İçeriğe geç
Anasayfa » NA‘TLERİMİZDEN DÜRR-İ MUSAFFÂ NA‘TI

NA‘TLERİMİZDEN DÜRR-İ MUSAFFÂ NA‘TI

Müslümanlar Rasûlullah (sav) Efendimize olan sevgi ve muhabbetlerini değişik şekillerde ifade ettikleri gibi şiir yoluyla da dile getirmişlerdir. Bu tür övgü şiirleri sahâbe-i kirâmdan (ra) başlayarak günümüze kadar her dönemde ve her memlekette devam etmiştir.

Hulefâ-i Râşidîn, Emevîler, Abbâsîler dönemlerinde de şairler Efendimiz’e olan vazifelerini O’na yazdıkları övgü şiirleriyle ifade ettikleri gibi, Osmanlılar Döneminde de şairler, Efendimiz’e olan muhabbetlerini şiir yoluyla dile getirmişlerdir. Her şiir Dîvân’ında, mutlaka şükür kabîlinden, başında veya herhangi bir bölümünde bir na‘t-ı şerîf bulunmaktadır. Osmanlı’nın bu değerli şairlerinden birisi de 19. yy. devlet adamlarından ve Efendimizin neslinden Pertev Paşa adıyla meşhur Seyyid Muhammed Saîd’dir.

PERTEV PAŞA (1785-1837)

Asıl adı Mehmed Saîd’dir. Dedeleri, Hicaz’da ve çeşitli şehirlerde ikametten sonra Darıca’ya yerleşmişlerdir. Seyyid neslinden gelen bu aile Osmanlı’da Nakîbü’l-eşrâf tayin edilmiştir.[1] Pertev Paşa, 1785/1200 yılında Darıca’da doğar. Babası ulemâdan İbrahim Efendi, annesi ise Ordû-yı Hümâyûn şeyhi Çerkes Halil Efendi’nin kızı Hatice Hanım’dır.[2]

Pertev ve ağabeyi; Mehmed Emin Efendi, Mehmed Ataullah Efendi, Neş’et Efendi ve Vahyî Efendi gibi âlimlerin derslerine devam ettiler.[3] Pertev, 1804/1219 yılında Dîvân-ı Hümâyûn Dâiresi’nde önce Ruûs Kalemi’ne, bir sene sonra da Dîvân Kalemi’ne girdi. Kalem’in âdeti gereği kendisine Kisedâr Ahmed Efendi’nin uygun gördüğü Pertev mahlası verildi. Bu adla anılmaya başlandı ve asıl ismi unutuldu.[4]

Pertev Efendi, devlet dairelerinden çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 1824 (Şevval 1240) yılında Dîvân-ı Hümâyûn Beylikçiliği’ne, 1826 (Şaban 1242) yılında da Reîsülküttaplığa tayin olundu.[5] Pertev Efendi, 1836/1251 senesinde Kethüdalık makamının Umûr-i Mülkiye Nezâreti /İçişleri Bakanlığı’na dönüştürülmesiyle ilk İçişleri Bakanı oldu. 1836 (Rebiülevvel 1252)’de kendisine Paşa ünvanı verildi. Bakanlığı döneminde Şerif Bey’e müsteşar ünvanı verilerek bu unvan ilk defa kullanılmış oldu.[6] Pertev Paşa 1837 (11 C. Âhir 1253)’de görevinden azledilerek Edirne’ye sürgüne gönderildi ve 1837’de (Şaban 1253) burada vefat etti.[7]

Pertev Paşa hem Arapça ve Farsça konuşur hem de nazım ve nesir türünde bu dillerde yazardı. Şair kimliğiyle kendisi devrinin sultânu’ş-şuarâsı kabul edilmişti.[8] Nakşî şeyhlerinden Ali Behçet Efendi (rh)’nin mürîdlerinden olan[9] Pertev Paşa’nın Dîvân’ı 1840/1256 senesinde hem İstanbul, hem de Bulak’ta basılmıştır.

