Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd ile başlarken söze, salât ü selâm ederiz Habîb-i Muhtar Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e (sav.).
Rasûlullah’ın (sav.), insanlığı cahiliye çağından mutluluk çağına taşıma faaliyetini incelemeye tâbî tuttuğumuzda, bu faaliyetin merkezinde genç sahâbîlerin olduğunu görmekteyiz.
Bunun en önemli sebepleri arasında Rasûlullah’ın (sav.) davetine ilk icabet kişilerin çoğunluğunun gençlerden olması gösterilebilir. Nitekim İslam’a giren ilk kırk kişiden yirmi altısı otuz yaş altı kişilerdir. Bununla birlikte yaşlarının küçüklüğünden ötürü henüz fikren ve ahlaken bozulmamış kişilerin yeni ve güzel olan mesajı en saf şekliyle alabilme yetenekleri de bir diğer sebep olarak gösterilebilir. Bize göre bir diğer önemli sebep ise Efendimizin (sav.), eğitim faaliyetlerinde “Ağaç yaş iken eğilir.” ifadesiyle kendini bulan eğitim ilkesine değer vermesidir. Gençlere yönelik eğitim ve öğretim faaliyetlerinin hem O’nun (sav.), eğitimde ne kadar mahir olduğunu hem de İslam davasının gençler üzerinden yürütülmesi tercihiyle ne kadar doğru bir karar verdiğini göstermektedir. İslam’ın ilk eğitim yuvası Dârü’l-Erkam’ın bir gencin evi oluşu, Kâbe’de Allah’ın adını ilk haykıran Abdullah’ın 4 henüz yirmili yaşlarda olması, Henüz 25 yaşına girmiş Cafer’in 4 Habeşistan’a hicret edenlerin başkanı olması, Peygamberimizin emri üzerine Zeyd b. Sabit’in 4 henüz 20 yaşlarındayken diplomatik mektup yazabilmek için çok kısa bir sürede bazı yabancı dilleri öğrenmesi ve daha nice örnekler bize Rasûlullah’ın (sav.) gençlerle ilişkilerindeki maharetini ve eğitimdeki üstünlüğünü göstermektedir.
Gelin şimdi birlikte Fahr-i Kâinat Efendimizin (sav.) insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran çağlar üstü daveti ve bu davete zifiri karanlıklar içinden sıyrılarak icabet eden -vahyin ifadesiyle- “insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmet”[1] İslam neslinin hikâyesine kısa bir bakış atalım. Kısa bir bakış diyoruz, zira bu konunun mahiyeti yıllarca süren bir çalışma ve ciltlerce kitap yazmayı gerektirecek niteliktedir. Bu çerçevede Rasûlullah’ın (sav.) İslam gençliğini inşa ederken ortaya koyduğu temel ilkelerin bir kısmından da bahsetmek istiyoruz. Ele aldığımız başlıklar kısaca şöyledir:
1- Rasûlullah’ın (sav.) gençlerin kalbine inancı yerleştirmesi
2- Rasûlullah’ın (sav.) hakkaniyet ve adalete önem vermesi
3- Rasûlullah’ın (sav.) hoşgörüyle hareket etmesi
1. Rasûlullah’ın (sav.) Gençlerin Kalbine İnancı Yerleştirmesi
Peygamber Efendimiz (sav.) İslam gençliğini inşa ederken öncelikli olarak Müslüman kimliğinin temel nüvesi mesabesindeki inanç esaslarını gençlerin zihinlerine nakşetmiştir. Zira nasıl ki sarsılmaz bir bina için öncelikli iş sağlam bir zemin hazırlamak ise İslam binasının da sağlam olabilmesi için sağlam zemin mahiyetindeki inanç esaslarının yerleşmesi elzemdir. Rasûlullah’ın (sav.) gençlere İslam inancının temel dinamiklerini yerleştirmesiyle ilgili birçok örnek vermek mümkündür ancak O’nun (sav.) nasıl sağlam bir inanç temeli ortaya koyduğu hakkında fikir verecek bir örnek kâfidir.
Abdullah b. Abbas 4 anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz (sav.) devesine binmiş, ben de onun terkisindeyim. Bana şöyle buyurdu: “Abdullah! Öncelikle sana şunları söylemek isterim. Genişlik zamanında kendini Allah’a sevdir ki, O da seni sıkıntılı zamanında sevsin. Allah’ın emir ve yasaklarına önem ver ki, Allah da sana önem versin, seni gözetsin. Allah’ın hakkını gözet ki, O’nu yanı başında bulasın. Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste. Yardım dilediğinde Allah’tan dile… Şunu bil ki bütün varlıklar elbirliği ile sana zarar vermek isteseler, Allah’ın takdir ettiğinden başkasını yapamazlar. Kaderi yazan kalemin işi bitmiş, yazılanlar ise kurumuştur. Bilmiş ol ki, Allah’ın yardımı ancak sabredenler içindir ve her zorlukla beraber mutlaka bir kolaylık vardır.”[2]
Yukarıdaki hadis-i şerifte görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (sav.) henüz çocuk denilecek yaşta olan Abdullah b. Abbas’a 4 inanca dair altın öğütler vermektedir. Bu bağlamda Rasûlullah (sav.) deyim yerindeyse gençlerde kalplerinde inşa edeceği İslam binasının zemin etüdünü yapmaktadır. Efendimiz (sav.) bu ve benzeri uygulamalarla nakış nakış işlediği genç dimağların çok kısa bir süre içerisinde tarihte benzeri görülmemiş bir medeniyetin temellerini atmalarına vesile olmuştur. O’nun (sav.) ortaya koyduğu bu metodun mükemmelliği bunun kendisine bizzat Allah 9 tarafından öğretildiğinin bir işaretidir. Nitekim bi’setin ilk on üç yılında nazil olan Mekkî sûreler incelendiğinde onların büyük bir bölümünde ibadât, muamelat, ahkâm gibi esaslara neredeyse yer verilmezken, inançla ilgili ayetler yer aldığı görülmektedir.
