İçeriğe geç
Anasayfa » NAFİLELER MUHABBETULLÂHIN ANAHTARIDIR

NAFİLELER MUHABBETULLÂHIN ANAHTARIDIR

Bir tarafta iyi ve güzel amellerle iştigal eden, imandan mahrum kalan kimseler; diğer tarafta ise amelsiz ve ahlâk-ı hamîdeden yoksun, iman sahibi iddiasında bulunan kimseler… Öncelikle şunu ifade edelim ki; imandan mahrum ve yoksun kalan kimselerin hiçbir iyi ve güzel ameli kendileri için asla bir değer ve kıymet ifade etmeyeceği hususu kat’i delil ile sabittir. Kesin deliller ile karara bağlanmıştır:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Amelleri bakımından en çok zarara uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar dünya hayatındaki çalışmaları (sa’y u gayretleri, koşuşturmaları) boşa giden kimselerdir. Oysaki onlar (çok) iyi iş yaptıklarını zannediyorlar. İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve Ona mülâkî olmayı (Onun huzuruna çıkmayı) inkâr eden kimselerdir (inançsız kafirlerdir). Bundan dolayı (yaptıkları güzel) amelleri (hepten) boşa gitmiştir. Biz de kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız (yaptıkları güzel ameller için hiçbir tartı ikâme etmeyeceğiz).”[1]

Yani “Terazi-i Mîzan’da” imansızların hiçbir güzel ameli asla tartılmayacaktır. Çünkü iyi ve güzel amelleri onların lehine kayda geçmeyecektir. Ayette geçen “حَبِطَ” kelimesi Arap Dili’nde karnı şişip daha sonra da kişiyi ölüme mahkûm eden bir hastalık için kullanılır. Bu hastalığa yakalanan, sıhhatinin çok iyi olduğunu zannedermiş. Amelleri boşa çıkacak kâfirlerin durumu da aynen bu karın hastalığına yakalanan kimse gibi amelleri boşa çıkacak fakat onlar bunun hiç farkında olmayacaktır.[2]

 “Erkek olsun kadın olsun (her) kim mü’min olduğu halde (mü’min iken) sâlih amellerden işlerse işte onlar cennete girerler. Zerre kadar zulme uğratılmazlar.”[3]

“Erkek olsun kadın olsun her kim mü’min olduğu halde salih amel işlerse (güzel ve yararlı işlerle iştigal ederse) and olsun ki onu sıkıntısız güzel bir hayat içinde yaşatacağız. Onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracağız.”[4]

Bu ayetlerde de görüldüğü üzere iman asıldır. İman, salih amellerin teminatıdır.

Çünkü imansızların güzel ve yararlı amelleri hiçbir önemi hâiz değildir.

Salih amellerin değeri, kadr u kıymeti sadece iman nimeti sayesindedir. İmansız kimselerin güzel ve yararlı amelleri sadece sînede bir yüktür.

“Ne cevherdir o iman ki ne büyüktür,

İmansız paslı yürek sînede yüktür.”  Mehmet Akif

İman olmadan salih ameller geçersiz olduğu gibi amele dönüşmeyen bir iman (yani amelsiz bir iman) da kâmil bir iman olamaz. Yani amel imandan cüz değil ama iman-ı kâmilden cüzdür. Çünkü kâmil bir iman, hakiki bir iman; amele dönüşen, hayatın her safhasına yansıyan, mü’minin bütün hayatını etkileyen bir imandır.

Mü’min-i kâmil, inandığı gibi yaşayan mümtaz bir şahsiyettir. Eğer mü’min, inandığı gibi yaşamaz ise bu defa yaşadığı gibi inanmaya başlayacak ki bu da kişiyi, Allah korusun, çok tehlikeli boyutlara sürükler.

Kur’an ve sünnet ile örtüşen ve mutedil olan ehl-i sünnetin görüşüne göre, amel imandan cüz olmadığından ameli eksik veya amelsiz ve günahkâr olan mü’minler tekfir edilmez. Hatta ehl-i kıbleden olan hiçbir ferdin tekfiri caiz değildir. Ancak bütün salih ameller imanın muhafızı (koruyucusu) durumunda olduğundan amelsiz iman her an tehlike ile karşı karşıyadır. Her an küfür ile burun buruna gelebilir, Allah korusun.

Aslında her çeşit ibadeti kendisinde toplayan ve bedenî ibadet olarak bilinen namaz ibadetine kısaca bir göz atalım mı?

“Allah sizin imanınızı zâyi edecek değildir.”[5]

Bu âyet-i celîle tahvil-i kıble ile alakalıdır. Daha önce Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılıp, ölenlerin namazları ne olacak diye endişelenen mü’minlerin endişesini gidermek üzere bu ayet nâzil olmuştur. Yani namazınızı zâyi edecek değildir.

Burada namazın yerine imanın kullanılması namazın imanla ne kadar iç içe olduğunu göstermektedir. İman demek namaz demektir. Namaz, iman ile küfür arasında bir sınırdır. Namaz, mü’minin kimliğidir. Mü’min namaz kılar, kâfir namaz kılmaz. Namaz ibadeti gibi bütün salih ameller yapma ve haramlardan sakınma hususu da imanımızın vazgeçilmez bir teminatıdır.

İmanla ilgili olan birçok âyet-i kerîmede, imandan hemen sonra salih amellerin zikredilişi de amelin iman için ne kadar lüzumlu olduğunun açık bir delilidir. İbadet veya salih amel denince, bunu sadece Allah ve Rasûlü’nün emir ve tavsiyelerine uymaktan ibâret olduğunu zannediyoruz. Oysaki Allah’tan hayâ edip ilâhî azaptan korkarak haram ve yasaklardan kaçınmak da başlı başlına bir ibadettir. Hem de çok daha zor ve çetin bir ibadettir. Namaz kılmak, oruç tutmak, paran varsa her yıl defalarca umre yapmak çok zor değil ama nefsin alışageldiği ve dadandığı bir kısım haram ve yasaklardan vazgeçmek hiç de sanıldığı gibi kolay değildir.

