İçeriğe geç
Anasayfa » MÜSLÜMANLARIN YOZLAŞMA SEBEPLERİ (I)

MÜSLÜMANLARIN YOZLAŞMA SEBEPLERİ (I)

Zâlim idarecilerin devlet yönetimindeki yanlış uygulamaları, fâsık âlimlerin hakkı batıla karıştırmaları, câhil sofuların kötü örnek olmaları, Müslümanların bozulma ve yozlaşmasının ana sebebidir. Bu yazımızda inşallah yöneticilerle alâkalı olan kısmını işleyeceğiz.

Allah Teâlâ hikmeti icabı, rızasını kazanmamız için bize İslâm’ı gönderdi. Zira bu dünyada bulunuşumuzdan asıl maksat O’nun rızasıdır. O’nun rızası da ancak İslâm’ı ehliyetli/icâzetli âlimlerden öğrenmeye, herkesin bu bilgisiyle Allah’a ve O’nun dinine sahîh bir iman ile inanmaya, yöneticilerin de dini; devlet, toplum ve fert hayatında uygulatmasına, halkın da bunu içten benimseyerek yaşamasına bağlıdır.

Fert ve toplum hayatından uzak tutulan, devlet hayatından dışlanan ve atılan bir din anlayışı ile Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, dünya ve ahiret saadetini elde etmek, fert için de toplum için de mümkün değildir.

Eğer idareciler âdil, âlimler muttakî olurlarsa, onların yönettiği ve eğittiği insanlar hidâyet üzere olur ve Hakk’ın rızasını kazanırlar. Şayet idareciler câhil ve zâlim, âlimler fâcir ve fâsık, itikadları bozuk olursa o kavmin din anlayışı yozlaşır, yaşayışı ifsâd olur ve bozulur gider.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Dinin afeti üçtür: Fasık âlimler, zâlim reisler, câhil sofular.”[1] buyurmuştur. Dinî hayatın yaşaması için âlimler ve idareciler, insan vücudundaki kalp gibidirler. Nasıl ki kalp bozulduğu zaman vücudun düzeni, nizâm ve intizâmı bozulursa, âlimler ve idarecilerin bozulmasıyla da ümmet bozulur. Ümmetin hidayet çizgisi ve inancı alt üst olur.

Yine Rasûlullah (s.a.v): “Kulaklarınızı açın, beni dinleyin! Hepiniz idarecisiniz ve hepiniz idareniz altındakilerden sorumlusunuz. İnsanlara idâreci olan, yönettiği insanlardan sorumludur. Kişi, ev halkının yöneticisidir ve onların idaresinden sorumludur. Kadın, kocasının evi ve çocuğunun yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının yöneticisidir ve o maldan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönetimi altında olanlardan sorumlusunuz.”[2] buyuruyor.

Hadis-i şerifte, başta imâm (devlet reisine) olmak üzere, bazı kademelerdeki insanların sorumluluğu duyurulmuştur. Bunlardan en başta geleni, en büyük sorumluluk sahibi olanı; milleti, millet adına yöneten ve bunun baş mesûlü olan imâmdır.

İmâm, önce ümmetin hidâyetinden, İslâm’ın ahkâmını uygulamaktan, günahın işlenmesine fırsat vermeyecek tedbirleri alıp almadığından, Allah’a kulluk yapılacak ortamı hazırlayıp hazırlamadığından sorulacaktır. Yani, halkın sırât-ı müstakîm üzere yetiştirilmesi, insanlar arasında ortaya çıkacak uyuşmazlıkları Allah’ın kitâbına, Rasûlü’nün sünnetine göre çözüp sonuçlandırması hep ona aittir.

Ümmetin mal varlığını saçıp savurmamak, onları, en zarûrî olanından başlamak üzere, öncelik sırasına göre harcamak, onun sorumluluğundadır. Çünkü insanoğlu, yeryüzünde Allah Teâlâ’nın ahkâmını uygulamakla görevli halîfesidir. Bu vazifeyi bütün insanlar adına, idareci olan kişi yerine getirir. Bu vazifeden dolayı Allah Teâlâ’ya karşı sorumlu olan kişi de odur. O ümmetin baş mesûlü olduğu gibi, tayin ettiği memurların icraatından dolayı yine o sorumludur. Çünkü onları, o vazifeye tayin eden kendisidir.

Onun için Rasûlullah (s.a.v): “Bir idareci; Allah’ın kitâbını, Rasûlü’nün sünnetini daha iyi bilen, daha liyâkatli birisinin olduğunu bildiği halde, liyâkatsiz başka bir Müslümanı devlet vazîfesine tayin ederse, Allah’a, Resûlü’ne ve bütün Müslümanlara hıyanet etmiş olur.”[3] buyurmaktadır. Binâen aleyh, bu hıyânetin sorumluluğu da kendisindedir.

