İçeriğe geç
Anasayfa » ÖNCELİK GÜNAHA MEYLETMEMEKTİR

ÖNCELİK GÜNAHA MEYLETMEMEKTİR

Mü’min, haram ve günahlardan uzak durmaya azami dikkat gösteren mümtaz bir şahsiyettir. Beşer iktizası bir günah irtikâp edecek olsa hemen samimi bir tövbe ile hakka yönelmelidir. Şartlarını haiz samimi bir tövbe ile büyük büyük günahlar küçüle küçüle eriyip yok olurlar, biiznillâhi Teâlâ. Önemsenmeyen küçücük günahlar da ısrarla sürekli işleye işleye büyük büyük kocaman günah durumuna dönüşür ve devleşirler.

Aslında şuurlu bir mü’min, günahın küçüklüğüne değil de bu günahı kime karşı işlediğine bakmalıdır, ki o zaman küçük günahın küçüklüğüne değil de Allah’ın kudret ve azametine odaklanıp kalır ve küçük günahın küçük kalamayacağı kanaatine varır. İşlenen isyan ve haramlar hem imanı hem sâlih ameli hem de dua ve niyazları tamamen olumsuz yönde etkisi altına alır ve işlevsiz hale sürükler. Haram, isyan, fısk u fücur ile iç içe olmak hidâyetin kararmasına yol açar. İmanın zayıflamasına ve bilahare zevaline de sebep olur, Maazallah. Böylece iman aydınlığından küfür karanlığına sürüklenmiş olur. En büyük nimet, hidâyet (iman) nimetidir. Ayakları topal, elleri çolak, gözleri görmeyen, fakir mi fakir bir adam, mescidin bir tarafında oturmuş büyük bir mutluluk içinde şöyle dua ediyor; “Ya Rabbi! Verdiğin nimete sayısız ve sonsuz şükürler olsun.” Arkasında bulunan adam onun, ayakları topal, elleri çolak, gözleri de görmez halini görünce, “Sende ne nimet var ki O’na şükrediyorsun?” der. O kimse de “Be ey gafil! Allah bana öyle bir nimet verdi ki o kalple O’na inanmış olmanın mutluluk ve huzurunu yaşıyorum. Sen hidâyetten daha üstün bir nimet biliyor musun?” diye cevap verir. Hangi dünya nimeti, hidâyet gibi bir nimetin yerini tutabilir? Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a), Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde tezekkür ve tefekkür esnasında zaman zaman kendini tutamaz galeyana gelir ve “Allah! Allah!” diye feryat eder. Orada bulunan Hz. Ömer (r.a) bunu yerinde bir hareket olarak görmez, Efendimize gelerek, “Ya Rasûlallah! Bilâl mescitte zaman zaman “Allah! Allah!” diye bağırıyor.” dedi. Efendimiz de “Niçin öyle yaptığını sordun mu?” diye sorar. “Hayır, sormadım.” şeklinde cevap verir Hz. Ömer. Efendimiz, “O zaman çağır Bilâl’i de, soralım kendisine.” der. Az sonra Bilâl, huzur-i Rasûlillah’a gelir. Efendimiz (s.a.v) ona sorar: “Ya Bilâl! Nedir bu zaman zaman coşmanın sebebi?” “Ya Rasûlallah! Allah sana her şeyi vermiş, ancak istediğin kimseye hidâyet etme imkânını vermemiştir. Düşünüyorum da şayet Rabbim sana insanlara hidâyet etmeyi de vermiş olsaydı Habeşli bir köleye hidâyet etme sırası gelir mi idi İslâm’ın ilk günlerinde? Senin çevrende Mekke’nin büyükleri, Hâşimî ailesinin yakınları vardı. Önce onlara hidâyet etmeyi isteyecektin. Habeşli siyahi köleye hidâyet sırası kim bilir ne zaman gelecekti ama ben şimdi bu hidâyet nimetine sahibim. Mekke’nin ileri gelenlerinde olmayan (bir) saadete ermişim. İşte tefekkürümde bunları düşününce coşuyor ve sevincimden “Allah! Allah!” diye feryat etmekten kendimi alamıyorum, bu taşkınlığımı hoş görüp bağışlasın Ömer kardeşim beni.”