 “Dağın dağa kavuştuğu haberine inanabilirsiniz fakat birinin alışageldiği kötü bir huyundan vazgeçtiği haberine inanmayınız.” sözü ne kadar doğru ve yerinde bir sözdür. Namazlı oruçlu adamlar Müslümanlıklarına ve ibadetlerine aldanarak rahatça faiz ve benzeri haramları korkmadan, irkilmeden, hayâ etmeden irtikâp edebiliyorlar. Oysa mü’min için asıl olan, haram ve yasaklara bulaşmadan, isyan bataklığına düşmeden ve günah kirine sürüklenmeden kulluk görevini icra etmektir. Mü’minlerin farkında olmadan amel ve iman noktasındaki bütün hassasiyetleri aheste aheste yok olup gitmektedir. Böylece önce amellerimizin sonra da imanımızın içi boşaltılıyor ve cansız bir kuşa çevriliyor.

Efendimiz (sav) şöyle buyuruyorlar:

“(Bilumum) Haramlardan sakın ki en âbid (Allah’a en çok ibadet eden), en zâhid, en muttakî, en mütedeyyin bir kimse olasın.” Allah’a karşı en çok ibadet eden bir kul olabilmek; çok namaz kılmak, çok oruç tutmak vs. çok amellerle meşgul olmakla değil; haramlardan kaçınmakla mümkün olacağı bu hadîs-i şerîften açıkça anlaşılmaktadır.

Sabrın en kolay ve en ehven olanı, çeşitli ve dayanılmaz bela ve musibetlere karşı olanıdır ki, buna karşılık Allah, kuluna üç yüz derece lütfediyor. Bundan daha zor olan sabır, Allah’a karşı olan tâât u ibadet konusunda Allah’ın emirlerini harfiyen yerine getirme hususundadır. Bu sabrınıza mukâbil de altı yüz dereceniz vardır. En zor ve en çetin olan sabır ise bilumum haram ve yasaklara karşı direnerek ve amansız bir mücadele vererek gösterdiğiniz olağanüstü sabırdır ki bu sabrınızın karşılığı da dokuz yüz derecedir.[6]

***

Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdular: “Nafile ibadetlerinizi güzel bir şekilde icra ediniz. Çünkü onlarla farz ibadetleriniz kemale erecektir (tamamlanacaktır.)”

Bir başka hadîs-i şerîfte, “Nafile ibadetler mü’minin, Rabbine karşı bir hediyesidir. (O halde) Rabbinize karşı olan hediyenizin güzel ve düzenli olması hususunda (hassas olunuz.)[7] 

Salih amel, Allah’ın sevdiği râzı ve hoşnut olduğu ve karşılığında sevap ve mükâfat bahşettiği, lütûf ve ihsanda bulunduğu ibadetlerimizin ve rıza-i Bârî’ye uygun davranış ve ef’âl u hareketimizin tamamına denir. Salih amel birilerinin sandığı gibi sadece farz ibadetlerden ibaret değildir. Salih amel, özet olarak, Efendimiz’in (s.a.v) hayatıdır. Çünkü Dîn-i Mübîn (İslam Şeriatı), Onun hayatında kemâle ermiştir. İslam dini, Onun hayatında münderiçtir (toplanmıştır). İslam Dini Onunla kemâle ermiş iken birilerinin İslam’a hizmet adına İslam Dini’nin içini boşaltıp cansız bir kuşa çevirmek için İslam’dan değilmiş gibi, mü’minin hayatından, sünnet ve nafile ibadetleri kaldırmak için harıl harıl çalıştıklarını esefle müşahede ediyoruz.

Bunların bilerek veya bilmeyerek yapmak istedikleri şey, farz ibadetlerin altını oymak ve eşmekten başka bir şey değildir. Çünkü bütün nafile ibadetler farz ibadetlerin bir ikmal deposudur. Mü’min, işlediği farz ibadetle temel ve altyapıyı tesis ederken, nafile ibadetlerle de olgunlaşır ve kemâle erer. Farz ibadetler mü’minin sermayesi, nafile ibadetler ise ticaretteki kazancıdır. Kişi nafile ibadetlerle Allah’a ve Allah’ın rızasına yaklaşır. Nafile ibadetler, muhabbetullâhın (Allah sevgisinin) anahtarı ve giriş kapısıdır. Nafile ibadetler, Allah’a ve Allah’ın rızasına yakın olabilmenin en kestirme yoludur.

Kur’an Müslümanlığını savunanlar “sünnet” sözcüğünü bile işitmeye tahammül edemiyorlar. Efendimiz’e (s.a.v) salât ve selam getirilmesine dahî hazmedemiyorlar. Bunlar peygambersiz, sünnetsiz, şeriatsız, tasavvufsuz, ihlassız, takvasız ve zikirsiz, içi boşaltılmış, kuşa çevrilmiş bir İslam modelini yaymaya çalışıyorlar.

Allah, İslam’ı ve Müslümanları şerir kimselerin şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.


[1] Kehf, 18/103-105.

[2] Şifâ Tefsiri, 4/515.

[3] Nisâ, 4/124.

[4] Nahl, 16/97.

[5] Bakara, 2/143.

[6] Hâşiyetü’s-Sâvî, 1- 96.

[7] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c. I, 358, 1358 nolu hadisler.