İçeriğe geç

RECEBÜ’L-FERD* – Tâhiru’l-Mevlevî

Neşre Hazırlayan: Abdüssettar Elif

İçinde bulunduğumuz mübârek ayın ismi olan Receb esâsen bir nesneden bilmekleyüp korkmak ve utanmak ve bir kimseden heybetlenip yani gözüne pek büyük ve mühîb görünmekle ona ta‘zîm ve tebcîl eylemek mânâsınadır. Ve Receb eşheru isnâ aşereden şehr-i maruf ismidir ki mânâ-yı mezbûrdan me’hûzdur. Zira cahiliyette ona pek tazim ederlerdi.

Yine aynı maddeden müştâk olan tercîb ise “Receb ayında kurban kesmek manasınadır ki cahiliyette şehr-i mezbûrda esnâmlar için zebh-i karâbîn ederler idi. Keza hakikaten Receb müşrikîn-i Arabın mukaddes bir ayı idi. Bilhassa Mudar kabilesi ve ona tebean kabâil-i sâireden Receb’de oruç tutanlar bulunduğu gibi bunun aşere-i ûlâ içinde putların mabedlerini ziyarete giderler, putlar namına kurban keserler, bu yolda kesilen kurbana da (‘ıtr) ve (‘atîre) derlerdi.

Kamus mütercimi diyor ki: “el-Itr, ayının kesriyle, kâfirler perestiş ettikleri puta denir. Sanem manasına ve mutlaka zebh olunacak hayvana denir ve şol koyuna denir ki cahiliyette müşrikûn-ı Arab perestiş eyledikleri esnâm için kurban ederler idi. Şârih Receb’e tahsis eylemiştir. el-Atîre: sefîne vezninde bu dahi ehl-i cahiliyetin esnâmları için zebh eyledikleri koyuna denir.”

Müzeyne kabilesinin Nühm ismindeki putunun sâdini yani kayyimi bulunan Abdullah b. Muğaffel Hazretleri atîre olmak üzede mâhud puta kurban keseceği sırada aklı başına gelip putu kırmış ve huzûr-ı Peygamberîye dehâletle Müslüman olarak:

[arabic-font]

ذَهَبْتُ إِلٰٖى نُهُمِ لِأَذْبَحَ عِنْدَهُ عَتِیرَةَ  نُسُكٍ كَالَّذِي كُنْتُ أَفْعَلُ

فَقُلْتُ لِنَفْسِي حِینَ رَاجَعْتُ حَزْمَهَا   أَهٰذَا إِلٰهٌ أَبْكَمُ لَيْسَ يَعْقِلُ

أَتَيْتُ فَدِينِي الْيَوْمَ دِينُ مُحَمَّدٍ إِلٰهُ السَّمَاءِ الْمَاجِدُ الْمُتَفَضِّلُ

[/arabic-font]

Beyitlerini söylemişti ki “Nühm’ün yanına gittim. Her vakit ki gibi ona kurban kesecektim. Fakat aklım başıma geldi. Kendi kendime böyle dilsiz ve akılsız mabud olur mu? dedim. Sonra kalkıp huzûr-ı Peygamberîye geldim. Artık bugünkü dinim Dîn-i Muhammeddir. Hâliku’s-semâ ve mâcid-i zü’l-atâ olan zât-ı ecelli  e‘lâda mabudumdur” mealindedir.

Buhâr-i şerîfin cüz-i hâmisinde Ebû Hureyre’den mervî olmak üzere mezkûr bulunan لَا فَرَعَ وَلَا عَتِيرَةَ yani Müslümanlıkta fera‘ de yoktur atîre de hadis-i şerîfiyle bu âdet-i cahiliye ilga edildi.

“el-Fera‘: Fethateyn ile nâkanın yahut koyunun ve keçinin en evvel doğurduğu yavrusuna denir. Cahiliyede onu sanemlerine kurban ederlerdi ve minhu’l-hadis لَا فَرَعَ وَلَا عَتِيرَةَ ve bazıları indinde cahiliyeden birinin devesi yüz mehâra baliğ olunca bir genç ve âlâ devesini sanemine kurban ederdi. Fera‘ dedikleri ol kurban eyledikleri devedir. Mukaddemâ ehl-i İslâm dahi ol minval üzere birini zebh eder olup bâdehû nesh ve nehy sadır olmakla feragat ettiler.” Kamus tercümesi.