Onun için, hangi vazife olursa olsun, oraya tayin edilecek görevlinin, Allah’ın kitâbını ve Rasûlü’nün sünnetini çok iyi bilip, Allah’tan korkan, ahirette yaptığının veya yapmadığının hesabını verebileceğine inanan, vazifesini yaparken yetkisini kötüye kullanmayan birisi olması lazımdır. Vazifesini ibadet aşkıyla, şefkat ve merhamet hissiyle yapması, kendisine nasıl muamele edilmesini istiyorsa başkalarına da öyle muamele eden birisi olmalıdır. İşinin ehli olması, görevi ile alâkalı işleri yerine getirirken, vazifesini en mükemmel, en faydalı olacak tarzda icrâ edebilecek yeteneklere, tecrübeye ve bilgi birikimine sahip olması gerekir.

Âdil idareciler övülmüş, onlara itaat edilmesi emredilmiştir. Zâlim idareciler yerilmiş, onlara günah olan işlerde itaat edilmemesi, onlardan gelebilecek haksızlıklara tahammül edilip ıslâhları için dua edilmesi istenmiştir.

Burada, idarecilerle ilgili birkaç hadis-i şerif, nakletmemiz faydalı olacaktır:

“Âdil idareci, yeryüzünde Allah Teâlâ’nın mızrağı ve gölgesidir. Ona, yetmiş sıddîk sevabı yazılır.”[4]

“Sünnet (milletin idâresinde tutulan yol) ikidir: Biri, mürsel (gönderilmiş) nebînin sünneti, diğeri de âdil (Allah’ın kitâbı ve Rasûlü’nün sünnetine göre hareket eden) idarecinin sünnetidir.”[5]

“İdârecilerinize sövmeyin. Onlara, ıslâh olup düzelmeleri için dua edin. Çünkü onların ıslâh olup düzelmeleri, sizin ıslâh olup düzelmeniz demektir.”[6]

“Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Ona ikram eden, Allah’a ikram etmiş olur. Ona ihânet eden de Allah’a ihânet etmiş olur.”[7]

“Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Kim ona nasihat eder, dua ederse hidayet bulur. Kim ona kötü dua eder, nasihat etmezse sapar.”[8]

Nasihat edip dua edenin hem kendi, hem de dua ettiği imâm hidâyet bulur. Nasihat etmeyenin hem kendi, hem de nasihat etmeyip dua yapmadığı imâm sapmaya devam eder.

“Kıyamet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevimli ve en yakın olanı, âdil imâmdır. O gün Allahu Teâlâ’ya insanların en kötüsü, azap bakımından en şiddetli azaba uğrayanı da zâlim imâmdır.”[9]

“İdârecisi olmayan bir memlekete uğrarsan sakın oraya girme. Çünkü sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesi ve mızrağıdır.”[10]

İslâm tarihinde bu vazifeye, liyâkatli (ehil) olanlar geldiği gibi, liyâkatsiz olanlar da gelmiştir. Ehil olanlar, canları pahasına bu mukaddes vazifeyi yerine getirmişler, gecelerini gündüzlerine katarak “îlâ-yı kelimetullah” için durmadan dinlenmeden koşuşturmuşlardır (Allah onlardan razı olsun, taksiîrâtını affetsin). Onlar, ümmetin kendi arasında kanının dökülmesine fırsat vermemişler, Hz. Osman (r.a) gibi, bir kısmı başlarına gelen belâya sabrederek kendi kanlarının akmasına razı olmuşlar; ama ümmetin kanının dökülmesine, dininin bozulup yozlaşmasına asla razı olmamışlardır.

Liyâkatsizlerin idaresinde ise gerek devlette, gerekse millet hayatında, dinde gevşemeler, ahlâkta bozulmalar, hidâyet yolundan sapmalar olmuş, böylelikle insanların ahlâksızlaşmasına sebep bunlar olmuşlardır. Daha sonra gelen büyük âfet ise her şeyi silip süpürüp götürmüştür. Bugün, hayatın her kademesinde görülen bütün olumsuzlukların ana sebebi, tarih boyu ümmet hayatında biriken bu bozulma ve yozlaşmalardır.

Yukarıdaki olumsuzluklara ek olarak, İslâm ümmetinin hayatında, uzun yılların getirdiği rehâvet, Müslümanların iç dinamizmlerini koruyamamaları, İslâm düşmanı dış güçlerin de güttükleri politikalar ve sistemli çalışmalar neticesinde, Kur’ân’ın, bütün müesseselerden ayıklanarak millet hayatından tecrîd edilmesi bu bozulma ve yozlaşmanın son perdesidir. Bu dönemde, din üzerindeki devlet koruyuculuğuna müsaade edilmediği gibi, dini aşağılayanlar, hakaret edenler teşvik dahi görmüşlerdir.

