Kibir ve özgüven arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizgi maalesef günümüzde üst üste binmiş hatta modern dünya bizi özgüven kılıfına sokulmuş kibre yönlendiriyor. Özgüven kavramı en basit ifadeyle, bir insanın kendi yeterliliğine olan inancıdır. Kibir ise kendisini gerçek durumundan üstün görme, büyüklenme anlamına gelir.
Eğitimciler, psikologlar, kişisel gelişimciler ve bunlara bağlı olarak anne ve babalar ilk zamanlar başarının ilk şartı gibi gördükleri için öğrencilere bol bol özgüven aşıladılar. Zamanla gördüler ki hak edilmeden elde edilmiş içi boş üstünlük duygusu problemli kişilik yapıları ortaya çıkardı. Çünkü her şeyde olduğu gibi özgüven de en uygun düzeyde olmalıdır. Yaşamımızı etkileyen diğer bütün faktörler gibi özgüvenin de eksikliği kadar fazlalığı da problemler doğurmaktadır. Bu duruma güzel bir örnek olarak bizzat yaşadığım bir olayı paylaşmak isterim.
Bir arkadaşım, imam hatip lisesi son sınıfa geçmiş olan kızını, üniversite sınavına hazırlamak için bizim dershanemize getirmişti. Konuştuk, anlaştık ve öğrencinin kaydını yaptık; dersler ve diğer rehberlik çalışmalarımız başladı. Ancak derslerle birlikte bu öğrencimizin problemleri de kendini göstermeye başladı; öğrencimiz hocaları beğenmiyor, programı beğenmiyor, sistemimizi beğenmiyor, dersleri sabote ediyor, sınıfın ve dershanenin işlerini zorlaştırıyor, diğer öğrencileri hocalara ve kurumumuza karşı kışkırtıyor, hocalar ve kurum aleyhine kurum içinde ve dışında kulis faaliyetleri yapıyor, kendi düşüncesine göre yanlış olan durumları bire on katarak ilgili ilgisiz herkese yayıyor, yapması gereken çalışmaları yapmıyor, yapılmaması gereken ne varsa yapıyor, bu zararlı faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıkan aksaklıkları kurumun kusurları ve hataları şeklinde lanse ederek kurum aleyhinde kullanıyor, karşımıza alıp konuşmaya çalıştığımızda da en çirkin ve pervasız tavırlarla bize posta koyarak haddimizi bildiriyor. Beş on gün böyle uğraştıktan sonra bu işin böyle yürümeyeceği kanaatine vardık ve kadim dostumuz olan babasını çağırdık, durumu anlattık, çözüm bulunamayacağını ifade ederek çocuğunu kurumumuzdan almasını rica ettik. Dostumuz söylediklerimizi dinledi ve “Tamam abi, kızı alayım” dedi. Ama şunları da ilave etmeden kendini alamadı: “Kızım çok hakkaniyetlidir, haksızlığa katlanamaz, yüksek bir özgüveni vardır, kimseye boyun eğmez. Yanlışlara karşı savaş açar. Yanlış yapana haddini bildirir…” Bu sözleri işittikten sonra anladık ki, İslam’ı iyi bilen kardeşimiz, kızının edepsizliklerini, kibrini ve küstahlıklarını özgüven, iftira ve gıybetlerini haksızlığı kabullenememek, düzeni bozup anarşi çıkarmasını da yanlışlara karşı savaş açmak olarak isimlendirmekte, çocuğun azgın bir canavara dönüşmüş olan nefsini büyük bir İslam mücahidi, azgınlıklarını da İslamî bir başkaldırı olarak görmektedir. Sözü fazla uzatmadan öğrencinin kurumumuzla ilişkisini kestik.
Buna benzer tablolar maalesef hiç de az değil günümüzde. Kavram kargaşası diyerek basite indirgediğimiz birçok durumun, dinimizin şiddetle karşı çıktığı, yok etmeye çalıştığı büyük günahlar olduğunu idrak edemiyoruz. Özgüven kelimesiyle meşrulaştırdığımız hatta ideal bir kişilik unsuru olarak gördüğümüz davranışların gerçekte nefsin azgınlıkları ve haydutlukları olduğunu anlayamıyoruz. Çocuğumuzu özgüven sahibi yapalım derken bir canavara dönüştürdüğümüzü, narsist bir kişilik oluşturduğumuzu anlayamıyoruz.
Yakınlarımızdan ve çoluk çocuğumuzdan sadır olması halinde egonun nefis olduğunu, gereğinden fazla özgüvenin kibir olduğunu, ortamı ve düzeni bozmanın fitne olduğunu, mevcut hataları gıyapta konuşmanın gıybet olduğunu, olmayan şeyleri aleyhte kullanmanın iftira olduğunu, başkalarının malına ve kişiliğine zarar vermenin eşkıyalık olduğunu İslam’ı iyi bilenlerimiz bile unutuyor. Sıraladığım bu çirkin günahların İslam’daki durumları üzerinde uzun uzadıya konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bu çirkin günahlarla ilgili her türlü ayrıntılı bilgi ahlak kitaplarında, hadis külliyatında ve yüce Kitabımızda açık ifadelerle zaten mevcut. Bütün mesele bu bilgilerin günlük yaşamımızdaki davranışlarla ilişkisini kurmaktan ibarettir.