Taberânî, İbn Abbas’tan şöyle bir hadis-i şerif nakleder: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyiniz.” ayeti Efendimiz (s.a.v)’in huzurunda okununca Sa‘d bin Ebî Vakkas (r.a) ayağa kalkıp “Ya Rasûlallah! Allah’a dua et de benim yaptığım duayı kabul buyursun.” dedi. Efendimiz de “Ya Sa‘d! Yediğin, içtiğin, temiz ve helal olsun ki yapmış olduğun dua ve amelin kabul olsun. Muhammed’in nefsi (canı) yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki bir kulun, midesine haram bir lokma indirmesinden dolayı Allah, kırk gün yaptığı sâlih amelini kabul etmez. Cehennem ateşi, haramla büyüyen (gelişen) etten daha hayırlıdır.” diye cevap verdi.

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir başka hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v)’in haram konusundaki uyarıları şöyledir. “Allah (c.c) “tayyîb”dir (temizdir). Ancak ve ancak temiz (ve helal) olanı kabul buyurur. Allah Teâlâ (bu konuda) Peygamberlerine neyi emretmiş ise diğer mü’minlere de onu emretmiştir. Nitekim Allah (c.c), (peygamberlere), “Ey peygamberler (topluluğu)! Temiz ve helâl rızıklardan yiyin ve sâlih ameller işleyin…”[1] şeklinde emretmiştir. (Diğer) mü’minlere de, “Ey mü’minler! Size (rızık olarak) verdiğimiz rızıkların temiz (ve helâl) olanlarından yiyin…”[2] şeklinde emir buyurmuştur (Rasûl-i Ekrem) daha sonra, “Çok uzun bir sefere çıkmış, (üzeri) toz toprak, yorgun argın bir vaziyette bir kimse ellerini semaya doğru kaldırmış ve “Ya Rabbi! Ya Rabbi! diye yalvarıp yakararak dua eder. (Ama bu kişinin) yediği, haram; içtiği, haram; giydiği, haram ve haramlarla gıdalanmış (beslenmiş). Böylesi bir kimsenin duasını Allah nasıl kabul etsin?” diyerek bir şahıstan bahseder. Sâlih bir kişi ve sâlih amel sahibi olabilmenin tek bir yolu vardır; o da helal ve temiz rızıktır, helal lokmadır. Meallerini sunduğum ayet-i celilelerde, önce “helal lokma”nın daha sonra “sâlih amel”in zikredilmesi ne kadar da dikkati caziptir. Yani sâlih amel işleyebilme veya işlenen sâlih amelin kabule şayan bir ibadet olabilmesinin tek bir yolu vardır; o da haramlardan kaçmak ve helallere koşmaktır. Sâlih amel işleyerek sâlih kimselerin saflarında yer alabilmenin temelinde helal lokma ile beslenme vardır.

Bir mü’minin en çok korktuğu şeylerden biri günah ve haramlara bulaşırım korkusu ve endişesi olmalıdır. Pervasız ve fütursuzca günah işlemek, ağlayarak, sızlayarak ve dövünerek cehenneme sürüklenmeye sebep olur. Şüphe yok ki  kişi, Allah’tan korktuğu nispette haramlardan ürker ve uzak durmaya azami derecede itina gösterir. “Allah’tan korkuyorum, Allah’ı seviyorum.” iddiasında bulunup da umursamadan, irkilmeden, utanmadan, hayâsızca, haram ve günahlarla barışık olanların, Allah’la, Kur’an’la, sünnet-i Rasûlillah’la barışık olmaları mümkün müdür? Bir kısım mü’min kardeşlerimiz hiç sıkılmadan, korkmadan, hiçbir şey olmamış gibi rahatça günah işlerken gerekçe olarak, “Ben günah işliyorum ama yaptığım sevaplı işler daha çok olduğu için nasıl olsa mizanım ağır gelip kurtulacağım.” şeklinde ileri sürdükleri beyanatlarla bir kısım amellerine güven bağlayıp aldanıyorlar maalesef. Bu, çok yanlış ve çok tehlikeli bir çıkıştır. Şeytanın sinsice bir plan ve projesidir. Yaptığı bir kısım amellerine güvendirerek günah bataklığına sürükleme oyunudur. Uyanık ve şuurlu bir mü’min, yaptığı sâlih amelleri ve başkasının kendisine yaptığı  kötülükleri unutan, fakat işlediği günah ve kusurlarını ve başkasının kendisine yaptığı iyilikleri unutmayan akıllı bir kimsedir.

