İçeriğe geç
Anasayfa » MÜLKÜN SAHİBİNİ TANIMAK*

MÜLKÜN SAHİBİNİ TANIMAK*

Allah’a (c.c) hamd ü senâlar olsun ki, bizleri yokluk âleminden varlık âlemine göndermiş ve aydınlatmış olduğu dünya içerisinde gözlerimizi açmayı nasip buyurmuştur.

Civarımızdaki varlıkları görüp yaratıcımızı bulmak için akıl nimeti gibi büyük bir nimeti de ihsan ederek bizleri şereflendirmiştir.

Rabbimiz bizlere lütfettiği akıl vasıtasıyla anlama, idrak etme ve anlatma kabiliyeti de ihsan buyurmuştur.

Böylece gözümüzle görüp, kulağımızla dinlediklerimizi aklımızla anlar, kavrar ve dilimizle anlatırız.

Muhakkak ki dünyaya gözümüzü açtığımız anda yani mükellef olduğumuz anda aklın ilk görevi; bu dünyada var olanları var edeni bulmak ve tanımaktır.

Muhakkak ki dünya denilen bu muazzam köşke misafir kabul edilen her insana o köşkün mimarını ve sâniini (sanatkârını) ve sahibini araştıracak bir akıl da ihsan edilmiştir. Bu misafirin tutup da “Bu evin mimarı benim, sahibi benim, burada istediğim kadar istediğim gibi yaşarım.” sözlerini konuşmaya değil düşünmeye bile hakkı yoktur.

Konumunu unutarak böyle düşünüp konuşan misafirin yanına köşkün güçlü ve kudretli sahibi gelince misafirin hâlini bir düşünün.

Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri insana böyle bir durumda ev sahibinin nasıl gazaplanacağını ona karşı ne gibi tavır takınacağını idrak edecek akıl ve vicdanı da ihsan buyurmuştur.

Bundan dolayı misafir, gördüğü muazzam binanın mimarının ne güzel olduğunu, sahibinin ne büyük imkânlara sahip olduğunu düşünüp misafirhane sahibine karşı gerekli saygıyı takınmalı ve tâzimde bulunmalıdır.

Bizler gönderildiğimiz bu fâni dünya misafirhanesinde akıl sahibi olduğumuz anda; uçsuz bucaksız yüksekliklerde direksiz bir çatı halk edip, onu güneş, ay ve yerinde sabit olan veya süratle dönen yıldızlarla süsleyen, bu yıldızları yörüngelerinde birbirleriyle çatıştırmadan kâinatın yaratılışından bu yana döndürüp dolaştıran Allah Zülcelâl’in o büyük kudret ve azamet-i ilâhiye karşısında boynumuzu büküp, kâinatı var edenin ne muazzam bir sanatkâr olduğunu düşünmeliyiz.

Allah Teâlâ (c.c), “Ey insanlar, gözünüzü semaya çevirip bakınız. Nizam-ı ilahiyemde bir eksiklik bulup da onu daha güzel bir şekle döndürmeniz için bir plan hazırlayıp icra edebilir misiniz?” buyuruyor.

Böyle bir şeyi yapamayacağımız kanaatine vararak kudret-i ilâhi karşısında boynumuzu bükmeye mecburuz.

Tekrar başımızı kaldırıp, gözümüzü semaya dikip büyük bir dikkatle bakarsak beynimiz daralır, aklımız şaşar ve kendimize atfettiğimiz ümitlerimiz sona erer.

Bu düşünceye sahip olan insan ancak o zaman “Ben kimim ki bu büyük nizam ve intizamı tanzim edip hayata geçiren varlığın karşısında kendimde bir şeyler iddia etme cesareti buldum.” der ve büyük bir pişmanlık içerisinde kendisine dönmekten, kendi acziyetini kabul edip itiraf etmekten başka bir çaresi olmadığını idrak mecburiyetinde kalır.

Acziyetinden dolayı insanın boynu bükülünce, gözünün önüne fikir sahası ardına kadar açılır.