Şu beyit Pertev Paşa’ya aittir[10]:

Yolunda ışk sebeptir lisâna gelmemize

Değil lisâna ve belki cihâna gelmemize

Pertev Paşa’nın Dürr-i Musaffâ adını verdiği na‘tı, üç ayrı âlim tarafından ikisi Arapça biri Türkçe olarak şerhedilmiştir. Önce Bursalı Seyyid Mehmet Efendi Arapça bir şerh yazmış, bu şerh başka bir âlim tarafından 1252’de Türkçe’ye çevirilmiş, ayrıca Selimiye Dergâhı müderrisi Vezirköprülü Ali Cami Efendi tarafından da el-Murtecâ adıyla şerh edilmiştir.[11]

DÜRR-İ MUSAFFÂ NA‘TI VE TERCEMESİ

Dizilmiş inci anlamına gelen Dürr-i Musaffâ veya Dürretu’l-Musaffâ adlı na‘t-ı şerifine daha önce de ifade edildiği gibi üç ayrı şerh yazılmıştır. Ayrıca na‘t, Pertev Paşa’nın matbu olan Dîvân’ının başında da yer almaktadır.[12]

Şimdi beş mısralı olarak yazılmış na‘tın önce Arapça metnini sonra da Arapça ve Türkçe şerhlerinden yararlanarak yaptığımız tercümesini vereceğiz:

ذاكَ حَرِيمٌ أُسُّهُ بِالْقَلَمِ مُشَيَّدٌ

عَرْشٌ عَلَيْهِ نُورُهُ كَالْعِلْمِ مُمَدَّدٌ

فيِ اْلأَزَلِ مُعَظَّمٌ بِالشَّرَفِ مُؤَبَّدٌ

فيِ الْفَلَكِ مَكَرَّمٌ بِالْمَلَكِ مُؤَيَّدٌ

سَيِّدُ اْلأَرْضِ وَالسَّماَءِ سَيِّدُناً مُحَمَّدٌ

Burası Harem’dir; temeli kalemle atılan

Arş’tır; üzerinde sancak gibi nûr-i Muhammed dalgalanan

Ezelde yüceltilip şerefçe ebedîleştirilen

Semâda kıymetli, meleklerle destekli

Göklerin ve yerin efendisi Efendimiz Muhammed

أَشْرَقَتِ الْمَظاَهِرُ حَيْثَ أُضِئَ نُورُهُ

أَظْهَرَتِ الضَّماَئِرُ حِينَ بَدَتْ أُمُورُهُ

كَانَ عَماَءَ وَحْدَةٍ فيِ الْقِدَمِ حُضُورُهُ

صَارَ كَبَدْرِ لَيْلَةٍ لِلْعَدَمِ ظُهُورُهُ

نَيِّرُ مَطْلَعِ الْهُدَى سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Nûrunun parlaklığından bütün varlıklar aydınlanan

Peygamberliği kalplerdeki sırları ortaya çıkaran

O (sav)’dur ezelde hiçbir varlık yokken var olan

O (sav)’dur gecenin karanlığında dolunay gibi doğan

Hidâyetin doğduğu güneş Efendimiz Muhammed

ضَاءَ كَنَجْمٍ إِذْ هَوَى فيِ ظُلَمِ الْحَقَائِقِ

جاَءَ كَشَمْسٍ اِسْتَوَى شَرْقاً عَلَى الْخَلاَئِقِ

رُؤْيَتُهُ بَرِئيَةٌ مِنْ سُحُبِ الْعَلاَئِقِ

سِيرَتُهُ سَلِيمَةٌ عَنْ حُجُبِ الْعَواَئِقِ

قُطْبُ دَواَئِرِ الْعُلاَ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Bir yıldız gibi parlayıp cehâlet karanlıklarına ışıldayan

Tepedeki güneş gibi yükselip varlıklara nûr saçan

Rabbini gören berî olarak her türlü mahzûrdan

Sîreti münezzeh olan bütün beşerî kusurlardan

Kudsî cevherlerin yıldızı Efendimiz Muhammed[13]

