününde herkesin sevdikleriyle, imamlarıyla beraber olacağı hükmü açıktır. Her ümmet dünya hayatında iken yolunda yürüdüğü, izini takip ettiği peygamberin ve liderinin unvanı ile çağırılacaklardır. Amel defterleri kendilerine sunulur ve amellerinin mükâfatı hurma çekirdeğinin karnındaki o incecik iplik kadar dahi olsa asla zayii edilmeden kendilerine verilecektir. Böyle olunca mahşerde kimin yanında olmak istiyorsak bu dünyada onun izinde gitmemiz onu takip etmemiz, onu izlememiz gerekmez mi? Ahzap Suresi’nin 67. ayetinde kâfir, fasık, facir ve zalim önderlerin (imamların) liderlerin, kodamanların peşinden gidenlerin kıyamet gününde “Rabbimiz biz beylerimize, ileri gelenlerimize, kodamanlarımıza itaat ettik, onların peşine gittik, onlar ise bizi saptırdılar (senin yolundan uzaklaştırdılar) Rabbimiz onların azabını iki kat eyle.” (Bize verdiğin azabının iki katını onlara ver) diye yalvarıp yakaracaklardır. Uyanlar, kandırılanlar, kaydıranla, uyutulanlar, uyuşturulanlar, böyle zorlanıp sızlanırken uyulanlar, saptıranlar, şaşırtanlar, kaydıranlar, uyuşturanlar da bakınız kendilerini savunarak nasıl bir cevap verecekler. “Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu. Ben sizi davet ettim siz de icabet ettiniz (peşime takılıp geldiniz). Artık siz beni kınamayın kendinizi kınayın (sorgulayın ve azarlayın). Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz.”[9]

İnsanın, kıyametin o dehşetli sahnelerine şahit olunca peşine takılıp gittiği, yolunu, izini takip ettiği ve de dostluk bağlarını güçlendirdiği o saptırıcı, şaşırtıcı, yanıltıcı kimselere karşı pişmanlığın fayda vermediği bir günde nasıl pişmanlık duyacağı bakınız Furkan Suresinin 27,28 ve 29. ayetlerinde nasıl ifade ediliyor: “O gün zalim olan kimse (duyduğu pişmanlık, hasret ve nedametten dolayı) ellerini ısırarak keşke peygamberle birlikte bir yol tutsaydım, takip etseydim).” der.

“Vay benim halime (yazık bana) keşke beni (Allah’tan, İslam’dan ve Kur’an’dan uzaklaştıran) filan adamı dost edinmeseydim.”

“Ant olsun ki öğüt veren (Kur’an) bana gelmiş iken o (dost kabul ettiğim kişi) beni (Kur’an’dan ve İslam’dan) saptırdı. Zaten şeytan insanı böyle yüz üstü bırakarak rezil rüsva eder olmuştur.”

Allah’ın rızası dışında mal, servet, makam, mevki ve menfaat uğruna kurulan yapmacık ve sahte dostlukların sonu hasret, nedamet, öfke, buğz ve adavetle sonuçlanır. “O (kıyamet günü) dostlar birbirine düşman kesilirler, ancak (Allah için birbirleriyle dost olan) takva sahipleri (muttaki kimseler) müstesna (onlar böyle değildir)”[10]

Efendimiz (s.a.v) “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurmuşlardır.[11]

“Kişi dostunun (dost edindiği kişinin) dini üzerinde olur. (O halde) insan kimi dost edindiğine (bi) baksın.”[12]

Dost edineceğimiz kimseleri seçmek zorundayız. Ahirette beraber olmak istediklerimiz ile dostluk kurarız. Sonunda düşmanlığa dönüşecek kimseleri dost edinemeyiz. Sonra filan kimseyi keşke dost edinmeseydim diye hayıflanıp vahlanıp dururuz ama beyhude.