Bilhassa bahar mevsiminde dünyadaki harekâta dikkatini çekip gördüklerini ve göremediklerini düşünmeye başlayan insan;

“Aman ya Rabbi! Ne büyük kuvvet, ne büyük kudret ve ne büyük azamet sahibisin. Kudret-i ilahiyenle, sayısız ve güzel lütuflarınla şu ölü topraktan enva-i çeşit nebatatı meydana çıkarıp, Cemal sıfatının gereği bizlere ikram ettiğin bu güzel ihsanlarınla en güzel hane sahibi Sensin (c.c).” der.

Muhakkak ki aklın vazifesi, kâinatın Halik’ını (c.c) bulup tanımaktır. Bunun için akıl nurunun önündeki heva, heves ve arzu karanlıklarını aradan kaldırıp, kâinatı bir araya toplamak için uğraşmaktansa; bahçede bir gülün karşısına geçip, “Bu gülü yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmak için toprakta gizleyip zamanı gelince meydana çıkaracak olan bir kimse var mıdır veya böyle bir kimse var olabilir mi?” diye düşünmek yeterli olacaktır. Bu düşünce karşısında aklın şaşkınlık içerisinde “hayır” dan başka vereceği bir cevap yoktur. Bu gerçeği idrak edecek kadar düşünemeyenlerin ise akıldan bahsetmeye hakları bile yoktur.

Bir varlığın yoklukta iken, yok olan bir şeyin kendisini var edebileceği iddiasını, akıllılar değil eşyalar bile kabul etmez.

İnsan dışındaki varlıklar “Sen (c.c) varsın ve varlık verensin.” sedası ve halleri ile Allah’ı (c.c) tespih ederler. Akıl sahibi insanlar da artık kendilerine çekilip içinde bulundukları bu misafirhanenin bir sahibi olduğunu öğrenmelidirler.

İnsan, hane sahibinin varlığını bilip kabul ettiğinde Onu (c.c) bütün vasıfları ile tanımaya aklî melekelerin yeterli olmadığını da öğrenmelidir. Bunu öğrendiği an; aklın bu büyük kudret karşısında âciz kalıp iflas ettiğini görerek vahye müracaat eder. Böylece Mülkün Sahibi (c.c) kendisini insanlara nasıl tanıtmışsa, o da Onu (c.c) öyle tanır ve diğer insanlara tanıtır.

O zaman kendisini akıllı kabul eden insan, tarihin başlangıcından bu yana heykellerin önünde boyun büküp, peygamberlere zulmedip vahye karşı gelen isyankârların durumunu ve ilâhi nizamın karşısına yerleştirmeye çalıştıkları beşerî nizamlarının perişanlığını açık bir şekilde görür.

Her iki nizamın birbirlerine karşı olan uzaklığı karşısında şaşkınlığa düşen insan Hakka yönelerek Ona karşı kulluk vazifelerinde ihmalkârlık yapmadan yasaklarını terk edip, emirlerine itaat mecburiyetinde olduğunu kabul edip, Mülkün Sahibi’nin (c.c) gazabından korunmak için tazarru ile niyazda bulunmayı en önemli vazifesi bilir. Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri bu arayış ve anlayışla Hakk’a yaklaşmayı cümlemize nasip buyursun.

Selâmların bekâya intikal etmesi için; dünyada Mülkün Sahibi’ni (c.c) tanıyarak ebedî âlemde ebedî mülklerle mükâfatlanıp “Ey kullarım, selamımı melekler ve rasûllerin lisanlarıyla dünyada sizlere ulaştırmıştım. Şimdi vasıtalar aradan kalktı. Selam size olsun.” hitabına muhatap olma şerefine kavuşmanın arayışı içerisinde olmalıyız.

Bunun için de ilk ve en önemli vazifemizin güçsüz, kuvvetsiz ve kudretsiz varlıkların kulluk esaretine mahkûm olma zilletinden kurtuluş yollarını aramak olduğunu bilmeliyiz.

Selâm, hidayete tabi olan ve Mülkün Sahibini (c.c) tanıyanlar üzerine olsun.


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, 07.03.2008 tarihinde, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılardan sekizincisidir.