Rasûl-i Ekrem Efendimizin (sav.) büyük gayretleri ve Allah’ın inayetiyle kalplerine imanı yerleştiren gençler bu iman sayesinde muazzam bir özgüven ve cesaret kazanmışlardır. Nitekim Habeşistan’a giden muhacirlerin başkanı olan Cafer b. Ebî Tâlib 4, Necâşî’nin Rasûlullah’ı (sav.) sorması üzerine O’nu (sav.) canı pahasına en güzel şekilde tarif etmiştir. Hz. Cafer’in 4 tarifinin satır aralarında da O’nun (sav.) gayret ve başarısının izlerini görmek mümkündür. Cafer b. Ebî Tâlib, Necâşî’ye şunları söyleyerek Rasûlullah’ı (sav.) tanıtmaktadır:
“Ey Kral! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan cahil bir toplum idik. Bizden güçlü olan, zayıf olanı ezerdi. İşte Allah bize içimizden nesebini, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir Rasûl gönderinceye kadar bu haldeydik. Gönderilen bu Rasûl, bizi, Allah’ı birlemeye, O’na kulluk etmeye, O’ndan gayrı babalarımızın taptığı taş ve putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, akrabalarla ilişkileri devam ettirmeyi, iyi komşuluğu, haramlardan ve kan dökmekten el çekmeyi emretti ve bizi fuhşiyattan, yalan sözle şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli hanımlara iftira etmekten menetti. Bize yalnızca bir Allah’a kulluk etmemizi ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmamayı emretti, namazı, zekâtı ve orucu emretti.” (Cafer 4 İslam’ın daha başka emirlerini saydıktan sonra şöyle devam etti) “Biz de O’nu derhal tasdik ettik, O’na inandık ve Allah’tan getirdiğine uyduk. Yalnızca Allah’a kulluk ettik ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık…”[3]
Cafer b. Ebî Tâlib’in açıklamasından da anlaşılacağı üzere Peygamberimiz (sav.) topluma “insan” olmayı öğretmiş ve Hz. Âdem’den beri süregelen tevhid inancını aşılamıştır. O (sav.), insanların üzeri örtülmüş (küfür) fıtratlarını tevhid inancıyla tekrar buluşturarak küfür neslini İslam nesline çevirmesini bilmiştir.
2. Rasûlullah’ın (sav.) Hakkaniyet ve Adalete Önem Vermesi
Peygamber Efendimizin (sav.) toplumun bütün fertlerini kuşatan adalet çağrısı, özellikle yırtıcılıkta sırtlanları geçen beşerin adaletsizlik hususundaki gidişatından fıtratı gereği en çok rahatsızlık duyan genç nesillerin Rasûlullah’a (sav.) itaate yönelmelerinin en mühim unsurlardan biri olmuştur. Zira O (sav.), tarihte hiçbir otoritenin hayal dahi edemeyeceği bir adalet çağrısı yapmakla kalmayıp vazettiği adaleti ilk uygulayan kişi olduğundan davasının doğruluğunu bizzat tescillemiştir. İşte bu, sözde kalmayan özde yaşanan adalet ve hakkaniyet prensibi Rasûlullah’ın (sav.) harfiyen takip edilmesinin başlıca sebeplerindendir.
Peygamberimizin (sav.) adaleti hakkında birçok örnek vermek mümkündür. Ancak biz meseleyi özetleyen, yukarıda ifade ettiğimiz üzere hayale dahi gelmeyecek incelikteki, bir örnekle sınırlandıracağız.
Aişe 6 Validemiz anlatıyor: Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar, bu konuyu Rasûlullah (sav.) ile kim konuşabilir, diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bazıları, “Buna Rasûlullah’ın (sav.) sevgilisi Usame b. Zeyd’den başka kimse cesaret edemez.” dediler. Usame, onların istekleri doğrultusunda Rasûlullah (sav.) ile konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (sav.) Usame’ye, “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu; sonra kalktı ve halka şöyle hitap etti: “Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.”[4]
Adaletsizlik ve haksızlığın iliklere kadar işlenmiş olduğu cahiliye toplumu içinde böyle bir hakkaniyet ışığının en ufak bir ricasının bile emir telakki edilip canla başla yerine getirilmesi elbette gayet doğaldır. Bu sayede karanlıklar içerisinde debelenen cahiliye gençleri ümmete yol gösteren yıldız mahiyetinde öncü nesil (sahabe) olma şerefine kavuşmuştur.