Yöneticiler dikkat edin! Rasûlullah (s.a.v) tarafından, iyileriniz övülmüş, kötüleriniz yerilmiştir. Dünya hayatının şâşaası, etrafınızda dalkavukların fır dönmesi, emir ve salâhiyetinizin size sağladığı imkânlar, sakın sizi aldatmasın! Yarın, bu vazifeler elinizden çıkacak; ama siz bu vazifelerden dolayı hesaba çekileceksiniz. Tayin ettiğiniz memurların yaptıkları icraatın sorumlusu da yine siz olacaksınız. Siz, onların yaptıklarından da hesaba çekileceksiniz. Allah’ın dini ne diyorsa ona göre hareket edin. Sakın yanlış yapmayın!  Gücünüzün yettiği iyilikleri yapın ki, Allah Teâlâ gücünüzün yetmediklerine karşı size imkân versin. Dini sulandırmayın, halkı azdıracak, yozlaştıracak ve baştan çıkaracak kararlara imza atmayın! Milletin malını harcarken en iktisatlı vaziyette, en zarûrî olanından başlayarak, öncelik sırasına göre harcayın.

Devlet görevi verilirken, eşe, dosta, arkadaş ve ahbâba, hısım ve akrabaya sadece bu sebeplerden dolayı görev vermeyin. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in “Bir idareci, birisini, sadece sevdiğinden veya akrabası olduğundan dolayı bir göreve getirirse, Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere hâinlik yapmış olur.”[11] ikazını unutmayın!

Biliniz ki, burası pastaların pay edildiği, menfaatlerin bölüşüldüğü, kapanın elinde kalan bir yağma yeri değildir. Zira “Sizden birini, bir işimize tayin ederiz de o, bir iğne ya da bundan daha büyük bir malı bizden aşırırsa, o mal ile elleri boynundan kelepçeli olduğu halde kıyamet günü Allah’ın huzuruna gelir.”[12] diye haber veren bir peygamberin ümmetiyiz. “Kim zerre miktarı hayır işlerse, onu görecek. Kim de zerre miktarı şer işlerse onu görecektir.”[13] Yarın bunların hesabı zerre zerre sorulacaktır.

Ey ümmetin yöneticileri! Siz iyilikleri yayarsanız, o iyilikleri işleyen halkın aldığı kadar sevap alırsınız. Şayet kötülükleri yayarsanız, o kötülüğü işleyenler kadar günaha batarsınız.

İbret olsun diye Kur’ân’dan bir kıssayı da burada aktarmak istiyorum:

“Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları sinesine gömüp boğuverdi. Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola (hidâyete) sevk etmedi.”[14] Allah Teâlâ Firavun’u, kavminin dünya ve âhiret hidâyetinden sorumlu tuttu. O ise, kavminin dünyada helâk olmalarına, âhirette de azâba uğramalarına o sebep oldu.

İsyanları sebebiyle Firavun ve kavminin alt üst olan dünya hayatlarını, binbir emekle kurdukları dirlik ve düzenlerini; kendileri, aileleri ve evlatları için kurdukları hayal dünyalarını, bunun üzerine inşa ettikleri istikballerini; kendisinin ve yönetimi altındaki kavminin yerlerinden, yurtlarından, saray ve köşklerinden, bağ ve bahçelerinden nasıl edildiklerini, hiç düşündük mü? “Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve muhteşem saraylarından çıkardık.”[15] “Onlar geride nice (bağ) bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefâsını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı. İşte böylece, biz de onları başka bir topluma miras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı, onlara mühlet de verilmedi.”[16]

Burada, ne idarecileri Firavun’a benzettim ne de bizi onun kavmine. Bunu bir slogan olarak da dile getirmedim. Bundan ders alalım, diye anlattım. Eğer “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.” ayeti olmasaydı, onların bu haline acıyıp üzülecektim.

Fakat buradan alınması gereken ders; Firavun’un, kavminin hidâyetinden sorumlu bir idareci oluşudur. Eğer idâreciler düzelirse millette onlarla düzelir. Hem dünyada ve hem de âhirette saadet ve selâmet hepimizin olur. Eğer bozulursanız, millette bozulur. Yozlaşırsanız, millette yozlaşır. O zaman dünya ve ahiretin zararını hepimiz birlikte çekmiş oluruz. Allah (c.c), cümlemizi yanlışta ısrar etmekten muhafaza buyursun.

Bize düşen ders de, termometre nasıl ki bulunduğu ortamın sıcaklığını gösteriyorsa, bu idareciler de birer termometre gibi bizim durumumuza âyine oluyorlar. Bizler de karşılığını ona göre buluyoruz. Allah Teâlâ, hem idarecilerin ve hem de bizim düzelmemizi nasib ve müyesser eylesin. Âmin.

 

[1] Câmiu’l-ehâdîs, 1-29.

[2] Müslim, 6-7.

[3] Beyhakî, 10-118.

[4] Kenzü’l-Ummâl, 6-8.

[5] a.g.e, 6-6.

[6] a.g.e.6, 11.

[7] Câmiu’l-ehâdîs, 13-383.

[8] a.g.y.

[9] Kenzü’l-Ummâl ,6-9.

[10] Beyhakî, 8-162.

[11] Kenzü’l-Ummâl, 5-761.

[12] Müslim, 6-12.

[13] Zilzâl; 99/7-8.

[14] Tâhâ; 20/78-79.

[15] Şuarâ; 26/57-58.

[16] Duhân; 44/25-29.