İçeriğe geç
Anasayfa » NEDEN GIYBET EDİYORUZ?

NEDEN GIYBET EDİYORUZ?

Hepimizin bildiği gibi doğamızda, yaratılışımızda mevcut olan en önemli varlık “ego”dur, “ben”dir. “Nefs” olarak adlandırılan bu varlığın tek gayesi ise mevcudiyetini korumak, sürdürmek ve yüceltmektir. İnsanın var olmaya devam edebilmesinin biricik enerji kaynağı işte bu varlıktır, “ben” duygusudur. Bu varlık olmasa insanın bu imtihan dünyasında yaşaması ve imtihan edilebilmesi mümkün olmaz.

İnsanın varlığını korumasının, sürdürmesinin ve yüceltebilmesinin meşrû yolları vardır. Ancak bu meşrû yollar zordur, meşakkatlidir. Bu yolların bedelleri vardır. İnsanın imtihanının nirengi noktası işte bu bedeller, zorluklar ve meşakkatlerdir. İnsanların az bir kısmı meşrû yol olan ama nefse ağır gelen bu bedelleri ödeyerek, zorluk ve meşakkatlerle mücadele ederek varlığını devam ettirme ve yüceltme yolunu tercih eder. Geri kalan çoğunluk ise bu zorluklar yerine meşrû olmayan ama nefse uygun olan kolay yolları tercih eder. Meşrû olmayan bu yollar Kur’an ve sünnet tarafından günah olarak belirlenmiş, İslam âlimleri tarafından da haramlar ve mekruhlar adı altında tasnif edilmişlerdir.

Nefs, diğer nefislerden (insanlardan) üstün olma, onlardan daha yüce olma peşindedir. Ancak bu üstünlüğü sağlamak için gerekli olan çalışmalar, gayretler, mücadeleler de nefs için bir yüktür. Bu yükün altına girmemek için var olan diğer alternatif yol, diğer insanların “küçük”, “alçak” kalmasıdır. Nefs, bedel ödemeden, uğraşmadan, çalışmadan, gayret etmeden etrafındaki kişilere göre daha yüksek konumda olmak için diğerlerinin aşağıda, alçak ve küçük kalmasını tercih eder. Onların bu durumunun kendisi için göreceli ve kolay bir yücelik kazanma yolu olduğunu zanneder. İşte bunu sağlamak ve kendisinin, diğer insanlardan daha üstün olduğunu göstermek için kullanabileceği en elverişli argümanlar, diğer insanların kusurları, günahları, zaaflarıdır. Bunları ön plana, sahneye çıkararak diğer insanların kaybettiği mevkilerin kendisine kalacağını vehmeder. Diğer insanların bedensel kusurlarını, kusurlu davranışlarını, konuşmalarını, yürümelerini, elindeki imkânlarını, işlediği günahlarını dile getirerek, onları nazarlara vererek düşüklüklerine, mevkilerinin aşağı olduklarına gönderme yapar. Böylece kendisinin yukarıda, yüksekte kalacağını zanneder. İşte gıybetin en önemli ve en etkili saiki bu göreceli yükseklik elde etme kolaycılığına kaçması, uğraşarak yükselmek, yücelmek yerine diğerlerini alçaltarak yüksek kalma kolaycılığına düşmesidir.