3. Rasûlullah’ın (sav.) Hoşgörüyle Hareket Etmesi
Rasûlullah (sav.), insanların en hoşgörülüsü ve en yumuşak huylusuydu. Bu hoşgörü ve yumuşak huyun kaynağı Allah Teâlâ’nın kendisini tavsif ettiği “Raûf” ve “Rahim” sıfatlarıdır.[5] Efendimizin (sav.) söz konusu merhameti, en kızılabilecek konularda dahi sükûnetle ve sabırla hareket etmesine hilmden ve güzel sözden ayrılmamasına vesile olmuştur. O (sav.), karşılaştığı olumsuzluklara yaptığı yerinde müdahalelerle eğitimin -bilhassa ahlak ve değerler eğitiminin- başarılı olabilmesinin en temel argümanlarından biri sayılan hoşgörünün zirve örneklerini göstererek bize ışık tutmaktadır. Rasûl-i Ekrem’in (sav.) hoşgörüsünü ortaya koyan en güzel örneklerde biri şöyledir:
Rafi‘ b. Amr el-Ğıfârî 4 anlatıyor: Ben ergenlik çağına yaklaşmış bir yaşta iken (meyvelerini yemek için) ensarın hurma ağaçlarını taşlardım. Bir defasında yakalanıp Rasûlullah’ın (sav.) huzuruna getirildim. Rasûlullah (sav.) bana, “Delikanlı (başka bir rivayette yavrucuğum) hurmaları neden taşlıyorsun?” diye sordu. Ben “Yemek için. (Tirmizî’de geçen vecihte ‘Açlıktan dolayı’ ifadesi bulunmaktadır.)” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (sav.) “Acıktığın zaman hurmaların yere düşenlerinden ye.” dedi ve başımı okşayarak “Allah’ım, bu yavrunun karnını doyur!” diye dua etti.[6]
Yukarıda nakledilen örnekte görüldüğü üzere ergenlik çağına yaklaşmış deyim yerindeyse yaramazlık sınırlarını zorlayan bir çocuğun işlediği bir suç karşısında Peygamberimizin (sav.) çocuğun onurunu zedelemeden müşfik bir edayla ona doğruyu öğrettiği görülmektedir. Ayrıca çocuğun sorulan soruya kendi açısından verdiği makul cevabı görmezden gelmeyip onu meşru bir alternatif yola yönlendirmesi Efendimizin (sav.) İslam gençliğini inşa ederken ütopyadan uzak gerçeklerle ne kadar uyumlu bir dönüşümü başlattığını göstermesi açısından önemlidir.
Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimizin, İslam gençliğini inşa ederken uyguladığı bazı temel ilkelere hadisler ışığında temas etmeye çalıştık. Bu çerçevede O’nun (sav.) sağlam bir gençlik için en temel değer olan inanca yaptığı vurguya örnekler üzerinden temas ettik. Bununla birlikte her durum ve şartta adaleti esas almasına ve hayatın her alanında özellikle eğitimde hoşgörü prensibini öncelemesine değindik.
Son tahlilde bugün gençlerimizin ahlâkî sorunlarının çözümünü ve onların, değerlerini bilen sağlam bir Müslüman nesil olabilmesinin yollarını Rasûlullah’ın (sav.) koyduğu ilkelerde bulmamız mümkündür. Bu ifadelerle kastettiğimiz yeni birtakım eğitim yaklaşımlarının reddi olarak düşünülmemelidir. Zira hepimiz kendi zamanımızın çocuklarıyız ve zamanın getirdiği bazı yenilikleri değerlendirmek durumundayız. Ancak şunu söylemeliyiz ki, Peygamberimizi (sav.) davasında muvaffak kılan sadece ortaya koyduğu ilkeler değil, bizzat ilkelerin uygulamalarına verdiği önemdir. Dolayısıyla bize göre gençlerin ahlâkî sorunlarının çözümü noktasında yeni yaklaşımlar aramak ve söz konusu yeni yaklaşımları denemekten ziyade “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyuran Efendimizin (sav.) koyduğu temel ahlâkî ilkelerin uygulanmasına gayret sarf etmemiz daha verimli sonuçlar almamızı sağlayacaktır.
[1] Al-i İmrân 2/110.
[2] Tirmizi, Kıyâmet, 60.
[3] Ebû Abdillah Ahmed İbn Hanbel, Müsnedü Aḥmed b. Ḥanbel, thk. Şu’ayb Arnâut nşr. Şu‘ayb Arnâut (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1416/1995), 37:170.
[4] Buhârî, Enbiya 52; Müslim, Hudûd 8; Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6.
[5] “And olsun size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 9/128)
[6] Ebû Dâvûd, Cihad 94; Tirmizî, Buyûᶜ 54; İbn Mâce, Ticaret 67.