قَدْ بَدَتِ الْمَعاَلِمُ مِنْ صُحُفِ جَبِينِهِ

اِنْطَوَتِ الْمَكاَرِمُ فيِ طَرَفِ يَمِينِهِ

كاَنَ نَبِيَّ رَبِّهِ قَبْلَ قِياَمِ دِينِهِ

قاَمَ شَهاَدَةً بِهِ آدَمُ بَيْنَ طِينِهِ

قُرَّةُ عَيْنِ اْلأَصْفِياَءِ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Yüce zâtından ilimler ortaya çıkan[14]

Sağ elinde güzellikler toplanan

Allah’ın dîni gelmeden önce de peygamber olan[15]

Âdem (as), O (sav)’na şehâdet getirerek kalkmış çamur hâlinden

Dostların göz aydınlığı Efendimiz Muhammed

نُورُ جَماَلِهِ اِنْجَلَى مِنْ أُفُقِ الصَّباَحَةِ

فاَقَ بِحُسْنِهِ عَلَى يُوسُفَ فيِ الْمَلاَحَةِ

ساَرَ كَلِيمٌ إِثْرَهُ مُقْتَبِسَ الْفَصاَحَةِ

زاَرَ مَسِيحٌ أَرْضَهُ مِنْ فَلَكِ السِّياَحَةِ

فَخْرُ جَمِيعِ اْلأَنْبِياَءِ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Cemâlinin nûru ezelde parlayan

Güzelliğiyle Yûsuf (as)’u aşan

Mûsâ (as), fesâhatte yürümüş izinden

Îsâ (as), Ravzasını ziyaret için gelmiş semâdan

Bütün peygamberlerin övünç kaynağı Efendimiz Muhammed

 

وَرْدٌ أَفاَضَ وَصْفُهُ بِالْعِطْرِ الْمُنَسَّمِ

كَيْفَ يَفُوحُ لُطْفُهُ مِنْ فَمِهِ الْمُبَسَّمِ

جَوْهَرٌ عَزَّ ذاَتُهُ بِالْخُلُقِ الْمُعَظَّمِ

دُرٌّ عَلَتْ صِفاَتُهُ عَنْ كَلِمِي الْمُنَظَّمِ

زِينَةُ تاَجِ اْلإِصْطِفاَءِ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Kokusu güldür sabâ rüzgârıyla yayılan

Ne hoştur o sözler tebessümlü ağzından çıkan

O (sav) eşsiz bir cevherdir, yüksek ahlâka sahip olan

O (sav) bir incidir, sıfatları mısralara sığmayan

Peygamberlik tâcının zîneti Efendimiz Muhammed

لِلْعُرَفَاءِ قِبْلَةٌ نَحْوَ قِباَبِ باَبِهِ

لِلْعَرَفاَتِ وَقْفَةٌ عِنْدَ حِجاَبِ باَبِهِ

حِلُّ مُطافِ كَعْبَتِي حَوْلَ تُراَبِ باَبِه

أَيْنَ تَناَلُ جَبْهَتِي كَعْب كِلاَب باَبِه

پَرْتَوْ عُبَيْدٌ إِنَّماَ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Kapısının kubbesi âriflerin kıblesi

Kapısının perdesi Arafat’ın vakfesi

Kapısının toprağı Kâbe’nin Hil bölgesi

Murâdımdır alnımın kapısındaki kıtmirlerin topuklarına değmesi

Pertev âciz bir kuldur; ancak Efendimiz Muhammed

رَبِّ كَماَ رَفَعْتَه بَيْنَ يَدَيْكَ قاَئِماً

ساَرَ لَدَيْكَ لَيْلَةً إِذْ هُوَ لَيْسَ ناَئِماً

صَلِّ عَلَيْهِ سَرْمَداً سَلِّمْ عَلَيْهِ داَئِماً

حَيْثُ تَدُومُ أُمَّتُهُ فيِ رَمَضاَنَ صاَئِماً

عِيدُ شَفاَعَةٍ لَناَ سَيِّدُناَ مُحَمَّدٌ

Rabbim! O (sav)’nu katında yüceltttin

 O(sav)’nu o gece uyanık bir halde yürüttün

O (sav)’na ebediyyen salât, dâimâ selâm olsun

Ümmeti Ramazanları oruçla sürdürsün

Şefaât bayramımız Efendimiz Muhammed

 

