Oruç anlamına gelen “Savm” namaz gibi bedenî bir ibadet olduğu için namazla ilgili konulardan sonra zikredilmiştir. Oruç ibadeti kıblenin tahvilinden sonra hicretin bir buçuk veya ikinci yılında Şaban-ı Şerif ayının onunda farz kılınmıştır. Bedir savaşının vuku bulduğu yıla tesadüf etmektedir. Orucun farz kılınışından itibaren Peygamberimiz (s.a.v) geçen dokuz yıl içinde dokuz defa Ramazan orucu tutmuşlardır.
Sözlükte Oruç: “İmsak” yani tutmak demektir. Kişinin, kendisini yapılması mümkün (mübah) olan bir takım fiilleri yapmaktan alıkoyması anlamına gelir. Arapça da “savm” kelimesi ile ifade edilen orucun zıddı “fıtır” dır. Oruç tutan kimseye “sâim” oruç tutmayan kimseye de “müftır” denir.
Aslında “oruç tutuyoruz” yerine “oruç bizi tutuyor” ifadesini kullanmak daha düşündürücü olmaz mı? Çünkü biz oruca ne kadar saygı ve hürmetle yaklaşıp gerektiği şekilde ihya etmeye muvaffak olursak “inşallah” o, bizim elimizden tutup melekût alemine doğru yol almamıza ve bir kısım ilahî sırlara vakıf olmamıza yegane bir vesile teşkil etmez mi? Yahut da oruç bize kendimizi nasıl tutacağımızı nasıl sahip çıkacağımızı bir kısım kötü alışkanlıklardan ve kötü huylardan nasıl arınacağımızı öğretmiyor mu? Oruç bize, kendimizi nasıl kontrol altına alacağımızı her an Allah’ın murakabe ve müşahedesi altında olma alışkanlığını kazandırıp ihsan makamına doğru bir yola yönelip, hayli bir mesafe katetmemizi sağlamıyor mu? Bu kısa açıklama ile orucu bizim tutmamızdan ziyade, orucun bizi tuttuğu ve bize sahip çıktığı neticesi ortaya çıkmış olmuyor mu?
Orucun ıstılahî (dinî) anlamı ise: Kişinin muayyen bir zaman zarfında muayyen bir şekilde belirli şeyleri yapmaktan kendisini alıkoymasıdır. Muayyen zamandan maksat gündüz olan vakittir ki o da fecrin tulu’undan güneşin batışına kadar olan zaman sürecidir. Muayyen şekilden maksat, niyetle yani Allah’a kulluk maksadı ile oruç tutmaktan ibarettir. Çünkü ibadetlerin adetlerden ayrılması ancak niyetle mümkündür. Tahtavi’ye göre ramazan ayının her günü için ayrı ayrı niyet etmek gereklidir. Ramazan orucunun edası için niyetin vakti, güneşin tamamen batmasından itibaren (zavhatül kübra denilen) kuşluk vaktinin biraz öncesine kadar olan vakittir. Bu zaman zarfının her hangi bir anında niyet edilirse oruç sahih olur. Nafile oruçlar ve muayyen adak oruçlarında da hüküm aynıdır. Ramazan orucunun kazası, bozulan nafile oruçların kazası, bilumum kefaret oruçları, temettü ve kıran haclarında kesilecek olan kurbanın yerine tutulan oruçlar ve mutlak adanan oruçlarda ise niyetin geceden yapılması şarttır. Yani güneşin batımından şafak vakti öncesine kadar ki vakittir. (İmsak vaktine kadar olan süredir.) Niyet, niyete ehil olan kişi tarafından ve yerinde yapıldığı takdirde sahih olur.
Oruca Ehil Olmak:
1-Müslüman Olmak
2-Kadınların hayız ve nifas hallerinden temizlenmiş olmasıdır.
Niyetin yerinde yapılması ise: Dinen kabul edilen vaktin bir dilimi içerisinde niyetin yapılmasıdır.
