Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor:
“Ey mü’minler! Her bir umûr-i dinde Allah Teâlâ ve Rasûlü hükmetmezden mukaddem reyini takdim ile acele etmeyin. Ve Allah Teâlâ’nın huzur-ı mânevîsinde ve Rasûlünün huzur-ı şifâhîsinde reyinizi takdim hususunda Cenâb-ı Allah’tan korkun. Zira Allah Teâlâ söylediğinizi işitici ve işlediğinizi bilicidir.”[1]
Yani; “Allah’ın vahdaniyetine iman ve Rasûlünün risaletini tasdik eden mü’minler! Allah Teâlâ’nın huzur-ı mânevîsinde ve Rasûlünün huzurunda edep ve terbiyeye riayet edin de sözünüzde, işinizde ve hiçbir umurunuzda Rasûlullah’ın emrine muhalefet etmeyin. Allah’ın ve Rasûlünün emirlerine, nehiylerine riayetle tâbî olun. Rasûlullah’ın reyi üzerine kendi reyinizi takdim etmeyin ve bu suretle acele etmeyin. Her bir umurunuzda Kitabullah’a ve Rasûlünün sünnetine tevfikan hareket edip Onun hilafına bir işe mübaşeret etmeyin.” demektir.
“Ey mü’minler! Sesinizi Nebinizin sesinin fevkine kaldırmayın ve Rasûlullah’a söz söylediğinizde bazınız bazınıza söyler gibi sert söylemeyin ki, amelleriniz batıl olmasın. Sert söyleyince ameliniz batıl olur. Hâlbuki siz butlânını bilmezsiniz.”[2]
Yani, “Ey mü’minler! Huzur-ı Risaletpenâhî’de sözünüze dikkat edin. Mükâleme ederken sadânızı yükseltmeyin. Çünkü huzur-ı Peygamberîde yüksek sesle sert söylemek edebe ve hürmete muhalif olduğundan bu suretle hareketiniz âdâb-ı sohbeti ihlâl eder. Eğer yüksek sesle bağırarak söz söylemeye cüret ederseniz ameliniz mahvolur. Şu halde hafif sesle söz söylemeyi adet edininiz ki amelinizin butlânı tehlikesinden vâreste olasınız.” demektir.
Diğer bir tefsire nazaran, bu âyet-i celîle çok söz söylemekten men için nâzil olmuştur; “Ey ehl-i iman! Siz nebinizin huzurunda lüzumundan ziyade, bazınızın bazınıza söylediği gibi aklınıza gelen sözü söyleyivermeyin.” demektir.
Bu âyet-i celîlede Cenâb-ı Hak, Rasûlünün sohbetinde kemâl-i tâzim ve hüsn-i âdâba riayetin vâcib olduğunu tembih ve tavsiye buyurmuştur.
Hâl-i hayat-ı Nebevîde nasıl hürmet ve ne kadar tâzim lazım ise dâr-ı bekâya teşrifle irtihallerinden sonra da kalben lazım gelen hürmet ve tâzîmi muhafaza etmek gerektiği gibi ehâdîs-i şerîfesini de dinleyerek mazmûnuna göre riayet etmek îcâb ettiğini Şifâ-i Şerîf’te Kâdı İyaz hazretleri beyan buyurmuştur. Ve bazı müfessirîn de bu âyet-i celîle ile lâzıme-i riâyeti istidlal etmektedir.
İmam Mâlik, bir fıkıh meselesi sorulduğunda hemen yüksek yere çıkardı. Hadîs-i Nebevî sorulduğunda, gusül etmedikçe ve güzel koku sürülmedikçe çıkmazdı. Sebebini sorduklarında, “Hadîs-i şerîfe tazimi severim.” derdi. Bir kere hadis naklederken elbisesine bir akrep girmiş ve sokmuştu. Hadisi itmâm etmedikçe hareketini bozmamıştı.