Osmanlı devlet adamlarından ve Peygamber (sav)’in neslinden olan Pertev Paşa lakaplı Mehmet Saîd, beş mısra üzerine sekiz kıtadan oluşan ve her kıtasında ayrı bir kâfiyenin gözetildiği bu na‘tında, Ravza-yı Mutahhara‘nın değerinden ve Rasûlullah Efendimiz (sav)’in Allah katındaki yüceliğinden bahsetmiştir. Na‘tta, Efendimizin üstün vasıfları anlatılırken büyük ölçüde teşbîh ve istiâre sanatlarından yararlanmıştır. Bu kasîdede Efendimiz (sav), cehâlet karanlıklarını aydınlatması açısından güneş, ay ve yıldıza; diğer insanlara üstünlüğü açısından inci ve cevhere; güzel kokusu itibariyle de güle benzetilmiştir.

 

[1] Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, MEB Yay., İstanbul, 1969, III, 1301.

[2] İnal, a.g.e., III, 1301.

[3] İnal, a.g.e., III, 1301.

[4] İnal, a.g.e., III, 1302; Şerafeddin Turan, “Pertev Paşa” mad., MEB İslam Ansiklopedisi, IX, 554.

[5] İnal, a.g.e., III, 1302; Sahaflar Şeyhîzâde Seyyid Mehmed Es’ad Efendi, Vak’anüvis Esad Efendi Tarihi (Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlâveleriyle) 1237-1241/1821-1826,  Nşr. Ziya Yılmazer, OSAV, İstanbul, 2000, s. 438.

[6] İnal, a.g.e., III, 1304; Turan, a.g.e., IX, 554.

[7] İnal, a.g.e., III, 1307; Turan, a.g.e., IX, 555-556; Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, İstanbul, 1940, s. 278.

[8] İnal, a.g.e., III, 1309.

[9] Hür Mahmut Yüceer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul, 2003,  s. 263; Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, II, 114.

[10] Peremeci, a.g.e., s. 279.

[11] Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, MEB Yay., İstanbul, 1969, III, 1309. Bu şerhler, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa Bölümü no. 279’da bir mecmûa içinde bulunmaktadır.

[12] Pertev Paşa, Dîvân, Bâb-ı Hazret-i Seraskeriye Matbaası, İstanbul, 1256, s. 2-3.

[13] İlk şârihe göre kutbu devâiri’l-ulâ‘dan maksat kudsî cevherler değil; yedi kat gök, Arş ve Kürsî olup Efendimiz bunların kutbu yani yörüngesidir. Bkz. v. 22a-22b.

[14] Vezirköprülü Ali Cami’ye göre cebîn/alın’dan maksat cüz’î ve küllî alâkaya binâen zâtı ve güzelliğidir. Suhuf lafzının, cebîn lafzına muzâf olması, müşebbehün bih’in müşebbeh’e izâfeti kabilindendir. Bkz. Vezirköprülü Ali Cami, el-Murtecâ ‘alâ Kasîdeti Dürr-i Musaffâ, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa Bölümü, no. 279, v. 88b-89a.

[15] Burada “Bizim bütün peygamberlerden: Senden, Nûh’tan, İbrahim’den, Mûsâ’dan, Meryem oğlu İsâ’dan söz aldığımızı hatırla. Biz onların hepsinden sağlam bir söz aldık.” (Ahzab 33/7) ayetiyle “Ben yaratılış itibariyle peygamberlerin ilki, gönderiliş itibariyle sonuncularıyım” ve “Âdem, su ve çamur halindeyken ben peygamberdim” (el-‘Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ’ ve Muzîlu’-İlbâs ‘amma’ş-tehera mine’l-Ehâdîsi ‘alâ Elsineti’n-Nâs, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, 1351, II, 128-130) hadîs-i şerîflerine işaret vardır. Meçhûl Yazar, Dürr-i Musaffâ Şerhi, v. 26b-27a.

Tercüme Eden ve Neşre Hazırlayan: DOÇ. DR. ALİ BULUT