İçeriğe geç
Anasayfa » ÖLÜM SONRASI HAYAT İNSANIN MUKADDERÂTI

ÖLÜM SONRASI HAYAT İNSANIN MUKADDERÂTI

İnsanın Değeri

Allah’ımız, Kâinâtta misli olmayan bir hârikası insanı öyle özen ve itinâ ile yaratmış ki, başka  hiçbir yaratığa karşı bu özelliği göstermemiştir. Her hangi bir şey yaratmak istediğinde “Kün (Ol!)” emri ile yarattığı halde, insan için söz konusu olan ilâhî itinayı “İki ellerimle yarattığım Âdem’e secde etmene ne mâni oldu Ey İblis!”[1] şeklinde buyurduğu âyet-i kerimesinde açıkça görüyoruz. Biz bile çok önemsediğimiz bir iş için “Dört elle sarıl!” veya “sarıldım.” deriz, bu şekilde o işin daha çok mühim ve önemli olduğunu ifade etmiş oluruz.

Ayrıca Ebu Hüreyre (r.a)’nin rivayet ettiği müttefakun aleyh şu hadis-i şerif de, insanın yaratılışındaki kıymeti çok güzel anlatır.

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

“Rasûlüllah (s.a.v) bir gün elimden tuttu ve bana şöyle dedi: “Biliyor musun Ya Eba Hüreyre! Allah toprağı Cumartesi günü yarattı, Pazar günü de ondaki dağları yarattı, ağaçları pazartesi, mekrûhâtı (görünüşde insana hoş gelmeyen şeyleri) Salı günü, nuru Çarşamba günü, canlıları Perşembe günü, Âdem’i de, Cuma günü ikindiden sonra geceye kadar olan vakitte yarattı.1” hadis-i şerif şöyle devam ediyor:

En Hayırlı Gün

“Rasûlüllah (s.a.v) buyurdular ki: Güneşin üzerine doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma Günü’dür.  O günde Âdem yaratıldı, o gün yere indirildi, o gün tevbesi kabul edildi,  o gün öldü, o (Cuma) günde de kıyamet kopacak. O gün sabah şafak saatinden güneş doğana kadar, insanlardan ve cinlerden mâ adâ her canlı o saatlerin sırrına ve şerefine erme gayretindedirler.

O Saat

O günde öyle bir saat vardır ki; o saatte namazda olan bir Müslüman Allah’tan ne isterse kabul olur.

Ebu Hüreyre şöyle dedi: Sonra ben Abdullah b. Selam’la karşılaştım ve bu hadisten bahsettim.

Abdullah, ben o saati biliyorum, dedi. Öyleyse bana da söyle dedim.

Abdullah, o saat Cuma gününün son saatleridir, dedi. Nasıl olur dedim, Rasûlüllah,  “Namazda olduğu halde o saate rastlayan.” buyuruyor. Bahsettiğin saatte namaz kılınmaz ki!.. Abdullah şöyle dedi: Rasûlüllah (s.a.v): “Kim ki; bir mecliste oturup namaz vaktine kadar bekler sonra namazını kılarsa, o beklediği vakitte namazda sayılır.” buyurmadı mı?, dedi. Ben, evet dedim. O, işte odur, dedi.” 2

Bu hadislerden anlaşılıyor ki; Rabbimiz insanı yaratmazdan önce, onun barınağını ve hayat vesilelerini, muhteşem kâinat sofrasını yaratmış, ondan sonra Âdem’i yani biz insanı yaratmıştır.  Hani biz mesela mühim bir misafiri ağırlamadan önce onu alacağımız evimizi, ikram edeceğimiz sofrasını büyük bir îtina ile hazırladıktan sonra onu buyur ederiz ya! İşte Rabbimiz Sübhânehu ve Teâlâ biz insanları da böyle bir îtina ile hazırladığı kâinât sofrasına buyur etmiştir.

Peki Allah’ımızın biz insana göstermiş olduğu bu îtinanın sebebi ne idi? Mutlaka o da çok mühim bir şey olmalı ki; o îtinâya denk düşsün.  Rabb’imiz buna cevap olarak şöyle buyuruyor:

“Ben, cinleri ve insanları, sâdece bana ibâdet etsinler, bana kul olsunlar diye yarattım. Onlardan her hangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz ki; rızık veren O, sağlam kuvvet sahibi olan da O Allah’tır.”[2]

İnsanın yaratılışında ve vazifesindeki bu itina ve husûsiyetin neticesi ve âkibeti ne ola?!.

İki Mekan

Allah Celle ve A’lâ bizim için iki mekân yaratmış. Birinci mekân sonu ölüm olan imtihan mekânı. Yani Dünya. İkincisi, bu imtihanın neticesini göreceğimiz Hayat Mekânı. Yani Âhiret.