Ramazan ayındaki orucun sebebi: Ramazan ayıdır. Yani Ramazan ayında hazır bulunmasıdır. Ramazan-ı Şerif ayına yetişmek, o ayı oruç tutmanın sebebidir.
Orucun farz olmasının şartları:
1-Müslüman olmak
2-Akıllı olmak
3-Ergenlik çağına girmek
4-Daru’l-harpte yaşayan bir Müslümanın oruç ibadetinin farziyetinden haberdar olmasıdır (Orucun farz olduğunu bilmiş olmasıdır).
Orucun edasının farz oluş sebebi:
1-Sıhhati yerinde olmak
2-Mukîm olmak
Orucun sahih olmasının şartı:
1-Hayız ve lohusalık hallerinden temizlenmiş olması
2-Niyet etmek
Niyet her çeşit orucun sıhhati için şarttır ve ayrıca vaktinde yapılması da şarttır.
Orucun Ruknü: Mide ve tenasül uzvunu istek ve arzularından alıkoymaktır.Diğer bir ifadeyle orucu bozan bilumum hallerden korunmaktır.
Orucun Hükmü: Farz olan ibadetin zimmetten yani sorumluluktan düşmesi ve ahirette sevap elde edilmesidir.1
Orucun meşruiyetindeki hikmet ve faideleri (orucun sırları): Allah Teala (c.c) Hazretlerinin bütün yasaklarında sayılmayacak derecede zararlar olduğu gibi emirlerinde de birçok hikmet ve faideler mevcuttur. Bedeni bir ibadet olan oruç ibadetinin meşru kılınmasındaki kısmi hikmet ve faidelerini şöyle sıralamak mümkündür. Ramazan orucu, gönül cevherini ramazanın açlık ve susuzluk ateşinde fırınlayarak (pişirerek) posasından arınmasıdır. Nasıl ki dostlar arasındaki hediye gönüldeki muhabbetin şahidi ise ramazan orucu da imanın çiçeği ve meyvesidir. Efendimiz (s.a.v) “Oruçlunun ağzının kokusu Allah katında (misk, gül yağı, menekşe, karanfil v.s) kokusundan daha temiz ve güzeldir.” buyurmuşlardır.2
Bedenin korunmasında zırhın önemi ne ise ruhun korunmasında da orucun önemi odur. Yani oruç ruhun giyindiği bir zırhdır. Nitekim aleyhissalatü vesselam Efendimiz “Oruç bütün günahlara karşı en güzel bir kalkandır.” buyurmuşlardır.3
Oruç tutan Müslüman sabır taşını yutan ve onu bütün hücrelerine kadar yerleştiren mübarek bir insandır. Efendimiz (s.a.v) “Oruç sabrın yarısıdır.”4 buyuruyor.
Müslüman oruç sayesinde hem ruhundaki manevi kir olan günahları hem de bedeninde ki hastalıkları ve fazlalıkları temizler. Efendimiz (s.a.v) “Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı (temizlenmesi) ise oruçtur.”5 buyurmuştur.