Malumdur ki Arab-ı câhiliyye Receb, Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarını (Eşhur-i Hurum) namıyla mukaddes tutar ve onların zarfında cidâl ve kıtâli fısk ve fücur sayardı. Bu şuhûr-ı muharremeden tek bulunan Receb ferd, mütevâlî olan diğer üç aya serd sıfatı verildiği gibi Receb ayı mükrimü’l-eimme vezninde munsılü’l-esinne, esabb ve esamm vasıflarını da alırdı. Çünkü Receb’in hulûlü mızrakların temerrününü çıkarır ve eldeki silahları döker. Yani bıraktırırdı. Kezâ Receb ayının kulakları sağır addedilmişti. Zira içinde istimdâd ve istianeyi mûcib bir hareket vuku memnu‘ idi. Eşhur-i hurumda harp etmenin memnuiyeti İbrahim İsmail aleyhima’s-selâm devrinden beri cari olup hem ehl-i Mekke’nin te’mîn-i maîşeti hem de huccâc ve züvvâr-ı vâridînin selameti hikmetine mübtenî idi. Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem aylarında kıtâl olmayacağı için bilâd-ı Arabın en uzaklarından bile hacılar sâlimen gelirler ve ba‘de’l-hacc âminen dönerlerdi. Receb ayında kıtâl memnu bulunduğundan umre[1] yapmak isteyenler; erkân-ı umreyi selâmetle îfâ ve avdet ederlerdi.

Eşhur-i hurumun hürmeti; bidâyet-i İslam’da da mer‘î ve muteber idi. Hatta Receb içinde düşmanla çarpışan ilk defa olmak üzere ganimet alan Abdullah bin Cahş ile kahraman arkadaşları; taraf-ı Nebevî’den “Ben size şehr-i haram dâhilinde harb ediniz dememiştim” itabına uğradı. Lakin bunun üzerine sûre-i Bakara’daki

[arabic-font]يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللَّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ[/arabic-font]

Yani “Habibim! Sana şehr-i haramda mukâtele edilip edilmeyeceğinden sual ediyorlar. De ki: şehr-i haramda mukâtele büyük bir şeydir. Erbâb-ı isti‘dâdı İslam’dan men etmek, Allah’a kafir ve ziyaret-i Mescid-i Haram’a mani olmak, Mekke ahalisinden bulunan Müslümanları memleketlerinden çıkarmak ise ind-i ilâhîde şehr-i haramdaki mukâteleden büyüktür. Allah’a şirk koşmak da kıtâlden eşdd ve ekberdir.” mealindeki ayetler nazil oldu. Daha sonra da tecavüze maruz kalan Müslümanların her zaman ve mekânda müdafaada bulunmalarına müsaade buyuruldu.

Receb’in beyne’l-müslimîn diğer bir cihetten de hürmeti vardır ki ahalide itibarı umumiye göre cevher-i Muhammedî sulb-i pederden meşime-i madere intikal etmiş[2] ve mucize-i celile-i isrâ; yine bu şehr-i muhterem zarfında vukua gelmiştir. Bu münasebetle ehl-i İslam; Receb’in ilk Cuma gecesiyle yirmi yedinci leyle-i mübârekesini kandil gecesi diye tes‘îd eder.[3]

Medine-i Münevvere ahalisi; Receb’in 12. gecesi Cebel-i Uhud’a gider ve Hazret-i Hamza ile şühedâ-yı sâirenin kabirlerini ziyaret eder. Yine Medine-i Münevvere’ye bu ay zarfında ve Recebiyye namıyla Mekke’den ve sâir bilâd-ı Arab’dan birçok zâir gelerek ziyaret-i seniyye-i Nebeviyye ile şâd-kâm olur.[4]

İstanbul ve sâir Memâlik-i Osmâniye’de Receb ile onu takip eyleyen Şaban ve Ramazan ayları üç aylar unvân-ı tazimi verilir, hatta bazı etfâl o şuhûr-ı mübâreke esâmîsiyle tesmiye edilir.

Receb Paşa, şeyh Şaban-ı Veli, Ramazanoğulları gibi isimler Müslüman Türklerin bu aylara olan fart-ı tazimini gösterir.

Belki hala vardır; yakın zamanlara kadar erbâb-ı salâh Receb girince oruç tutmaya başlayıp hulûl-i Şevvâl’e kadar sâim bulunurdu.

Ramazan’ın müjdecisi addolunan bu ay ibtidasında talebe-i ulûmun cami dersleri kesilirdi. Mollalar, Rumeli ve Anadolu kurâsına giderek va‘z u nasihatte bulunur, köylüler tarafından da onlara nakden ve zahîraten yardım olunurdu ki beyne’t-tullâb bu seferlere cerre gitmek denilirdi. Toplanılan nukûd ve erzak ise talebenin tahsile avdeti esnasında sermaye-i ekvâti olurdu. Çünkü imaretlerden ancak fudla ile çorba, bir de perşembe günleri pilav, zerde verilirdi. Bunlar ise şüphesiz genç bir adamın iaşesine kâfi değildi.