Bu âyet-i celîle Beyzâvî, Medârik ve Hâzin’in beyanları veçhile ashâb-ı kiramdan Sâbit b. Kays hazretleri hakkında nâzil olmuştur.
Bu âyet-i celîlenin nüzulü üzerine Sâbit (r.a) evine kapanıp, “Ben ehl-i nârdanım. Zîrâ ashab içinde benden yüksek sadâlı yok. Binaenaleyh bu âyet benim hakkımda nâzil oldu.” diye feryâd u figana başladığını Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz hazretleri işitince huzur-ı risâletpenâhîlerine celb ile, “Yâ Sâbit! Sen ehl-i cennetsin. Hayır ile yaşar ve hayırla ölürsün. Cümle-i latîfe-i Nebeviyeleriyle tebşir bulunmuştur. Bunun üzerine Sâbit (r.a), “Yâ Rasûlallah! Bundan sonra huzur-ı lâmiu’n-nûrunuzda ebeden yüksek sadâ ile söz söylemem.” demesi üzerine şu âyet-i celîle nâzil olmuştur:
“O kimseler ki; huzur-ı Rasûlullah’ta sadâlarını Rasûlullah’a tâzim için kısarlar. Yani yavaş söylerler. İşte Rasûlullah’ı tâzim ve kadr-i Nebeviyelerini ihlâl etmeyerek âdâba riayetle hafif sesle söyleyen kimseler Allah Teâlâ’nın takva için kalplerini tathîr ettiği kimselerdir. Onlar için muktezâ-yı beşeriyet, evvelce sudur etmiş kusurları taraf-ı ilâhîden afv u mağfiret olunduğu gibi şu tâzimleri sebebiyle de büyük ecr u sevap vardır.”[3]
İmtihan, bir şeyin iyisini kötüsünden, çürüğünü sağlamından ayırıp paklamak manasındadır. Buna nazaran manâ-yı âyet; “Rasûlullah’a tâzim için sadâlarını aşağı indirerek söz söyleyenlerin kalplerinden Allah Teâlâ birtakım yaramaz ahlâk-ı zemîmeyi çıkarmakla kalplerini takva için müheyyâ ve rezâil-i ahlaktan tathîr etti.” demektir.
Kâdı Beyzâvî’nin beyanına göre, imtihan mihnettir. Buna nazaran manâ-yı âyet; “Rasûlullâh’a tâzim için sadâlarını hafif çıkarıp kelamlarını gayet mülâyim söyleyenlerin kalplerini Vâcib Teâlâ hazretleri her türlü tekâlifin mihnetlerine tahammül etmekle takva için hazırlayıp tathîr buyurdu.” demektir.
Nasıl ki, bir makine tazyik ile bir şeyin tortusunu hâlisinden ayırıp tathîr ederse Hak Teâlâ Hazretleri de tekâlif-i ilahisini kabul ile mihnet ve meşakkate tahammül eden mü’min ve mutı‘ kullarının kalplerini tasfiye edip takva ve birr u ihsana lâyık bir mahal kılar. Nitekim “Hidayeti kabul eden mü’minlere gelince; Allah -onların muvaffakiyetini artırmış, onlara- ateşten nasıl kaçınacaklarını ilhâm etmiştir.” buyrulmuştur.
Cenâb-ı Hak, bu âyet-i celîledeki ferman-ı sübhânisinde, huzur-ı
Peygamberî’de kemâl-i edebe riayet eden mü’minleri medh u senâ buyurmakla hem
hukuk-ı Rasûlullah’ı muhafaza, hem de mü’minlei hürmet etmeye terğîb
buyurmuştur. Yüksek sesle ve çok konuşmak huzur-ı kalbi ihlal ve kalbi mânen
hasta edip, zarâr-ı mânevîsi pek büyük olacağından, ehemmiyetle hazer lazımdır.
* Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hocaefendinin Musâhabe isimli eserinden telhis edilmiştir.
[1] Hucurât, 49/1.
[2] Hucurât, 49/2.
[3] Hucurât, 49/3.