Oruç ruhun gıdasıdır, hem vücuda hem de ruha sağladığı faideler sayılmayacak kadar çoktur. Nefse karşı hakimiyet ancak oruçla mümkündür. Oruç ruhu besler ve kişinin melekût alemine ulaşıp bir kısım ilahî sırlara vakıf olmasına vesile olur. Bir kimse İslam’a girdikten sonra onun için en mühim olan vazife namazdır. Çünkü namaz dinin direğidir. Sonra oruçtur, oruç ta ruhun direğidir. Sonra da zekattır, zekat ise cemiyetin direğidir. Namazsız din olmaz, oruç olmayınca da ruh çöker ve kararır, zekat olmadan da toplumun ayakta durması mümkün olmaz. Oruca riya girmez. Oruç şirki nefyeder. Kurban, namaz ve benzeri ibadetlerde riya yolu ile şirke düşülebilir. Oruçta ise asla. Zira birilerinin hoşnutluğunu kazanmak için oruç tutulduğu görülmemiştir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak kutsî bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
“Oruç benim içindir, onun mükafatını ben vereceğim.” Fahrettin er-razi, oruç ayetini tefsir ederken özetle şunları kaydediyor: Oruç insanda gerçek takvayı (Allah korkusunu) meydana getirir. Çünkü insanın tamamen kendileri için çalışıp uğraştığı midesinin isteklerini ve cinsi arzularını kırar, böylece bu iki çeşit organdan meydana gelecek olan zararlardan korunmuş olur. Oruç ibadeti kişiyi haram işlemekten alıkoyduğu gibi, dünyada bir takım işlerde onun lider olmasını da kolaylaştırır. Böylece oruç Allah korkusuna giden sebepleri hazırlar ve bunun yollarını bir araya getirip açar.6
Oruçla meydana gelen taat u ibadet sebebiyle Allah’ın gösterdiği hak yolda müminin dosdoğru olarak gitmesini sağlar. Çünkü oruç Allah’ın emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktan ibaret olan “takva”yı gerçekleştiren en ulvî bir ibadettir.
Orucun farziyetini bildiren ayet-i kerimede bu hususu Allah Teala şöyle açıklıyor; “Ey iman edenler! Günahlardan (korunup) sakınasınız ve (takvanın daha üstün derecelerine ulaşasınız) diye sizden önce (gelip geçmiş) ümmetlere oruç tutmak farz kılındığı gibi sizlere de farz kılılındı.7”
Çünkü oruç bütün günahların anası durumunda olan nefsanî, şeytanî ve şehevanî istek ve arzuları, akîm kılan (işlevsiz hale sokan) bir ibadettir. Deylemî’nin Hz. Enes (r.a)’den naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Siz cesetlerinizi açlıkla ve susuzlukla (yani oruçla) eskitiniz, etlerinizi ifnâ ediniz (tüketiniz) yağlarınızı eritiniz ki cennette misk ve kâfur ile karışık tayyib (tertemiz) etlere nail olasınız.” Hukemâ (söz ve fiillerin sünnet-i Rasulullah’a uygun olan ulemâ) tokluğun meydana getirdiği zararları 50 madde olarak tespit etmişlerdir. Vücuda ağırlık, yorgunluk, gönül körlüğü, kalp katılığı, ruhun zafiyeti, haşyet-i ilahinin yok olması, hayâ ve iffetsizlik, akıl zafiyeti, şükürsüzlük, huzursuzluk, şehevi arzuların artması, hayânın yok olması, bildiklerini unutmak, ölümü unutmak, dünyayı çok sevmek, cimrileşmek, zulüm, şeytana uymak, sabırsızlık, feryad u figan etmek, korkaklık, hikmetten mahrum kalmak ve diğerleri…8
Oruç nefse karşı bir savaştır. Nefsanî arzulara, şeytanî vesveselere karşı en büyük bir mukavemettir.
Oruç sebebiyle insan mahrum olduğu şeylere ve karşılaşacağı bazı sıkıntılara, korkulara karşı sabr etme alışkanlığını kazanır.
Oruç kişiye gizli ve aşikar her zaman ve her yerde emanete riayeti de öğretir.
Oruç iradeyi kuvvetlendirir. Zihnin berraklaşmasına, düşüncenin netleşmesine ve güzelleşmesine tutarlı ve isabetli düşüncelerin ortaya çıkmasına yardımcı olur.
Lokman (a.s) oğluna şöyle nasihat etmiş idi: “Oğlum! Mide dolduğu zaman düşünce uyur, hikmet dilsiz olur, âzâlar da Allaha ibadet etmekten geri kalır.”
Oruç insana düzenli ve disiplinli yaşamayı da öğretir.
