Seyyahlık bir ülkeyi, bir beldeyi (yani bir mekânı) keşfetmenin adı değildir sadece. Aynı zamanda orada yaşayan insanların ruhlarını keşfetmek, o beldenin nabzını tutmaktır. Hem yolun hem de varacağı menzildeki insanların çilesiyle hemhal olmaktır bir manada. Yeryüzünü dolaşıp Rabbimiz’in ibret vesikalarını hem çağının insanına hem de ileriki çağların insanlarına ulaştırmaktır. Abdurreşid İbrahim de bu düsturlarla hareket etmiş ve kendisini adeta İslam milletinin hizmetine adamıştır. Doğduğu topraklar başta olmak üzere Müslümanların bulunduğu birçok ülkede onların hakları için siyasi mücadele vermiştir. Bir mütefekkir olan Abdürreşid İbrahim bize seyyahlık ile mücadelenin bir arada nasıl yapılacağını da göstermiştir.
Seyyahlığı aksiyonunun bir parçası olarak görebileceğimiz Abdurreşid İbrahim, 1857 senesinde Sibirya’nın Tarâ köyünde dünyaya gelmiştir. Buhara’dan Sibirya’ya göçen Özbek asıllı bir ailenin çocuğudur. 7 yaşından itibaren medrese eğitimini almaya başlayan Abdurreşid İbrahim 14-15 yaşlarındayken annesi ile babasını kaybeder. Annesi ve babasını kaybettikten sonra eğitimini çalışarak devam ettirir. Bir süre öğretmenlik ve imamlık yaptıktan sonra Medine’ye giderek beş sene daha eğitimine devam eder. İlme olan merakı ve 7 yaşından beri ilimle uğraşması daha sonra gerçekleştireceği Japonya seyahatinde kendisine yardımcı olur. Gerek seyahati esnasında yaptığı tartışmalarda gerekse dolaştığı İslam beldelerini değerlendirmesinde bu yetkinliğini hissettirir.
Abdurreşid İbrahim birçok defa İstanbul’a ve Medine’ye gitmiştir. Bu dönemde memleketinde bulunan başta Tatar Müslümanları olmak üzere Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmiştir. Özellikle eğitim alanında bu gayreti gösteren Abdurreşid İbrahim hem mevcut medreselerin ıslahı için çalışmış hem de yeni okulların açılmasına vesile olmuştur. Açılmasına vesile olduğu okulların birinde yedi sene de muallimlik yapmıştır.
Abdurreşid İbrahim sadece eğitimle uğraşmadı. Müslümanların siyasi yetkinliğe ulaşmaları için elinden gelen gayreti de gösterdi. Başta Mir’at, Ülfet ve Tilmiz olmak üzere birçok dergi ve gazete çıkardı. Bir ara Rusya’da resmi görevde de bulunan Abdürreşid İbrahim bu şekilde sorunlara çözüm getiremeyeceğini anlayınca görevinden istifa etti. İstanbul’da bastırdığı Livau’l-Hamd adlı risalesini Rusya’da dağıttı. Bu risale ile, baskıda olan Rusya Müslümanlarının İstanbul’a gelebileceklerinden bahsediyordu. Bazı Avrupa ülkelerine giderek temaslarda bulundu. Japonya’ya gitti ve anti Rusya propagandasına katıldı. Sultan 2. Abdülhamid’den Japonya’da İslam’ın yayılması için yardım talebinde bulundu. Fakat bu, Abdürreşid İbrahim’in, Âlem-i İslam isimli eserinde 1907’de yaptığını belirttiği ve ilk Japonya seyahatim, diyerek bahsettiği büyük seyahati değildir.
