İçeriğe geç
Anasayfa » NA‘T GELENEĞİMİZ

NA‘T GELENEĞİMİZ

Sultân-ı rusül, şâh-ı mümeccedsin Efendim,
Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim,
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin Efendim,
Menşûr-ı le’amrükle müeyyedsin Efendim,
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim,
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim.

Şeyh Galip

İslâm’ın ilk devirlerinden itibaren Müslümanlar Rasûlullah (s.a.v) Efendimize olan sevgi ve muhabbetlerini değişik şekillerde ifade ettikleri gibi şiir yoluyla da dile getirmişlerdir. Bu tür övgü şiirleri sahabeden (r.a) başlayarak günümüze kadar her dönemde ve her memlekette devam etmiştir. O (s.a.v)’na söyleyecekleri her sözün başına fidâke ebî ve ümmî Yâ Rasûlallah/Anam babam sana feda olsun diyen ashab-ı kiramın kimisi Efendimiz’e olan muhabbetini açıkça lisânen ifade ederken kimisi de savaşlarda bedenlerini O’nun bedenine siper ederek bu sevgilerini fiilî olarak göstermişlerdir. Şair sahâbîler ise Efendimiz’e olan sevgi ve muhabbetlerini, içlerindeki coşkuyu mısralarla dile getirmişlerdir. Abdullah b. Revâha, Ka‘b b. Zuheyr, Ebû Bekr es-Sıddîk, Ömer b. el-Hattâb, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Hassân b. Sâbit, Ka‘b b. Mâlik (r.a) gibi birçok sahâbî, Efendimize (s.a.v)  olan coşkun duygularını şiirleriyle ifade etmişlerdir.

Osmanlılar döneminde de şairler, şiirleriyle Efendimiz’e olan sevgilerini şiirleriyle dile getirmişlerdir. Dîvân sahibi her şairin Dîvân’ında mutlaka şükür kabilinden Dîvân’ın başında veya herhangi bir bölümünde bir na‘t-ı şerîf bulunmaktadır.

NA‘T KAVRAMI

Na‘t, sözlükte bir şeyi vasfetmek, medih ve övgüyle beraber tanımlamak ve anlatmak, mübalağalı bir şekilde vasfetmek, medih ve senâ ederek vasıflarını göstererek bir şeyi anlatmak anlamlarına gelir. Çoğulu nu‘ût şeklindedir.[1]

Istılah olarak ise na‘t, “Evsâfu medâyih-i Cenâb-ı Risâlet-Penâhî’yi mütezammın kasîde”, “Hz. Peygamber (s.a.v)’i öven ve vasfeden kasîde, na‘t-ı şerif”, “Peygamberimiz (s.a.v)’i methederek yazılan kasîde”, “Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’i methetmek maksadıyla yazılan şiirler” vb. anlamlara gelmektedir.[2]

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in medhine dair yazılan manzûmeler için na‘t, na‘t-ı şerîf, na‘t-ı nebevî, na‘t-ı peygamberî, na‘t-ı rasûl tabirleri kullanılırken, dört halife (Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali)’nin (r.a) medihleri hakkında yazılan manzûmelere “na‘t-ı çâr-yâr”, yalnız Hz. Ali’nin mehdi hakkındakilere de “na‘t-ı Ali” denir.[3]

Dîvân edebiyatında, Peygamberimiz (s.a.v) için yazılan na‘tlar çoğunluk teşkil etmekle beraber, diğer peygamberler, aşere-i mübeşşere, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Hz. Hazma, Hz. Abbas, Ebû Hanîfe, İmâm Şafiî, İmâm Mâlik, İmâm Ahmed, İmâm Buhârî, İmâm Müslim ve Şeyh İbnü’l-Vefâ, Abdülkâdir Geylânî gibi sahâbî, âlim, mezhep imamları ve tarîkat büyükleri hakkında da na‘tler kaleme alınmıştır.[4] Fakat na‘tin en meşhur ve en yaygın manası Rasûlullah (s.a.v)’ın övüldüğü şiirlerdir.[5]

Dîvân şairlerinin hemen hepsinin na‘t yazdığı bilinmektedir. Na‘tlar, şairlere ait Dîvân’larda genelde tevhîd ve münâcât bölümlerinden sonra yer almakla beraber, sadece na‘tla başlayan Dîvân’lar da mevcuttur. Tevhîd, münâcât gibi, Dîvânlar dışındaki İslâmî eserlerin başında yine na‘tlar yer almaktadır.[6]

NA‘TIN KONUSU

Na‘tın konusu edebî bir dille, bir şairin Sezai Karakoç’un kaleminden şu şekilde anlatılmıştır:

“İnsanın ufku mü’mindir. Mü’minin ufku Peygamber, Peygamber’in ufku da mutlak gerçeklerin habercisi, her peygamberi şahsiyetinin katlarında bir yaprak gibi bulunduran son Peygamber… Peygamber, nasıl insanın ufkuysa, na‘t da şiirin ufkudur.

Na‘t, insanın, kendini Peygamber’de araması, gerçeği O’nun çevresinde dolaşarak bulmaya çalışması, O’na yaklaşmaya çalışarak yaratılışın sırrına erileceğini idrak edişidir.

Na‘t, Peygamber’in şiirle yapılmak istenen bir portresidir. Her şair, durduğu yerden ve görme kabiliyeti ölçüsünde O’na bakar; O büyük mükemmelliğin karşısındaki duygularını zaptetmeye çalışır. Bütün na‘tlar âdeta, tarih boyunca yapılan tek bir portrenin farklı cephelerden birer örneği gibidir ve tek bir portre içindir. Bir portre ki, tarih ve insan devam ettikçe bitmeyecektir. Bütün na‘tlar, bir meşale ormanı gibi parıldar, insanlığın üstünde; ve insanlık, Peygamber’e doğru bu ışıkların altında sevinçle, aşkla, güvenle yürür.