İslam büyükleri, dostları 3 kısma ayırırlar:

  1. Bir dost vardır gıda gibidir onlara her an ihtiyaç duyulur.
  2. Bir dost da vardır ki ilaç gibidir. Ona da zaman zaman ihtiyaç duyulur.
  3. Üçüncü derecede bir dost daha vardır ki dert gibidir. Ona da hiçbir zaman ihtiyaç duyulmaz. Bu tip dostların bir özelliği vardır ki o da (sizi) her zaman rahatsız etmekten zevk alırlar.

Dost edinilecek kimsede bulunması gereken özellikler;

  1. Dost edineceğiniz kimse akıllı olmalıdır.
  2. Güzel ahlaka sahip olmalıdır.
  3. Fasık ve facir bir kimse olmamalıdır.
  4. Ehl-i bidat (ve hurafeci) olmamalıdır.
  5. Dünya ve dünya malına makamına, şanına, şöhretine, şehvetine düşkün bir kimse olmamalıdır.

Ahmet Rufâî Hazretleri (k.s) şöyle buyuruyor:

Her kim şu sekiz sınıf insanla düşüp kalkarsa şu sekiz özelliği artar:

  1. Devlet adamları ve idarecilerle düşüp kalkanların kibri ve katı kalpliliği artar.
  2. Zenginlerle düşüp kalkanların dünya ve dünyada ki varlıklara karşı hırsı artar.
  3. Fakirlerle düşüp kalkanların ilahi taksimata karşı rıza ve teslimiyeti artar.
  4. Çocuklarla düşüp kalkanların oyun ve boşa vakit geçirme arzusu artar.
  5. Kadınlarla düşüp kalkanların cehalet ve şehveti artar.
  6. Salih kimselerle düşüp kalkanların ibadete karşı rağbet ve arzusu artar.
  7. Âlimlerle düşüp kalkanların ilmi, verası, zühdü ve takvası artar.
  8. Fasık, facir (isyankâr, günahkâr kimselerle) düşüp kalkanlar günah işleme ve tövbeyi geciktirme arzusu artar.

Peygamberi imam (önder), Kur’an-ı Kerimi de rehber edinen gerçek iman sahibi mü’minlerin, hristiyanların yanlış telkin ve propagandalarına karşı cevapları ayet-i kerimede bizlere şöyle öğretilmiştir:

“(Biz) yalnız Allah’a teslim olmuşuz. Biz sadece O’na ibadet ederiz. Biz bütün ihlâs ve samimiyetimizle ibadetlerimizi O’na tahsis ederiz. Çünkü biz Allah’ın (verdiği) boyasıyla (hak din olan İslam’la boyandık). Allah’tan daha güzel bir rengi kim verebilir. Biz ancak O’na kulluk ederiz.”[13]

Müslüman’ın renklerin en güzeli olan bu rengin dışında başka bir renge, bir boyaya ihtiyacı olur mu? Hıristiyanların yeni doğan çocuklarını kilisede vaftiz ederek renklerini belirlemeleri üzerine, Müslümanlarla alay vâri bir konuşmaları sebebiyle bu ayeti kelime nazil olmuştur. Yüce Rabbimiz bu ayette en güzel rengin İslam olduğunu, İslam üzerinde bir başka düzenin ve sistemin olamayacağını ve olmayacağını açık bir şekilde beyan etmektedir. O halde Müslümanların İslam dışı rejimlerin gölgesinde ve himayesinde kendileri için bir yer ve yurt araması onun inancı ile asla ve asla bağdaşmaz. Müslüman İslam dışı bir sistemin altında ve gölgesinde yaşamaya asla rıza gösteremez. Çünkü İslam tüm rejimleri red eden en yüce bir dindir.

 

[1] Bakara, 2/124.

[2] Furkan, 25/74

[3] Enbiya, 21/73.

[4] Hud, 11/17.

[5] Secde, 32/24.

[6] Tevbe, 10/12.

[7] Kasas, 28/41.

[8] İsra, 17/71.

[9] İbrahim, 14/22.

[10] Zuhruf, 43/67.

[11] Buhari, Edep,96; Müslim, el-Birr, 167.

[12] Keşfu’l-Hafa, c.2, s.201.

[13] Bakara, 2/138.