BİZİM ŞEHİRLERİMİZ
İsterseniz biraz da seyyahımızın kitabından bahsedelim. Âlem-i İslam isimli bu kitap Türkistan’dan başlayıp Japonya’ya Çin’e oradan da Hindistan ve Arabistan’a yaptığı yolculuğu ve değerlendirmelerini kapsıyor. Yolculuğunun ilk kısmında Buhara ve Semerkant gibi ulemasıyla, mutasavvıflarıyla medeniyetimizi besleyen şehirleri ziyaret etmiştir. Bu şehirler sadece insanıyla değil o insanların inşa ettiği yapılarıyla da medeniyetimizin göz bebeğiydiler. Zaten insan ne kadar kemâle yaklaşmışsa ortaya koyduğu eserlerde o kadar mükemmele yakın olmuyor mu? Tanpınar’ın, Beş Şehir’de Bursa’yı anlatırken kullandığı şu ifadeler Bursa’ya, İstanbul’a hitap ettiği gibi Buhara’ya, Semerkant’a, Taşkent’e ve daha nice şehirlerimize de hitap ediyor; “Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyorlardı.” Batı’nın şeddadi şehirlerinin aksine bizim şehirlerimiz sanki bir şiiri fısıldıyor. Fakat Abdurreşid İbrahim’in eserinde maalesef bu fısıltıya kulak veremiyoruz. Zira onun anlattıkları, bu şehirlerin buhran dönemine ait. Bu rahmanî şehirler bir faninin kalbi gibi değişmiş, Abdürreşid İbrahim’in deyişiyle eski İslam eserlerinin enkaz ve harabesi durumuna gelmiştir. İlmi olarak da durum çok farklı değildir. Her ne kadar Buhara’da iki yüz medrese ve yirmi yedi bin talebe olduğunu söylese de bugün bizim de dillendirdiğimiz eleştiriyi yöneltiyor; “Öğretim usûlü berbat, bir kitabın mukaddimesini beş senede tahsil ederler, yirmi otuz sene medrese odasında oturur, bütün ömrünü âlât, lisan tahsilinde geçirir, tahsil sonunda iki kelime Arapça konuşamadığı gibi, bir satır da Arapça ile bir şey yazmaktan âcizdir.
JAPONYA SEYAHATİ
Yoluna devam eden Abdurreşid İbrahim yolculuğu esnasında bazı kişilerle ilmi münakaşalar yapar, bazen bilgi alış verişinde bulunur, bazen de dünya siyaseti üzerine değerlendirmelerde bulunur. Sibirya da Tomsk şehrinden geçerken Budistlerle karşılaşır ve onların dini akaidleri ve ibadetleri hakkında malumat alır. Reisleriyle görüşür ve hatta mabetlerine bile gider. Yolculuğu bu şekilde devam eder. Artık İslam’a pek yakın bir millet olarak nitelendirdiği Japonların diyarına varmıştır. Yolculuğunun da esas gayesini teşkil eden Japonya seyahati hakkında genişçe malumat verir.
Doğu milletleri arasında Batı emperyalizmine karşı en kuvvetli gayreti göstermektedir Japonya. Bugün Batı anlayışına ve kapitalizme yenik düşse de o günlerde gösterdiği direniş malum. Kültürlerini korumak için küçük görünen değişikliklere bile dikkatle yaklaşmışlardır. Ecnebi kelimelerinden mümkün oldukça kaçmış, yeni icat edilmiş teknolojik aletlere kendileri isim koymuşlardır. Postaya yubin ve fotoğrafa şaşin dedikleri gibi.
Abdurreşid İbrahim Japonya’da siyasi temaslarda da bulunmuştur. Başta liderleri Mikado olmak üzere birçok kişiyle görüşmüştür. Eğitim kurumlarında ve farklı cemiyetlerde Japonların istekleri üzerine konferanslar vermiştir. Gerek konuştuğu isimlerdeki gerekse konferanslarındaki mevzular dönemin politik tavrını bize göstermektedir. Bu konuşmalarda Japonların, Rusya ve Çin ile olan ilişkileri yer alır. Batı ülkelerinin gönderdiği misyonerlere ve dayattıkları batılı yaşam tarzına hem toplum olarak hem de siyasiler olarak gösterecekleri direnç gündeme gelir. Japonların, Batılı ülkelerin aksine Osmanlı’ya karşı farklı bir muhabbetleri vardır. Türkiye’yi şarkın geleceği açısından pek önemli görürler. Bir profesörün Türkiye’nin istikbali mevzuunda verdiği konferansta “Şark’ın ruhu Türkiye hükümetidir.” ifadelerini hatıratına kaydeder Abdürreşid İbrahim.