Konuyu çok ters bir taraftan ele almak istiyorum.
Şu anda ebeveyn konumunda olan 40-60 yaş arası jenerasyonunun çoğunda kendi hayat başarılarının eksik ve yetersiz olduğu düşüncesi hakim. Başarı düzeylerinin düşüklüğünü ise kendilerine göre yetersiz olan özgüvenlerine bağlamaktalar. Yani ulaşmak istediği hedeflere kişisel özgüvenlerinin yetersiz olduğundan ulaşamadıklarını düşünmekteler. Bu inanç bu kuşakta oldukça yaygın bir saplantı halinde. Özgüvenimiz daha yüksek olsaydı daha büyük işler yapardık kanaatindeler. Bu kuşağın kendilerine göre yetersiz olan özgüvenlerinin arkasında ise kendi ebeveynlerinin baskıcı tutumlarının yattığını düşünüyorlar. Bu inanca sahip olan bu anne ve babalar, aynı kötü sonuçtan kendi çocuklarını korumak amacıyla ve çocuklarının kendilerinden daha başarılı ve daha mutlu olmalarını sağlamak için onlara daha fazla özgüven kazandırma gerektiğine inanıyorlar. İşte bu ebeveyn grubu çocuklarına aşırı özgüven verecek davranışlarla evlatlarını büyütmüşler ve hedefledikleri aşırı yüksek özgüven düzeyine çocuklarını ulaştırmışlardır. Peki sonuç olarak aşırı özgüven düzeyinde yetişen bu en son genç jenerasyon beklenen mutluluk ve başarı düzeyine ulaşabiliyor mu? İşte bu sorunun cevabı, bizleri çok çarpıcı bir gerçek ile karşı karşıya getiriyor. Maalesef yaldızlı ismine karşılık aşırı özgüven (kibir) sanılanın aksine en çok kendi sahibine zarar veriyor. Nitekim yapılan psiko-sosyal araştırmalar sonucu aşırı özgüven (kibir) sahibi gençlerin, olması gerekene göre daha başarısız, daha uyumsuz, daha saldırgan ve daha dayanıksız oldukları görülmektedir.
San Diego Eyalet Üniversitesi’nde çalışan psikolog Jean Twenge’nin ifadesine göre 1980’lerden itibaren doğan genç nesil, ebeveynler tarafından aşırı şişkin egolara sahip olarak yetiştirilmişler. Bu şekilde yetişmiş olan genç nesiller bunun bedelini kendi yaşamlarında ağır olarak ödemektedirler. Gerçekçi olmayan aşrı özgüven kişinin kendi şahsiyeti için aşırı beklentiye sebep olmakta. Yani bu kişiler, kendine biçtiği saygı ve ilgiyi etrafındaki insanlardan da beklemekteler. Sonuç ise tam aksine, kibirli bencil kişiliğin sonucu olarak bu insanların etrafındaki kişiler saygı ve ilgi göstermek yerine bunlardan uzaklaşmaktadır. Yani özgüvenleri yüksek kibirli bu insanlar, beklentilerinin tam aksi ile karşılaşmaktadırlar. Bu ise onlarda başarı ve mutluluk değil, başarısızlık, doyumsuzluk ve mutsuzluk doğurmaktadır.
Anadolu’muzda kibir yerine daha çok gurur kelimesinin kullanıldığını hepimiz biliriz. Gurur kelimesi Arapçada yanılma, aldanma anlamına gelmektedir. Yani kibirli insan kendisi hakkında yanılarak kendisinin büyük olduğuna inanan kişidir. Gerçekten büyük kişiliğe sahip olan kişi kibir göstermez. İnsan yeterince büyük kişiliğe sahip olamadığından kendi kişiliği hakkında büyüklük yanılgısına düşmektedir. Bu ilk yanılgı sebebiyle gurur yaptı, yanıldı denmektedir. Bu yanılgının sonucu olarak beklenen başarı ve mutluluğun elde edilememesi ise ikinci yanılgıya sebep olmaktadır. Anadolu’muzun hikmetli insanlarının yüzlerce yıldır bildiği ve ulaştığı bu bilgiye Batı, Twenge’nin araştırmasıyla ancak ulaşabilmiştir.
Sonuç olarak genç jenerasyon, kendi öz anne ve babaları tarafından büyük bir zarara uğratılmış olmakta, tedavisi oldukça zor kişilik yapıları geliştirmektedir.
Mevcut neslin bu kişilik yapısından kurtulması nasıl olur bilinmez. Hiç olmazsa yapılan bu yanlıştan dönülmeli ve bundan sonraki nesiller heba edilmemelidir.