Ancak bu kolay yolun çok korkunç iki zararı vardır. Bunların en tehlikelisi, insanlar arasındaki barışın, kardeşliğin, birliğin, dayanışmanın dinamitlenmesidir. Gıybet eden insanın gönlünde, gıybet ettiği kişinin yeri gıybet ettiği andan itibaren büyük bir hızla, bir felaket düzeyinde düşer. Gıybet ettiği kişiye yönelik duyguları hızla en olumsuz seviyelere iner. Sevgi, merhamet, saygı, şefkat gibi duygular yerini kin, nefret, haset, gazap, öfke, çekememezlik, kibir gibi tahrip gücü yüksek duygulara bırakır. Gıybet ameliyesi başladığı andan itibaren gıybet edenin iç dünyası, gıybet ettiği kişiye karşı tehlikeli, zararlı, yıkıcı duygularla dolar. Gıybet devam ettiği sürece bu tehlikeli ve zararlı duygular gelişmeye devam eder. Gıybet edilen kişinin iyi ve üstün yönlerinin artık bir değeri kalmaz. Gıybet edenin gözünde “Tepeden tırnağa kötülüklerle, aşağılıklarla, düşüklüklerle donanmış, hiçbir iyi ve üstün yönü olmayan bir kişilik” tablosu gelişir. Gerçeğin, realitenin çok tersi olan bu tablo gıybet eden kişinin önünde aşılması çok zor olan hatta mümkün olmayan bir duvar örer. Bu çirkin duvar, gıybetini ettiği kişiye ulaşmasını artık imkânsız kılar, ona gidecek yolları tıkar, kapıları kilitler, köprüleri yıkar. Bütün bunlar, gıybet edilen kişinin, kendisi hakkında yapılmış bu gıybeti henüz işitmesinden önce gerçekleşir. Gıybet edilen kişi bu gıybeti hiç duymasa bile gıybet eden tarafından örülen bu çirkin duvar, aradaki ilişkinin yok olması için yeterlidir. Gıybeti edilen kişi tarafından bu gıybet işitildiğinde ise facia son kertesine ulaşır. Çünkü bu sefer araya ikinci duvar, gıybet edilenin öreceği duvar girer. Allah’ın, Peygamberinin, İslam’ın istediği kardeşlik, sevgi, dayanışma, fedakârlık yok olur, düşmanlık, nefret, kin, öfke gelir. Ve bütün bunlar, gerçekliği olmayan bir üstünlük kurma gayretinin sonucu ortaya çıkar. Gıybet eden gerçekte gıybet edilenden üstün değildir. Realite budur. Olmayan bir üstünlük inşa etmek için bu yola girilmiş, yapay bir üstünlük elde etme isteği bu aşağılık tabloyu ortaya koymuştur. Yani kardeşlik, sevgi, dayanışma, fedakârlık bir yalana feda edilmiş olur. Gerçekten üstün olan bir insan, üstünlük kurma gayretine girişmez. Üstünlük kurma gayretine girişen de gerçekte üstün değildir. İşte bunun için gıybet en iğrenç, en pespaye, en aşağılık, en rezil haramların başında gelir. İslam âlimleri tarafından yaklaşık olarak yüz yirmi civarında sayılan haramlar listesinin ilk beş-altıncı sıralarında bu haram işte bu yüzden yer bulur. Domuz etinin haramlığı, listenin sonlarına doğru yer alır. Ancak günümüz Müslümanları olan bizler son sıralardaki bu haramdan uzak durma hassasiyetini gıybet haramından uzaklaşmada göstermeyiz. ‘Domuz’ kelimesini anmaktan bile şiddetle sakınırken iğrenç gıybet haramını hiç rahatsız olmadan her gün defalarca işleriz. Çünkü onun oluşturacağı yapay yüceliğe ihtiyacımız vardır. Çünkü gerçek yücelik bizim kârımız değildir.

Bu kolay yücelik kazanma girişiminin ikinci zararı, gıybet yapanın kendi kişiliğine yöneliktir. Bu yolu deneyen kişi, zor olan ama kendisini gerçekten yüceltecek olan çalışmaları ve kişilik disiplinini yavaş yavaş bırakır, onların yerine bu kolaycılığı yol edinir. Ancak bu yol kendisine hiçbir zaman beklediği gerçek yüceliği kazandıramaz. Her denemesinden sonra bir türlü ulaşamadığı o yüceliğe ulaşmak için bu şer yola daha fazla dalar. Ve sonunda gerçekten yücelik kazandıracak yollardan büsbütün uzaklaşır, bu yıkıcı yol onun kişiliği haline gelir. Yani gıybet hastalığı tedavi edilemez, karşı konulamaz bir kişilik problemi haline gelir. Bu aşağılık huy, insanın kişiliğini yer bitirir.

İmam Gazâlî, insanı gıybete düşüren sebepleri şöyle sıralıyor:

  1. Kin: Bir kimse bir kişiye kinlendiği zaman, ondan intikam almak için onun gıybetini yapar.
  2. Başkalarına yaranma: Biri aleyhinde bulunan arkadaşlarının takdirini kazanma dürtüsü ile arkadaşlarının kızdığı kimsenin gıybetini yapar.
  3. Kendi aleyhinde dedikodu yapacağını tahmin ettiği kişi hakkında gıybet yaparak onun önüne geçmeye çalışır.
  4. Bir kusuru sebebiyle kendisine odaklanan eleştirilerden kurtulmak için bir başkasının kusurlarını vitrine çıkarır.
  5. Kendini üstün göstermek için başkasının düşük taraflarını nazara verir.
  6. Huzurunda övülmekte olan bir insanın övülmesine katlanamadığı için, hasedinden dolayı övülen kişinin kusurlarını gündeme getirir.
  7. Gülüp eğlenmek için birilerinin kusurlarını diline dolar.
  8. Kendinden küçük gördüğü birinin kusurlarını alay konusu ederek diğer insanların nazarında da küçük düşürmeye çalışır.