Oruç insandaki merhamet ve kardeşlik duygularını geliştirir ve sosyal dayanışma bağlarını kuvvetlendirir. Oruç insanın hayatını baştan yeniler, vücuttaki fazlalıkları tahliye eder. Mideyi, hazmi ve sindirim organlarını rahatlatır, vücudu korur hazmedilmeyen yemekler ile vücuttaki yağlarla beraber fazlalıkları yok eder.9
Kemalleddin İbn-i Humâm es-Sivasi de, oruç faslını işlerken orucun sır, hikmet ve faidelerini şöyle sıralıyor:
1-Nefsi emmare ancak oruçla sükunete kavuşur; göz, dil, kulak ve cinsi uzuvlarla tatmin olmaya uğraşan nefsin şehevî arzuları kırılır. Çünkü oruç sayesinde bütün uzuvların hareket noktaları zayıflamaya başlar. Çünkü nefis acıkınca bütün azalar doyar (suspus kesilirler). Nefis doyunca da bütün azalar acıkır (ve hücuma geçmek isterler).
2-Oruç kişiye fakirlere karşı merhametli ve şefkatli olmayı öğretir. Çünkü nefis muayyen zamanlarda tattığı açlığın acısını umumî zamanlarda da hissedebiliyor.
3-Oruçla insan zaman zaman fakirlerin katlandıkları zorluklara zahmet ve meşakkatlere karşı tahammül göstererek onlarla yaşar ve onların sıkıntılarını daha iyi kavrayabilir.10
İmam Gazali (r.a) de, orucun esrarından bahisle orucu üç dereceye ayırır11:
1-Avâm olan müminlerin tuttuğu oruç,
2-Havâs olan kimselerin tuttuğu oruç,
3-Ehassu’l-havâssın tutuğu oruç.
Avâmın orucu: Fukahânın oruç tarifine uymasıdır. Yani yeme, içmeden kendini alıkoyması ve cinsî arzularına hakim olmasıdır.
Havas olan kimselerin orucuna gelince:
Yukarıdaki hususlara riayet edilmekle beraber ayrıca kulağını, gözünü, dilini, elini, ayağını ve bilumum âzâlarını günahlardan ve haram olan şeylerden korumasıdır. Yani vücuttaki bütün uzuvların oruca iştirak etmesidir.
Havasın Orucu ise: Salih olan kimselerin tuttuğu oruçtur ki bu da bütün âzâları haramdan korumakla olur. Ve altı şey ile tamam olur;
1-Gözünü korumak: Kalbini meşgul edecek ve kendisini Allah’ı anmaktan alıkoyacak şer’en bakılması haram veya mekruh olan şeylerden gözünü korumasıdır.
2-Lisanını (dilini) korumak: Dilini hezeyan, yalan, gıybet, söz gezdirme, fuhuş sözlerden ve cidalden koruyup; zikrullah, tesbihat ve Kur’an tilaveti ile dili meşgul etmek de dilin orucu olur.
3-Kulağı korumak: Şer’an dinlenmesi haram ve mekruh olan şeylerden muhafaza etmek gerekir. Söylenmesi yasak olan her şeyin dinlenmesi de yasak olur.
4-Diğer azaları korumak: El, ayak gibi diğer azaların günahlardan, iftar vaktinde de mideyi haram ve şüpheli lokmadan korumaktır. Çünkü helal yemekleri yemeyerek oruç tutup da haram ile iftar etmenin ne anlamı var? Çünkü helal lokma şekil itibari ile değil çokluğu itibari ile zararlıdır. Oruçta helal lokmayı azaltmak için meşru kılınmıştır. Zarar verir endişesi ile ilacın çoğunu içmekten sakınıp (az da olsa) zehir içmeye kalkışan kimse ahmak değil de nedir? Haram dini öldüren bir zehirdir. Helal ise çoğu zararlı ama azı ise şifalı ve yararlı olan bir ilaçtır. Orucun gayesi de bunu azaltmaktır.