Na‘t, en ileri ve en mükemmel bir sevgi âbidesidir.

Na‘tta, bütün unsurlar, kelimeler, mısralar ve bütünüyle şiir canlıdır. Na‘tın atmosferi, sahâbîlerin içinde bulunduğu atmosferden bir örnektir. Peygamberlik yolunun diri havasını tatmak. Yani na‘t, sahâbeliğe bir uzanış. O ideal dünyadan bir ışık, bir renk, bir ses getirmek, oraya bir yürek, bir gönül taşımak geleneğinin şiirdeki çalışmasının bir verimidir.

Fuzûlî’nin Su Kasîdesi‘nde insan, denizini arayan bir kaynak suyu gibi, o âleme doğru gider. O âlemin aşk ve ayrılık acısıyla başını taştan taşa vurup gezer.

Şeyh Galib’in na‘tında da insan, ebedî sultanlığı ilâhî takdirle takdir ve ilâhî hükümlerle teyid edilmiş olan Peygamber (s.a.v)’i, sonsuza kadar bütün ufukları dolduran ümmetinin ortasında, dimdik ve pırıl pırıl durur gibi görür.”[7]

Na‘tlarda, Peygamberimize karşı duyulan muhabbet, sevgi ve saygı dile getirilir. O (s.a.v), beşeriyetin en hayırlısıdır; âlem O (s.a.v)’nun nuru ile aydınlanmıştır. Hiç kimse Allah’a yaklaşmada O (s.a.v)’nun ulaştığı makama erememiştir. İnsanlığın ruhlarına yükseklik bahşeden O (s.a.v)’dur. O (s.a.v), her hastalığın devâsı, Cennet yolunun klavuzu, Hakk’ın Habîbi’dir. Allah Teâlâ, ismini O (s.a.v)’nun ismine yakın kılmıştır. Peygamberimizin çeşitli meziyetleri, bütün güzel sıfatları anlatıldıktan sonra, doğduğu zaman meydana gelen hârikulâde hâdiselerden bahsedilir. Uzunca olan na‘tlerin hemen hepsinde müşterek olarak zikredilen mucize Şakku’l-Kamer (Ayın yarılması) mucizesidir.[8]

Bir de na‘t mastarının nisbe eki almış na‘tiyye şeklindeki kullanımı vardır. Bu şekildeki kullanım yalnızca Enderunlu Fâzıl Bey’in Divân’ında görülmektedir. O, Divân’ında Hz. Peygamber dışında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Mevlânâ, Şâh-ı Nakşibend, Şeyh Abdülkâdir Geylânî ve Ahmed er-Rifâî gibi şahıslara yazdığı na‘tlar için na‘tiyye terimini kullanmıştır.[9]

Na‘t yazanlara na‘tgû, Cuma günleri bazı selâtin camilerinde ve tekkelerde güzel sesle na‘t okuyan hânende ve zâkire na‘thân denir. Güzel na‘t okumakla meşhur olan Dede Efendi önemli na‘thânlardan biridir.[10]

Na‘tların şiiri ekseriya dört mısralı, bazen de beş hatta on iki mısralıdır.[11]

Osmanlı şairlerinin hemen hepsi na‘t yazmışlarsa da içlerinde en çok na‘t yazan İstanbullu Nazîm ile Neccârzâde Şeyh Rızâ’dır.[12] Türk şiirinin en önemli na‘tları arasında Fuzûlî’nin Su Kasîdesi‘ni, Şeyh Galip ve Şeyyâd Hamza’nın Na‘tları, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, Hilye-i Hâkânî, Miraçnâmeleri, Nazîm’in na‘tları, Cumhuriyet devrinde yaşamış mühtedî ve Mevlevî bir şair olan Yaman Dede’nin içli, derin ve yanık şiirle

[1] İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, II, 99; Feyyûmî, el-Misbâhu’l-Munîr, II, 612; Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, Enderun Kitapevi, İstanbul, 1989, s. 1464; Abdullah Yeğin vd., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul, 1992, s. 769; Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na‘t, DİA Yay., Ankara, 1993, s. 1.

[2] Şemseddin Sami, a.g.e., s. 1464; Yeğin vd., a.g.e., s. 769; Adem Çalışkan, Fuzûlî’nin Su Kasîdesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1992, s. 35.

[3] Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, Enderun Kitapevi, İstanbul, 1973, s. 113; Yeniterzi, a.g.e., s. 1; Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, II, 664.

[4] Yeniterzi, a.g.e., s. 1-2.

[5] Çalışkan, a.g.e., s. 35.

[6] Çalışkan, a.g.e., s. 35.

[7] Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Hazret-i Peygamber’e Şiirler Antolojisi (Na‘tlar), Yağmur Yayınları, İstanbul, 1996, s. 6-7; Yeniterzi, a.g.e., s. 2.

[8] Çalışkan, a.g.e., s. 35.

[9] Enderunlu Fâzıl Bey, Dîvân, Bulak, 1258, s. 24-31; Yeniterzi, a.g.e., s. 2-3.

[10] Şemseddin Sâmi, a.g.e., s. 1464; Yeniterzi, a.g.e., s. 3; Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, II, 664; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, VI, 529; Öztuna, a.g.e.,  II, 64.

[11] Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, II, 664.

[12] Tâhiru’l-Mevlevî, a.g.e., s. 113; Mehmet Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, II, 664.