Son zamanlara kadar Şaban’ın on beşinci günü yapılan Surre-i Hümâyûn Alayı da mukaddema bu ayın on ikisinde icra olunurdu.

* Mahfil (Dergisi), 1339 Receb, Aded: 9, s. 151-154.

[1] Umre: Mea’l-ihrâm tavaf ile sa‘ydan ibaret bir küçük hacdır ki onda Arafat’a çıkmak ve Müzdelife’ye inmek ve Mina’ya gelip cemre yapmak yoktur. İhrâm ve tavaf ve sa‘yden ibaret üç şey ile vücuda gelir. Tıraş olmak veya saçından kırpmak ile hitam bulur. el-Muhtesarat Hacı Zihni Efendi merhum.

[2] Kavl-i meşhura göre Cenab-ı Abdullah’ın zifafı ve maye-i kudsiye-i Ahmediye’nin Hazret-i Âmine’ye intikali hac mevsiminde vuku bulmuştu. Fakat Araplarca mutat Nesî usulünden dolayı o seneki hac, Zilhicce’de değil, Cumadelahira’da icra olunmuştu. Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’in 12 Rebiyyülevvel’de ve tam 9 aylık tevellüd etmiş olmasına binaen “Leyle-i Regâib’in Recep ayında değil; Cumadelahira zarfında olması lazım gelir. Diğer taraftan leyle-i Regâib’in atâya-yı kesîre-i ilâhiyenin (çünkü: Regâib; çok vergi demektir) zaman-ı zuhûru olduğundan dolayı o unvanı almış bulunduğuna dair rivayetler de vardır. Hacı Zihni Efendi merhum Kitabü’s-salat’ında der ki “O gecenin leyle-i Regâib olması hakkında efvâh-ı avâmda dair ve sair olan söz ki Seyyidü’l-kâinât aleyhi ezka’s-salât Efendimiz’in sulb-i pederden rahim-pak-ı mâdere o gece nüzul buyurmuş olmalarıdır, aklen ve naklen bî-asıldır. Erbaîn-i Nevevî’nin hadîs-i hâmisi şerhinin evâhirinde Şeyh İsmail Hakkı kuddise’s-sırruhû demiştir ki: Ol gecede husus üzere tecelli-i ef‘âl olup Cenab-ı Sâhib-i Nübüvvet sallallahu teala aleyhi ve sellem garka-i nur-i ef‘âl olmakla şükranlillah on iki rekât salât-i Regâib kılmıştır. Regâib: Duha ve teheccüd namazları gibi nevafildir. Ve ol geceye leyletü’r-Regâib demek lisan-ı melâike’den sâdır olmuştur. Nitekim İmam Nesefi’nin Yakûta nam kitabında musarrahtır.”

[3] Mucize-i Mirâcı hâkî olmak üzere Osmanlı şairleri tarafından birçok manzumeler yazılmıştır. Bunların en meşhuru Galata Mevlevihânesi Şeyhi olup 1142 tarihinde irtihal eyleyen Nâyî Osman Dede’nin tanzim eylediği ve gayet mahirane bestelediği mirâciyedir.

  “Evvel Allah adını yad eyleriz Dil dil olmuş kalbi âbâd eyleriz” beytiyle başlayan bu manzume İstanbul’da Galata ve Yenikapı Mevlevihâneleriyle Sünbül Efendi Hangâhında ve Üsküdar’da Hazret-i Hüdâî Dergâhında merasim-i mahsûsa ile okunur. Esna-yı kırâatte huzzâr ve zuvvâra şeker, şerbet ve süt tevzi olunur.

  Manzumenin her faslı iki mirâciyehân tarafından yek ahenk olarak inşâd ve her beytin hitam-ı neğamâtında kürsünün altındaki zâkirler tarafından “sallû aleyh” vesaire makam-ı mahsûsuyla tekrar ederler. Vâ-esefâ ki manzumenin her faslına ait nağamât; mazbut değildir. Bestesi muhafaza edilmiş olan birkaç fasıldır.

[4] Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretleri ziyaret için Rece’de gelen züvvâra Belde-i Tâhire ahalisi Recebiyye derler ve hecîn ile geldikleri için rikâb tabir ederler.

  Recebiyye’nin 23 Receb’de Medine’ye girmesi mutâd olduğundan Medineliler o gün hâric-i beldeye çıkıp sancaklarıyla takım takım gelen ziyaretçileri karşılarlar. Zâirler dört gün Medine’de ikamet, 26 Receb’de Harem-i şerîf-i Nebevî dâhilinde mirâciye kıraât, leyle-i mirâcda açık bulunan Harem-i Şerîfte sabaha kadar ibadet eyledikten sonra 27 Receb’de yurtlarına müteveccihen yola çıkarlar.