İçeriğe geç

RAMAZÂN-I ŞERÎF ve ORUÇ* – Tâhirü’l-Mevlevî

Hazırlayan: Osman Önver

Dâhilinde Kur’ân-ı Kerîm nâzil olması, Müslümanlara oruç tutmanın farz kılınması, geceleri arasında Leyle-i Kadr’in bulunması gibi meziyetler, Ramazân-ı Şerîf’i aylar içinde mümtâz bir dereceye çıkarmıştır.

Şühûr-ı Kameriyye’den yalnız Ramazânu’l-Mübârek, Kur’ân-ı Kerîm’de zikr edilmiş, kelâm-ı ilâhînin ilk nüzûlü de bu mukaddes ayın on yedisinde vukua gelmiştir.

Kelime-i şehâdetin bir sakf-ı âlî tasavvuruna göre onun istinâd ettiği dört rüknün ikincisi bulunan savmın ikamesi de yine lisân-ı ilâhi ile ve ikinci sene-i hicriyye Şabân’ının ibtidâlarında nüzûl eden:

يَٓا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Yani “Ey mü’minler! Sizden evvelkilere mefrûz olduğu gibi size de oruç tutmak farz kılındı. Allah’ın emrine itâat ve ferîza-i sıyâmı îfâya müvâzabetle müttekiyâne hareket etmeniz me’mûldur.” âyet-i celîlesiyle bu aya tahsis olunmuştur.

Şehr-i sıyâmın ilk on günü rahmete, ikincisi mağfirete, sonuncusu da cehennemden âzâdiye vesile olduğu bir hadîs-i şerîfte tebşîr buyuruluyor.

Malûmdur ki:

“Savm: Lügatte imsâktır. Şeriatte zamân-ı mahsûsta vech-i mahsûs üzere eşyâ-yı mahsûsadan imsaktır. Zaman-ı mahsûs: Nehâr-ı şer‘îden ibarettir ki tulû-ı fecrden gurûb-ı şemse kadar olan müddettir.

Vech-i mahsûs: Niyetten, yani kasd-ı tâat etmekten ibarettir. Eşya-yı mahsûsa: Ekl ü şürb ve vikâ‘ gibi şeylerdir. “Kitâbu’s-Savm

Bir meselimizde de söylenildiği vecihle işleyen şeylerin ışıldadığı bilinmekle beraber aşındığı da görülmektedir. Hatta o, aşınmanın mümkün mertebe gecikmesi arzusuyladır ki makineleri ara sıra ta‘tîl ederler, daha doğrusu dinlendirirler. İşte bir ay oruç tutmak da o kadar müddet zarfında gündüzleri olsun vücudun, hususiyle midenin dinlendirilmesi demektir.

Şu noktaya binaen olsa gerektir ki bir hadîs-i şerifte,

تَصُومُوا تَصِحُّوا

buyurulmuştur ki “Oruç tutarsanız sıhhat bulursunuz.” mealindedir.

Mideyi tashih edecek ilaçların en müessiri kuvvetli bir perhiz olduğu da herkesçe mücerreb ve malûmdur. Demek ki sâim olan bir Müslüman, orucun hem sıhhî fâidesinden hem de mânevî füyûzunda behredâr olmaktadır.

Orucun mânevî füyûzunu şu makale istîâb edemeyeceği gibi ifhâma da o makaleyi karalayan kalemin aczi müsait değildir. Onun için bir iki sözle iktifa edeceğim.

Sıyâm kelimesi -bir manası da irtifâ mealini ifade eden-صوم  maddesindendir ki isminin aslı da müsemmasının yüksekliğine delâlet eder.

Sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem Efendimiz tarafından Ebû Ümâme radıyallâhu anh (nakliyle)

عَلَيْكَ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ لَا مِثْلَ لَهُ

Yani “Oruca devam et, çünkü onun eşi yoktur.” buyurulmuş, ibadet içinde sıyâmın misli bulunmadığı bildirilmiştir. Keza hadîs-i kudsîde

اَلصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ

vârid olmuştur ki “Oruç Benim içindir, mükâfâtını verecek de ancak Benim.”  mefhumundadır. İ‘tâ-yı mükâfâtını bizzat Cenâb-ı Hakk’ın deruhte ettiği bir amelin derece-i fâzılasına bundan büyük delil olamaz.

Hazret-i Mevlânâ روزه redifli bir sânihasında;

بر بند دهان ازنان کامد شکر روزه

دیدی هنر خوردن، بنکر هنر روزه

شیطان همه تدبیرش، باحیله وتزویرش

بشکست همه تیرش پیش سپر روزه

der ki: “Oruç şükrü geldi. Artık ekmeğe ağzını kapa. Şimdiye kadar yemenin marifetini gördün. Bir de orucun hünerine bak. Şeytanın ne kadar tedbiri, hilesi, tezvîri ve iğva okları varsa hepsi de oruç kalkanının karşısında eğrilir ve kırılır.” demektir. İnsan, yemeyi ve içmeyi bırakmakla melekiyet sıfatını iktisâb eder. Sınıf-ı melâikeye ise şeytanın tasallut ihtimâli yoktur. Mevle’l-ârifîn Efendimiz son mısra ile  اَلصَّوْمُ جُنَّةٌyani “Oruç, şeytanın iğvâsına karşı siperdir.” hadisine de telmih eylemiştir.