Haramlardan sakınmak başlı başına bir ibadettir ve hem de alışageldiğimiz namaz, oruç ve sair ibadetlerden daha zor bir ibadettir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için sabır; bela, musibet, mihnet ve meşakkatlere karşı sabır; Allah’ın yasaklarına, bilumum haramlara karşı sabır gerekir. İşte sabrın en zor ve en çetin olanı harama düşmeme, günah işlememe hususunda gösterilen sabır ve dirençtir. Bundan dolayı Efendimiz (s.a.v), “Bilumum haramlardan sakın (uzak dur) ki (en muttaki, en mütedeyyin), Allah’a karşı en çok ibadet eden (bir kul) olasın.” buyuruyor. Bu ve benzeri hadis-i şeriflerden esinlenen ve etkilenen İmam Muhammed Birgivî (Rahmetullâhi Aleyh), “Zerre miktarı haramlardan kaçınmak, “sekaleynin” yani insan ve cinlerin yaptığı ibadetlerden daha hayırlıdır.” demiştir. Farz ve haramları gözetmede öncelik, haramlardan kaçınmak, sonra da farzları yerine getirmektir. Hani kelime-i tevhitte önce, “Lâ İlâhe” diyoruz; yani hiçbir yaratan, yaşatan ve yöneten tanımıyoruz. Daha sonra, “İllallâh” diyerek, yaratan, yaşatan ve yöneten olarak yalnız ve yalnız Allah’ı kabul ediyoruz. Önce kalpteki her çeşit putları silip atıyoruz, sonra da imanla süslüyoruz.

Sirru’s-Sekatî demiş ki, “Bağdat çarşısında yangın çıkmıştı, ben de dükkânımın durumunu görmek için oraya doğru giderken karşıdan gelen biri, “Bütün dükkânlar yandı, yalnız senin dükkânın kaldı.” dediğinde ben, “Elhamdülillâh.” dedim. İşte ben tam otuz yıldır, o gün “Elhamdülillah” dediğim için Allah’tan af talebinde bulunuyorum (tevbe, istiğfar ediyorum).” Bir ders, bir nasihat olsun diye konu ile alâkalı Hz. Ebu Bekir es-Sıddık (r.a)’ın 22 mısralı bir kasidesinin  bir bölümünü istifadenize sunmak istiyorum:

“Ya İlâhi! Lütfun (ve keremin) ile, azığı (sâlih ameli) az olan (bu kulun)a rızk ver (sâlih amelle rızıklandır). Ya Celîl! Kapına sıdk u sadâkatle gelen şu müflis kulunun günahı (çok) büyüktür. Büyük günahını bağışla. Gerçekten o, garip, bîçare günahkâr bir şahıstır. Zelil bir kuldur. Onun isyanı (işlediği günahları), unutması, sehiv üstüne sehvi (yanılma üstüne yanılması) var(dır). Ya Rabbi! (Benim) günahlarım (çöldeki) kum sayısı gibi (çoktur) ve sayısızdır. Bütün günahlarımı bağışla. Güzel bir müsamaha ile (benim bu halimi) hoş gör. Ya İlâhi! (Benim) halim nice ola. İyi amellerim yoktur. Kötü amellerim (günahlarım) ise çoktur. İtaat azığım (sâlih amelim) az(dır). Hastalıklardan (bana) afiyet ver. Benim (her türlü) ihtiyacımı ver. Benim hasta bir kalbim var, Sen (tüm) hastaya şifa verensin.”

[1] Mü’minûn, 23/51.

[2] Bakara, 2/172.