İçeriğe geç
Anasayfa » NEDEN DOYMUYORUZ?

NEDEN DOYMUYORUZ?

Ahir zaman, hikmet ehli kimseler tarafından “zamanın ve taamın bereketinin kaybolduğu dönem” olarak tarif edilir. Zamanın bereketiyle ilgili konuşmayı konunun uzmanlarına bırakarak, taam yani yemeğin bereketsizliği üzerine biraz konuşalım.

Yaşadığımız coğrafya içinde, insanlık tarihi boyunca gıdaya ulaşmanın belki de en kolay olduğu dönemleri yaşıyoruz. Dedelerimiz ve babalarımız, yaşamlarının bir bölümlerinde önemli ölçüde kıtlık ve yokluklar yaşamışlar. Savaşlar, göçler ve seferberlikler sırasında, haftalarca hatta aylarca süren açlıklar yaşanmış. Günümüzde ise zenginleşen ülkemiz açısından, gelişen teknolojinin de etkisiyle gıda maddelerine ulaşmak her zamankinden daha kolay hale geldi. Bu zenginliğin sonucu olarak gelinen noktada ise daha çok yemek yiyen, yedikçe daha da fazla acıkan, gittikçe şişmanlayan ve bunun sonucu olarak erken yaşta çok çeşitli sağlıklı sorunları ile karşılaşan insanlar olduk. Tabiri caizse hepimiz birer “doyma özürlü” insan haline geldik.

“Doyma özürlü” olmamızın ana nedenlerinden birisi ön planda glisemik indeksi yüksek gıdalarla besleniyor olmamız. Glisemik indeks, yediğimiz besinlerin kan şekerini yükseltme hızını gösteren bir değer. Tükettiğimiz gıda, kan şekerimizi ne derece hızlı yükseltiyorsa, o derecede fazla insülin salgılanmasına neden oluyor, bunun sonucu olarak da o derece kilo ve benzer sağlık sorunlarıyla karşılaşıyoruz. Öte yandan yediğimiz gıda, kan şekerini ne kadar yavaş yükseltiyor ise o derecede az insülin salgılanmasına neden oluyor ve kilo artışına da yol açmıyor.

Glisemik indeks 1 ile 100 arasında derecelendiriliyor. Saf glukozun glisemik indeksi 100’dür. Glisemik indeksi 70 ve üzeri olan başlıca gıdalar beyaz ekmek, şeker, patates, pirinç ve un ve şeker karışımı hazırlanan tatlı ve pastalar. Tam tahıllar, kuru baklagiller ve kuruyemişlerin ise glisemik indeksi genellikle 55’in altında, yani düşük.

Günümüz insanı genellikle günlük kalori ihtiyacının en az yarısını karbonhidratlardan karşılıyor. Bunun içinde de rafine un ve şeker gibi glisemik indeksi yüksek gıdalar büyük yer tutuyor. Bu gıdaları tükettiğimizde kan şekerimiz ani olarak yükseldiği için, vücudumuz orantısız şekilde insülin salgılıyor. Bunun sonucu olarak da daha birkaç saat geçmeden kan şekerimiz düşüyor (reaktif hipoglisemi) ve tekrar bir şeyler yemek zorunda kalıyoruz. Herhangi bir besin maddesinin içindeki un ve şeker miktarı arttıkça glisemik indeks o kadar yükseliyor.

Malum Türk insanı ön planda ekmek yiyerek doyuyor. Oysa beyaz ekmek, baklava, helva ve pasta gibi yiyeceklerin glisemik indeksleri çok yüksek ve bu gıdaları tüketerek doymaya çalışmak, susadığında deniz suyu içmeye benziyor. Yani susadıkça içiyor; içtikçe daha fazla susuyorsunuz. Yedikçe daha çok acıkıyor, acıktıkça daha fazla yemek zorunda kalıyor, bunun sonucunda da şişmanlıyor ve daha bir sürü sağlık sorunlarına yakalanıyorsunuz.

Bu fasit dairenin kırılmasının birkaç tane yolu var. Öncelikle un ve şeker içeren gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız. Ekmek, tatlılar ve pirinç gibi glisemik indeksi yüksek gıdalar yerine, tam tahıllar, bulgur ve kuruyemişleri tercih etmeliyiz.

İkinci olarak mümkün olduğunca fazla hareket ederek ve egzersiz yaparak kaslarımızın kanımızdaki şekeri kullanma kabiliyetini arttırmalıyız.

Nihai olarak da modern tıbbın son zamanlarda önermeye başladığı aralıklı aç kalma (intermittant fasting), yani oruç ibadeti bu kısır döngünün kırılmasına faydalı olabilir. Tabii ki iftar ve sahur arasındaki zamanda yine glisemik indeksi düşük gıdaları ve ölçülü olarak yemek kaydıyla!  Ramazan ayında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sünneti olduğu için çok tüketilen bir gıda olan hurmanın glisemik indeksi ortalama 42, yani çok düşük. Günde 100 gram hurma tüketen bir kişi günlük lif ihtiyacının en az yarısını bu yolla karşılayabiliyor.

“Mü’min tek mideye yer, kâfir ise yedi mideye yer.”[1]

[1] Buhârî, “Et’ıme”, 12.