Şârih-i mesnevî Şeyh İsmâil Ankaravî Minhâcü’l-Fukarâ namındaki mühim eserinde diyor ki:

“Ehl-i tahkîk katında savmın üç mertebesi vardır. Biri avâmın savmı, ikincisi havâssın savmı, üçüncüsü ehassu havâssın savmıdır.

Avâmın savmı: Karnını ekl ü şürbden ve fercini cimâdan imsâk etmektir.

Havâssın savmı: Dest ü pâ ve sem‘ u basarın muharremâttan pâk kılmaktır. Ve cümle âzâ ve cevârihin menhiyâttan imsâk kılmaktır. Nazm:

هر عضورا بدان ‌که بتحقیق روزه ایست

تاروزهٔ توروزه بود نزد کردکار[1]

Ehassu havâssın savmı: قُلِ اللّٰهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ [2] fehvâsınca cemî-i mâsivâdan perhiz kılmak ve cümle hevâ ve hevesten fâriğ olmak ve lezzet-i muhabbettullâhı bulmaktır. Nazm:

روزهٔ خاصان نه همین است وبس

بلکه بریدن بوداز هر هوس

هر که نشاید که بجویی مجوی

هر که نشید که مکویی مکوی

چشم مکن باز بنادیدنی

کوش نپرداز زنشیندنی

دست میلای بشغل دغل

پای مفرسای براه اما

علم و عمل رازریا پاك کن

بلکه دل ازغیر خدا پاك کن[3]

Ekl ü şürbden sâim olan avâm, sabahtan akşama dek riyâzet çekip vakt-i şâmda iftâr edip rahat bulur. Cerâim-i âsâmdan perhiz kılanlar gurûb-ı şems-i revha dek sâim olurlar ve ba‘de’l-mevt mihnet-i dünyadan âzâd olup naîm-i ukbâ bulurlar. Zira bu havâs, bir fehvâ-yı اَلْعُمْرُ كُلُّهُ يَوْمٌ وَلِلْخَوَاصِّ فِيهِ صَوْمٌ  cemî‘-i ömrü bir gün addedip ânda meâsî ve menâhîden perhiz kılarlar. Ama mâsivâdan perhiz edenler ve ağyârdan sâim olanlar, tâ zuhûr-ı muhabbet-i ilâhiyeden vüsûl-ı sevâd-ı a‘zam zât-ı ahadiyyete dek sâim olurlar. Ândan sonra ağyar, bunlara ayn-ı yâr olur ve rûy-ı dildâr her şeyde zuhur kılar. Îd-i visâle ererler ve riyâz-ı vahdete girerler ve riyâzeti terk ederler, nitekim Hazret-i Mevlânâ bu mertebeye münâsib buyururlar:

چون آب روان دیدی بکذار تمیم را

چون عید وصال آمد بکذار ریاضت را[4]

Hazret-i şârihin ifade-i menkûlesine lâhika, makale-i âcizâneme de hüsn-i hâtime olmak üzere Cenâb-ı Mevlânâ’nın şu mısraını tekrarlıyorum: 

ديدى هنر خوردن، بنكر هنر روزه

                   LÜGÂTÇE

  • Âsâm: Günahlar.
  • Behredâr: Hissedâr.
  • Cerâim: Günahlar.
  • Cevârih: Vücutazaları.
  • Deruhte etmek: Üstlenmek.
  • Dest ü pâ: El ve ayak.
  • Fehvâ: Mana.
  • İğva: Baştan çıkartma.
  • İkâme: Yerine getirme
  • İstîâb: Kapsama.
  • Lâhika: Bir yazıya eklenen kısım.
  • Makdem: Geliş, varış.
  • Mefrûz: Farz kılınan.
  • Me’mûl: Ümîd olunan.
  • Menhiyyat: Yasaklar.
  • Müttekiyan: Takvalılar.
  • Müvazebe: Devamlı çalışma ve gayret.
  • Rûy-ı dildâr: Sevgilinin çehresi, yüzü.
  • Sakf-ı âlî: Yüksek çatı, gökyüzü
  • Sâniha: Birden akla gelen şeyler.
  • Telmih etmek: Îma yoluyla anlatmak.
  • Tezvîr: Yalanı süslendirip hakikat gibi söylemek.
  • Vakt-i Şâm: Akşam vakti.

* Mahfil Mecmua-i İslamiyesi, 1343 Ramazan, Aded: 59, Cild: 5, s. 198-200.

[1] Malumun olsun ki hakikatte her uzvun bir orucu vardır. Ancak bu suretle tuttuğun oruç, nezd-i ilâhîde oruç olur.

[2] En‘âm, 6/91: “Sen “Allah” de, sonra onları bırak.”

[3] Havâssın orucu: Şu malum olan imsakten ibaret değildir. Belki her türlü hevesten kesilmek ve ayrılmaktır. Aranmaya deymeyen kimseleri arama, söylenmeye layık olmayan şeyleri söyleme. Görülmeyecek olanları görme, işitilmeyecek olanları işitme. Mekr ü hile işlerine elini bulaştırma, tûl-i elem vadisinde tabanlarını eskitme. İlmini de amelini de riyadan temizle, hatta kalbini masivâullahtan tathir eyle.

[4] Akar suyu görünce teyemmümü bırak, visal bayramı gelince de riyazeti terk et.