İçeriğe geç
Anasayfa » MÜ’MİNLERİ TEHDİT EDEN ÜÇ BÜYÜK AFET*

MÜ’MİNLERİ TEHDİT EDEN ÜÇ BÜYÜK AFET*

Allah Teâlâ’ya hamd ü senâlar ve sonsuz şükürler olsun ki, bizleri yarattığı varlıklar içerisinde sûreten en güzel şekilde yaratmıştır.

Bizleri en güzel şekilde yaratan Allah Teâlâ 9 Hazretleri bizlere en güzel şekilde nasıl yaşayacağımızı da bildirmiştir.

Rabbimiz; bizleri, doğru ve yanlış arasındaki farkları, iyi ve kötü arasındaki zıtlıkları, iyiler ve kötülerin durumlarını, her renk, tat, koku ve şeklin birbirinden farklı özelliklerini tespit eden akıl nimeti ile şereflendirmiştir.

Ama akıl, kendi başına insanın dünya ve ahiret hayatı için bir kurtuluş yolu tespit etme güç ve kudretine sahip değildir. Çünkü istikbalî hayat, bilinmeyen gayb âlemindendir. Dolayısıyla akıl; Allah Zülcelâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin neleri nasıl yarattığını düşünerek İlâhî Kitab’da bildirilen emir ve yasakları hak olarak kabul edebilme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Onun için akıl ancak vahyi anlayacak bir kuvvet ve kabiliyetten ibarettir.

Aklıyla her şeyi anlayacağını ve karşılaştığı problemleri çözebileceğini düşünen insan, aklını vahyin önüne karanlık bir perde haline getirmiş demektir. 

Bu şekilde düşünen insan; Allah Teâlâ’nın 9, rasûlleri boşu boşuna gönderdiğine, onlarla gönderdiği kitapları da iş olsun diye indirdiğine, dolayısıyla Allah Teâlâ’nın 9 faydasız işlerle meşgul olduğu kanaatine sahiptir. -Hâşâ-

Allah Zülcelâl Hazretleri ise lüzumsuz ve faydasız işlerle meşgul olmaktan münezzehtir. Onun için her eşya, canlı ve cansız her zerre daima Allah Teâlâ’yı 9 tesbih eder. Bu tesbihin gerçek manası ise; Allah Teâlâ’nın 9 hiçbir şeyi faydasız yaratmadığını, bunu bütün mahlûkatın haliyle tasdik ve ikrar etmesi demektir.

Akıl dünya ve ahiret hayatını değil, yaşadığı bir günün nasıl şekillenip sona ereceğini dahi bilmekten acizdir.

Eğer akıl, kendi başına insan için faydalı veya zararlı olacak işleri tespit edebilecek olsaydı, insanlığın yaratıldığı andan günümüze kadar geçen sürede bir doğru üzerinde ittifak edilirdi. Bir doğru üzerinde ittifak edemeyen akıl, aynı zamanda bir yanlışın da yanlış olduğunu tespit edemediğinden ilk günden bu yana kavgalar, dövüşler ve ihtilaflar devam edip gelmiştir.

O günden bugüne akıl kendi başına bir doğruda ittifak edemediği için hukuk sistemleri ve kanunlar da sürekli değişikliklere uğramış ve uğramaya da devam etmektedir. Yani akıl kendi başına bir hususta ittifak ederek dünya gündeminden bir sıkıntıyı bertaraf edememiştir. Bundan dolayı dünya sürekli olarak krizler, savaşlar ve birbirinden beter sıkıntılar içerisinde çalkalanıp durmaktadır. Dolayısıyla doğruda ittifak edemeyen akıl, akıllıları tehdit eder hale gelmiştir.

Kısaca akıl, var olan bir şeyin yaratılışındaki esrarı düşünür ve onun yaratılışındaki güzellik ve uyum karşısında, onun gibi bir şeyi meydana getirmesinin mümkün olmadığını kavrayarak acziyetini bütün kâinata ilan eder.

İnsanlığın huzurunu sarsarak bozan, dünyayı kan gölüne çeviren, zulümleri ile mazlumları sömürüp masum yavruları açlıkla ölüme terk edip iffetli kadınları perişan edenler kendilerini akıllıların en akıllısı görenler değil midir? O akıllılara yardımcı olanlar da kendilerini, zulmettiklerinden akıllı kabul edenler değil midir? Dolayısıyla aklıyla bir varlığı yaratamayan bir akıllının, insanların dünya ve ahiret hayatı için bir kurtuluş yolu bulması mümkün değildir. Bu hususu, kâinatın yaratılışından bugüne kadar meydana gelen hadiseler ispat etmektedir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki insanı yaratan ve ona layık olan hayat tarzını en güzel şekilde bilen varlık, Allah Teâlâ 9 Hazretleridir.

İnsanı yaratan varlık, insana lütfedilen akıl nimetini de yaratmıştır. Dolayısıyla akıl bir mahlûktur. Mahlûk olan akıl, Hâlik’in (Yaratıcının) koyduğu ölçülere göre yaşarsa hem dünya hayatında hem de ebedî hayatta sevinçli ve mutlu günlere kavuşur.

Yaratılışını ve Yaratanın en güzel yaratıcı olduğunu anlayabilen insan, aklını doğruları bulmak için kullanan insandır. Bu düşünceye sahip olan insan, kendisini en güzel şekilde yaratan Rabbinin, en güzel şekilde nasıl yaşayacağını bildiğini de kabul eder.