Mülk Sûresi’nin başındaki ikinci ayet-i kerime dünyayı, âkibeti ölüm olan dünya; âhireti de, ölümü olmayan hayat diye tarif etmiştir:

“Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir. Ve O her şeye hakkıyla gücü yetendir. O, hanginizin amelce daha güzel iş yapacağınızı sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, Azîz (kudreti dâima üstün gelen)dir, Ğafûr (çok mağfiret eden)dir.”[3] buyurmuştur.

Hâlbuki biz henüz yaşamakta olduğumuz dünyayı, hayat diye biliyoruz, âhirete gidenlere de öldü diyoruz. Fakat, şöyle etraflıca düşünüp âkibetini de hesaba katarsak, gerçekten dünya ölümlü dünya, yani ölümle son bulacak dünyadır; âhiret ise ölümü olmayan, sonsuza doğru yaşanmaya devam edilecek “Dâr-ı Bekâ” dır.

İkinci âyet-i kerime bunu ne kadar güzel ve özet olarak bize anlatmıştır. “Tebârekellezi bi yedihi’l-mülk ve Hüve alâ külli şey’in kadîr.” diyerek de mukaddimesini yapmıştır.

Ölüm

Öyleyse şu hiç istemediğimiz ölüm nedir? Nasıl başımıza gelecek ve nasıl cereyan edecektir? En sağlam ve en güvenilir kaynak olan Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz’in mübarek dilinden dinleyelim:

Hadis-i şerifi, Berrâ’ b. Âzib Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz’den bizzat şöyle naklediyor:

“Peygamberimizle birlikte Ensâr’dan bir kişinin cenazesine katıldık. Kabire geldik. Lahdi hazırlanırken Rasûlüllah oturdu biz de etrafında oturduk. Sanki başlarımızın üzerinde kuşlar varmış gibi (sessiz ve hareketsizdik). Peygamberimizin elinde bir çubuk toprağı karıştırıyordu. Bir ara başını kaldırdı ve iki üç defa tekrarlayarak: “Eûzu billâhi min azêbi’l-kabri” (Kabir azabından Allah’a sığının) dedi. Ve devam etti:

Mü’min Kulun Ruh Teslimi

“Mü’min kul dünyadan kopup âhirete yol aldığında, onun  üzerine, yanlarında Cennetten kefen ve kokularla beraber, semadan yüzleri güneş gibi nur yüzlü melekler iner. Ve göz alabildiğince (çokça) etrafına otururlar. Sonra ölüm meleği Azrâîl aleyhisselam gelir. Başucuna oturur ve:

“Ey  güzel nefis! Allah’ın mağfireti ve rıdvânına çık!” der.

Ve ruhu, su kabından damla akar gibi akar. Onu Azrâîl eline alır almaz, bir lahza bile beklemeden daha önce gelmiş beklemekte olan melekler onun elinden hemen alırlar, yanlarında getirdikleri kokularla kefene sararlar. O anda öyle güzel bir koku etrafı sarar ki; yeryüzünde onun misli görülmemiştir.

Öylece hemen havalanırlar. Uğradıkları her melâike semasında: “Nedir bu güzel ruh?” sorularıyla karşılaşırlar. Melekler de onlara, dünyadayken çağrıldığı en güzel isimiyle: “Falan oğlu falan” diye tanıtırlar. Böylece dünya semasına ulaşırlar ve “Onun için sema kapısını açın!” derler. Sema kapısı açılır. Her semanın Mukarrabûn melekleri onu teslim alır bir sonraki semaya ulaştırıp meleklerine teslim ederler. Böylece yedinci semaya kadar o ruh ulaştırılır (Ve Allah’a arz edilir.) Yedinci semada Allah Azze ve Celle:

“Kulumun yazısını İlliyyîn’e yazın! Ve onu tekrar yeryüzüne iâde edin! Zira Ben onları ondan yarattım, oraya iâde ederim ve tekrar oradan çıkaracağım” buyurur.

Rasûlüllah (s.a.v) şöyle devam etti:

Ruhu tekrar cesedine iâde edilir. O zaman iki melek gelir yanına oturular ve: “Rabb’in kim?” derler. O, “Rabb’im Allah” der. “Dinin ne?” derler. “Dinim İslam” der. “Size Peygamber olarak gönderilen adam hakkında ne diyorsun?” derler. O, “Allah’ın kulu ve Rasûlüdür” der.  “Nerden biliyorsun?” derler,  “Allah’ın kitabını okudum, ona inandım ve  tasdik ettim” der.

Semadan bir ses duyulur: “Kulum doğru söyledi. Ona cennetten yazgı serin! Cennetten giydirin! Ve kendisine cennetten bir kapı açın!”

Artık ona Cennetin rahatlığı ve kokuları gelmeye devam eder. Gözünün alabildiğince de kabri genişler.

Sonra ona, yüzü güzel, elbisesi güzel ve kokusu güzel bir adam gelir ve: “Seni sevindirecek olanla seni müjdelerim. Bu gün işte sana müjde vaat edilen o gündür.” der.  O da ona, “Sen kimsin? Yüzün sevinç verici hayır müjdeliyor. O adam, “Ben senin sâlih amellerinim.” der. O zaman ruh,

“Rabb’im  kıyâmet saatini hemen gerçekleştir de, ehlime ve kazancıma kavuşayım!” der.