Japonya’dan sonra seyahatine devam eden Abdurreşid İbrahim, Çin’i ve Singapur’u ziyaretinden sonra Hindistan’a varmıştır. Japonya’dan sonra Hindistan da kitapta önemli yer tutar. Özellikle İngilizlerin buradaki idareleri ve zulümlerini bize anlatır. Müslümanların halleri de iç açıcı değildir. Onlar da zulme ve hakarete maruz kalırlar. Yani Sibirya ve Buhara, Semerkant gibi yerlerde Rusların, Hindistan da ise İngilizlerin zulmü vardır. Abdurreşid İbrahim burada kısa bir süre gözaltında bile kalmıştır. Bir süre daha kaldıktan sonra Hindistan’ın tamamını ziyaret etmekten vazgeçmiştir. Buradan Arabistan’a hac yapmak için yola çıkmıştır. Hacı vapurları ve farklı gördükleri hakkında değerlendirmelerde bulunan Abdurreşid İbrahim en çok da karantinaya alınmayı eleştirir. Bunu sıhhat açısından ziyade Avrupalıların siyasî olarak düşündüklerini söyler ve Osmanlı yöneticilerinin bu uygulamanın siyasî cihetini anlamaktan mahrum olduklarını dillendirir. Abdurreşid İbrahim, Arabistan’ı ziyaretinden sonra Dersaadet’e yani İstanbul’a döner.
SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜNDEKİ VAİZ
Abdurreşid İbrahim İstanbul’a birçok defa gelip gitmiştir. Her ziyaretinde yeni isimlerle tanışmış ve eski dostlarıyla da kaynaşma fırsatı bulmuştur. Bu dostlarından en yakın olduğu kişi Mehmet Akif’tir. Akif’le birçok görüşmeleri olmuş ve fikir alışverişinde bulunmuştur. Ortak yanlarından en önemlisi birçok fikir ayrılıklarının yaşandığı bir dönemde ikisinin de İslam âleminin içinde bulunduğu buhrandan çıkması için gösterdikleri gayrettir. Mehmet Akif’in onu ve âlem-i İslam seyahatini eserinde anlatması aralarındaki yakınlığı göstermektedir. Akif onu “Süleymaniye Kürsüsünden” isimli uzunca şiirinin vaizi yapmıştır. Bu şiir dönemin İslam toplumlarının ahvalini haber verir. Yani yirminci yüzyılın İslam toplumunu bu şiirinde Abdurreşid İbrahim’in ağzından anlatır Akif. Abdurreşid İbrahim’in Âlem-i İslam isimli seyahatnamesi de bu şiirin adeta tefsiri mukabilindedir.
MÜCADELEYE DEVAM
Abdurreşid İbrahim geri kalan hayatında mücadelesine devam etmiştir. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi üzerine Mısır’ı geçip kara yoluyla Derne’ye varmıştır. Derne, Bingazi, Tobruk ve Trablusgarp cephelerinde zaman zaman fiilen çatışmalara da katılmıştır. Enver Paşa ile burada tanışmış ve samimi bir dostluk kurmuştur. Edirne’nin düşmanın eline düşmesi üzerine Abdurreşid İbrahim; Japonya, Çin, Hindistan ve Malezya’daki dostlarına mektuplar yazmış ve onları cihada çağırmıştır. Japonya’da bazı gazeteler üzüntüyle bu haberi halka duyurmuştur. Bu durum, Abdurreşid İbrahim’in Japonya’da Türkiye lehine oluşturduğu kamuoyunun büyüklüğünü gösterir. Rusların Kuzey Doğu Anadolu’yu işgali üzerine oraya gidip askere moral vermiştir. Almanların Ruslardan esir aldığı Rusyalı Müslümanları Osmanlı saflarında savaşmaya ikna etmiştir.
Bir dönem Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde de ikamet eden Abdürreşid İbrahim, 1933 senesinde sürekli hasret duyduğu Japonya’ya dönmüştür. Uzun zamandır bir türlü yapılamayan Tokyo Camii’nin temellerini attırıp dört yılda tamamlamıştır. Bu arada bazı gazetelere mülakatlar vermiş ve makaleler neşretmiştir. Müslümanlara din ve tarih dersleri vermekle birlikte Tokyo Camii’nin imamlık vazifesini yürütmüştür. Onun vesilesiyle birçok Japon, Müslümanlığı kabul etmiştir. Abdurreşid İbrahim’in İslam’a yaptığı en önemli hizmetlerden biri, İslam Dininin Japon parlamentosunda resmî din olarak tanınması (1939) ve Japon ders kitaplarındaki İslamiyet ile ilgili yanlışların düzeltilmesidir. Abdurreşid İbrahim 17 Ağustos 1944’de 87 yaşında vefat etmiştir. Cenazesine iştirakin çok olması beklendiğinden, namaz üç gün sonraya ertlenmiştir. Allah rahmet eylesin.