Rabbi insanı aklıyla baş başa bırakmayarak hakikati kullarına öğretmek için rasûller göndermiştir. O rasûller kâinatın en akıllı kimseleri olmalarına rağmen Allah Teâlâ onlara kitaplar da göndermiştir.

Bu ilâhî kitaplar, insanı vahşet dünyasından huzur dünyasına, zulümden adalete, sömürgecilikten yardımlaşmaya, mesken ve sofraları seviyesizlikten kurtarıp, insanları kemalâtın zirvelerine yükseltmek için gönderilmiş davet mektuplarıdır. Rabbimiz bu ilâhî kitapları göndererek insanlara hayatın sadece bu fâni dünya âleminden ibaret olmadığını bildirmekte ve onlara sonsuz hayatı nasıl kazanacaklarını, ebediyetin vahşetinden nasıl kurtulacaklarını bildirmektedir.

Rabbimiz Kitâb-ı İlâhîsindeki birçok ayet-i kerimede ise bu nimetleri ve hakikatleri ancak akıl sahiplerinin kabul edeceklerini de bildirmektedir.

Ey Allah Zülcelal’in 9 akıllı olarak isimlendirdiği insan!

Önce, aklını Rabbinin emir ve yasaklarına teslim eden insanların yaşadığı devirleri gözünün önüne getir, ardından da aklı her şeyden üstün kabul edenlerin yaşadığı devirlere bak ve Allah Teâlâ’nın vahyine bağımlı toplumların huzurlu dünyası ile aklına güvenenlerin huzursuz ve kargaşa içerisindeki dünyasını bir mukayese et.

Akl-ı selim, bu iki toplumu ve buna benzer halleri birbirinden ayırıcı bir güçtür.

Sizler de akl-ı selim sahiplerinden olunuz ve aklınızı Kur’an ve sünnetle aranıza bir engel olarak koymayınız.

Allah Zülcelâl, yaratmış olduğu akıllı kullarını kendisine muhatap kabul ederek, onları sadece dünyanın huzur, saadet ve mutlu günlerine davetle yetinmeyerek bu hayatın sona ermesi ile başlayacak olan ebedî hayatın emsalsiz nimetlerine de davet etmiştir.

Rabbimiz Yûnus Sûresi’nde bu hususla ilgili olarak:

Allah (kullarını) Dârü’s-selâma (selamet yurdu olan cenneti kazanmaya) davet eder ve O dilediğini doğru yola iletir.[1] buyurmaktadır.

Rabbimiz, kullarını “Dârü’s-selâm” diye isimlenmiş olan cennete davet buyurduğunu bu ayetle bizlere haber vererek İlahî Kelâm’ın bir davet mektubu olduğunu bu vesile ile de bizlere bildirmektedir.

Önünüzde böyle bir harita ve onun dosdoğru anlaşılması için sünnet-i Rasûlillah varken, günümüzün şöhret budalası yazarçizerlerinin yazılarını okuyarak, konuşmalarını yaldızlı sözlerle süsleyen hatipleri dinleyerek hayatınızı zayi etmeyin.

İbn Abbas’ın 4, Rasûl-i Ekrem’den (sav.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte dinin afetlerinin en büyüklerinin aşağıda zikredilen şu üç şey olduğu bizlere bildirilmiştir:

1. İlmiyle hayatını birleştirmemiş olan âlim

Yani ilim tahsil etmiş, dinî mevzuları okuyup anlamış, fakat öğrendiklerini yaşamayarak isyankâr olmuş bir âlim.

2. Zalim idareciler

Yani idarî makamları işgal etmiş zalim yöneticiler. Onlar insanlara dünya ve ahiretin kurtuluş yollarını gösterecek yerde, insanları felakete sürükleyen sapıklık yollarını göstermişlerdir.

3. Cahil müctehidler

Yani sahip oldukları ilmi, insanların sapıklaşması için kullanan, onları inançta şüphe bataklığına sürüklemek için gayret gösteren ve Rabbimiz tarafından “kitap yüklü merkepler” olarak tavsif edilen ilim sahipleri.

Muhterem kardeşlerim!

Hayatınızı felakete sürükleyen bu üç büyük belaya çok dikkat edin.

Sizlere bilhassa cahil müctehidlerin yazıp çizdiklerine karşı çok dikkatli olmanızı tavsiye ederim.

Bir insanın, Arap lisanını en mükemmel şekilde bilmesi onu cehaletten kurtarmaz.

Çünkü İmriü’l Kays’lar ve Ebû Cehiller Arap edebiyatının dehaları idiler. Fakat bu bilgileri onların “cahil” diye tanıtılmalarını engellemedi.

Muttaki müctehid âlimler ise ayet-i celileri Rasûl-i Ekrem’in sünnet hayatı ile birleştirerek insanların ebedî saadete ulaşması için gayret edenlerdir.

Sünnetle Kitab’ı birleştiremeyen cahillerin, cehaletlerinin büyüklüğünü anlatmaya ve araştırmaya da lüzum yoktur.

Allah Teâlâ vahyine tâbî olmayı cümlemize nasip buyursun.

Rabbimiz aklını, Kur’an ve sünnetin önüne aşılmaz bir engel olarak koymaktan cümlemizi muhafaza etsin.

Selam, aklını Kur’an ve sünnetin hizmetine vererek hidayete tâbî olanların üzerine olsun. 


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, 24.10.2009 tarihinde, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılardan on birincisidir.

[1] Yunus, 10/25.