5-İftar vaktinde az yemeye dikkat etmek: İftar vaktinde helal olan yemekten dahi tıkabasa karnını doldurmayacak şekilde az yemeye dikkat edecek. Çünkü Allah indinde kapların en şerlisi helalden bile olsa tıkabasa dopdolu olan midedir. Gündüz yemediğimizi iftar vaktinde toplayıp yemek suretiyle tedarik edersek nefsanî ve şehevanî arzularımızı yenmek Allah düşmanı şeytanı kahretmek ve onu şerrinden nasıl emin olabiliriz ki! Orucun ruhu ve sırrı, şeytanın yolları olan kuvvetleri zayıflatmak hatta yok etmeye çalışmaktır. Bu da ancak az yemekle mümkündür.
6-İftardan sonra korku ile ümit arasında bir hal takınılmasıdır. Acaba orucu kabul olan mukarreb kimselerin orucundan mı? Yoksa kabul olamayan gazaba uğramış kimselerin orucundan mı? diye düşünmeli. Sadece oruçta değil bütün ibadetlerimizin sonunda bu şekilde düşünceye dalmak elzemdir. Oruç tutan bir mümin imkan dahilinde şehevî arzulardan uzaklaşmakta ve adım adım melekleşmeye yüz tutmaktadır. Çünkü melekler şehevî arzulardan münezzehdirler. İnsanın derecesi hayvanın derecesinden üstündür. Çünkü insanın aklın yardımı ile şehevî arzularını yenmeye gücü yeter. Ancak insanın derecesi meleklerin derecesinin de altındadır. Çünkü insanı nefsanî ve şehevî arzular istila etmiş ve insan da bu arzularla mücadele etmekle emrolunmuştur. Nefsanî ve şehevî arzuların esiri olması halinde esfel-i safiline yuvarlanır ve hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşer. Nefsanî ve şehevî arzular törpülendikçe, kırıldıkça, sindirildikçe âlâ-i illiyyîne, en yüksek dereceye ulaşır ve meleklerin ufkuna katılmış olur. Sonuç olarak deriz ki oruç ibadetinde olduğu gibi her ibadetin zahirî ve batınî bir kabuğu ve bir de özü vardır. Kabuklarının da dereceleri ve her derecenin de makamları vardır. Sen artık serbestsin istersen kabuklarla uğraşarak kabukta kal, istersen de öze dalarak basîret sahibi kişiler arasına katıl, sûretâ insan değil, özde insan olmaya bak.
Ahassul Havasın Orucu: Avâm ile havâssın orucundaki bütün hususlara riayet edilmekle beraber kalbini dünyevi düşünce, dert ve kasvetlerden korumak suretiyle kendini tamamen Allah’a bağlamasıdır. İlahî ve uhrevî düşüncelerden başka düşüncelere dalarsa orucu bozulmuş olur. Bu mertebedeki orucun sahipleri: peygamberler, sıddıklar ve mukarreb kimselerdir.
- el-İhtiyar li-ta’lîli’l-muhtar, c.1; Fethu’l-kadir, c.2; Tahtavi, Dürerü’l-hükamfî şerh-i Ğureru’l-Ahkam, c.1; el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühü, c.2, s.498, Oruç Bahsi.
- et-Terğib ve’t-Terhib, c.2, s.80.
- a.g.e., c.2, s.79.
- a.g.e., c.2, s.85
- a.g.y., Mişkâtu’l-Mesâbîh c.4, Hadis no: 2071.
- Tefsiru’l-Kebîr c.5, s.70.
- Bakara, 2/183.
- Oruç, Mehmed Zahid Kotku (r.a) Hocaefendi, Seha Neşriyat, 1985.
- el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühü, c.2, s.499-501.
- Fethu’l-kadir, c.2, s.300-301.
- İhyâ-i Ulûmiddîn, c.2, s.314-317.