Kâfir Kulun Ruh Teslimi

Rasûlüllah (s.a.v) şöyle devam etti:

Kâfir kula gelince, o da dünyadan kopup âhirete yol aldığında, onun üzerine,  semadan yanlarında müsûh (siyah deri ve kıllardan örülmüş giyecek) ile siyah yüzlü melekler iner. Ve göz alabildiğince (çokça) etrafına otururlar. Sonra ölüm meleği Azrâîl aleyhisselam gelir. Başucuna oturur ve: “Ey habîs nefis! Allah’ın gazabı ve azabına çık!” der. Ve ölünün cesedi parçalara ayrılır ve çengelli demir bıtırakların ıslak yünün içinden çekilir gibi ruhu bedeninden soyulur.

O habis ruhu Azrâîl eline alır almaz, bir lahza bile beklemeden daha önce gelmiş beklemekte olan melekler onun elinden hemen alırlar, yanlarında getirdikleri o müsûha sararlar. O anda öyle kötü çirkin bir cîfe kokusu etrafı sarar ki; yeryüzünde onun gibi tiksindirici kötü bir koku görülmemiştir.

Öylece hemen havalanırlar. Uğradıkları her melâike semasında: “Nedir bu kötü ruh?” sorularıyla karşılaşırlar. Melekler de onlara, dünyadayken çağrıldığı en çirkin ismiyle: “Falan oğlu falan” diye tanıtırlar. Böylece dünya semasına ulaşırlar ve “Onun için sema kapısını açın!” derler. Sema kapısı o kötü ruha açılmaz.

Burada Rasûlüllah (s.a.v): “…onlara sema kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete gireme-yeceklerdir.”[4] âyet-i kerimesini okudu.

Allah Teâlâ, “Onun kitabını yeryüzünün en alçak süfli tabakasında siccîn’e yazın.” buyurur.

Ve oradan onun ruhu şiddetle fırlatılır. Sonra Rasûlüllah (s.a.v):

“Allah’a ortak koşan müşrik, gökten düşüp de, kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma fırlattığı şeye benzer.”[5] âyet-i kerimesini okudu.

Sonra onun ruhu bedenine iâde edilir. O zaman iki melek gelir yanına otururlar ve, “Rabb’in kim ?” derler. O: “Ne? Ne? Bilmiyorum.” der. “Dinin ne?” derler. “Ne? Ne? Bilmiyorum” der. “Size Peygamber olarak gönderilen adam hakkında ne diyorsun?” derler. O gene “Ne? Ne? Bilmiyorum” der.

Semadan bir ses: “O yalan söylüyor. Ona cehennemden ateş serin ve cehennemden bir kapı açın!” der.

Artık ona cehennemin ateşleri ve zehirleri gelmeye devam eder. Kabri daralır da daralır hatta kemikleri ve kafes kemikleri birbirine geçer.

Sonra ona yüzü çirkin, elbisesi pis, kokmuş leş gibi kokan bir adam gelir ve, “Seni daha kötü duruma getirecek âkibetini müjdelerim. Sana uyarı olarak tebliğ edilen âkibet günün işte budur”. der.

O, “Sen de kimsin? Yüzünden kötülük ve şer akıyor der.” O da, “Ben senin kötü amelinim.” der.

O kötü ruh (daha kötü olan cehennem ateşinde yanacağını gördüğünden ötürü), “Rabb’im kıyâmeti koparma!” der. 3

 

Notlar

1- el-Muvatta’ 1/108 (240); Sahîhu’l-Buhârî, 1/316; Sahîhu Müslim, 4/2149 (17483); Sünenü Ebî Dâvud, 1/341 (1046); Sahîhu İbn-i Huzeyme, 3/117 (1731); Sahîhu İbn-i Hıbbên, 14/30 (6161); Sünenü’l-Beyhakî’l-Kübra, 9/3 (17493); el-Aclûnî, Keşfu’l-hafê, 1/378 (1214).

2-el-Muvatta’, 1/108 (241); Sahîhu Müslim, 2/585 (854); Süneni Ebi Dâvud, 1/341 (1046); Sahîhu’t-Tirmizî, 2/359 (488). Ebu îsâ: Hadis hasen sahîh dedi.

3 – Müsnedü ‘s-sahabe fi’l-kütübi’t-tis’ah, 32/465 (18557); Müsnedü Ahmed b. Hanbel, 4/287; Sahihu’t-terğib ve’t-terhib, Kütübi’l-Elbeni, 3/219, (sahih). Bk. Sahih ve daif el-Câmiu’s-sağir, 7/3,  (حم 18557 ) ve hadis rakam; 1676 fi Sahih el-Câmi’ .

[1] Sâd,38/75

[2]  Zariyat, 51/56-58.

[3]  Mülk, 67/1-2.

[4]  Ârâf, 7/40.

[5]  Hacc, 22/31.