Bu sebeplerin dışında bir kısım insanımızın, gıybetin ne olduğu konusundaki bilgisizliği de gıybetin sebeplerinden biri olarak gösterilebilir. Hangi davranışların gıybet olacağını yine İmam Gazâlî’den alıntılarla ifade etmeye çalışalım.

İmam Gazâlî, “İnsanın hoşuna gitmeyecek bir kusurunu gıyabında söylemektir.” şeklinde gıybetin genel bir tarifini yaptıktan sonra hangi söz ve davranışların gıybet olacağı konusunu ayrıntılı olarak ele almaktadır.  

Bedenî gıybet: Bir insanın “başı kel, gözü şaşı” gibi bedenî kusurlarının gıybeti.

Nesebî gıybet: “Babası amele, dedesi cimri, amcası korkak” gibi özelliklerin gıybeti.

Ahlâkî gıybet: “………. cimridir, kibirlidir, huysuzdur” gibi ahlâkî zafiyetlerin gıybeti.

Dinî gıybet: “………..namaza tembeldir, zekatı ağırdan alır, orucunda titiz değildir” gibi dinî içerikli gıybet.

Dünyevî gıybet: “…………gevezedir, uykucudur, oturmasını kalkmasını bilmez” gibi dünyevî davranışların gıybeti.

Kıyafet gıybeti: “…………….rüküştür, paspaldır, pasaklıdır” gibi kıyafetlerle ilgili gıybet.

Taklit yoluyla gıybet: Kişinin bir mimiğini, bir jestini, bir davranışını… taklit etmek.

İşaret yoluyla gıybet: Kişinin sözü geçtiğinde eliyle kısa, şişko gibi işaretler etmek.

Dinlemek, tepki göstermemek yoluyla gıybet: Biri hakkında yapılan gıybeti engellememek.

Gıybet eden insanların dillerine doladığı “Ben bu sözü, onun yüzüne karşı da söylerim” veya “…söyledim” lafı, gıybet için kullanılan yaygın savunmalardan biri olarak göze çarpar. Buradaki en büyük yanılgı, insanın yüzüne karşı söylenen bir sözün gıyabında söylenmesinin haram olmayacağı düşüncesidir. Hâlbuki durum hiç de öyle değildir. Bir insanın yüzüne karşı bin defa söylediğimiz sözü onun gıyabında bir kere söylememiz de gıybettir ve bu rezil harama dâhildir.

Gıybeti dinleyenin de gıybetçilerden olduğunu ifade eden hadisler gıybet tanımı ve sınırları hakkında bizlere yeterince bilgi vermektedir.

Hepimiz biliyoruz ki gıybet, gıybet edilen kişinin gerçek bir durumunu ifade etmektir. Onda olmayan bir şeyi söylemek gıybet değil iftiradır. Yani Allah, etrafımızdaki insanların gerçek kusurlarını ve hatalarını dilimize dolamamızı şiddetle yasaklıyor. Daha geniş bir ifadeyle bizim, kişilerle, kişilerin kusurlarıyla meşgul olmamızı engelliyor, kendi gerçek gelişimimiz için.

Gıybetin ne kadar iğrenç bir haram olduğunu ifade eden ayet ve hadislerle konuyu sonlandıralım.

“Bazılarınız bazılarınızın gıybetini etmesin. Biriniz, kardeşinin ölü etini yemekten hoşlanır mı? Bundan iğrenirsiniz, tiksinirsiniz.”[1]

“İnsanları gıyabında çekiştiren ve yüzlerine karşı küçük düşürücü davranışlarda bulunan kişinin vay haline!”[2] “Gıybetten sakınınız. Çünkü gıybet zinadan daha şiddetli bir haramdır. Zina eden tevbekâr olduğunda Allah onu affeder. Ama gıybet edilen kişi affetmedikçe gıybet eden affedilmez.”[3]


[1] Hucurât, 49/12.

[2] Hümeze, 104/1.

[3] İbn Ebi’d-Dünyâ, es-Samt ve Âdâbü’l-Lisân, Dârû’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1410, s. 118.