Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Riya; lügatte, gösteriş yapmaya denir. Istılahta manası ise; ibadet ve itaati Allah’tan başkasını murad ederek yapmaktır ki buna küçük şirk de denilmektedir. Şirk iki türlüdür. Biri, insanı İslam milletinden çıkaran büyük şirk ki, bu, Allah ile beraber başka ilahlar edinip onlara tapmaya denir. Bu, şu anki mevzumuz değildir. Şu anki mevzumuz ise amellerin sevabını yok eden küçük şirk, yani riyadır.
Riya da iki şekilde olur: Biri büyük ve şedîd olan, diğeri de ehven ve hafif olandır. Allah Teâlâ’ya kulluğu hiç murad etmeden, amel ve itaati herhangi bir menfaati temin için, sırf başkası görsün ve duysun diye yapmak riyanın şedîd olanı; ameli ve itaati hem Allah’ı murad ederek, hem de insanları murad ederek yapmak da ehven olanıdır.
“Adamın biri Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gelerek, “Ya Nebiyyallah, ben öyle bir amelde bulunmak istiyorum ki, onunla Allah Teâlâ’nın rızasını talep ediyor ve aynı zamanda da insanlar tarafından bu amelimin görülmesini seviyorum.” deyince Rasûlullah (s.a.v) ona şu âyet-i kerîme gelinceye kadar karşılık vermedi: “Kim Rabbine (rızasına) kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbinin ibadetine, hiçbir kimseyi ortak etmesin.”[1]
Ebû Hureyre’nin Rasûlullah’tan (s.a.v) naklettiği bir hadîs-i kudsîde, “Ben ortakların ortaklığından müstağniyim. Kim bana yapılan amele başkasını ortak ederse, ben o ameli bana ortak edilene bırakırım.”[2] buyurmuştur.
Bir amelin içerisine Allah Teâlâ’nın rızasından başka bir şey girerse o amelin tamamı reddedilir sahibine vebalinden başka hiçbir şey kalmaz. Onun için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, “Sizin hakkınızda benim en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurunca sahâbîler, “Ey Allah’ın Rasûlü, küçük şirk nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şu şekilde cevapta bulundu: “O, riyadır; ameli başkası görsün diye yapmaktır. Kıyamet gününde insanlar amellerinin karşılığını aldıkları zaman Azîz ve Celîl olan Allah buyurur ki: “Dünyada amelinizi göstermek istediğiniz insanlara gidiniz. Bakınız ki, onların size vereceği bir mükâfat var mıdır?””[3]
Bu riya tamamen bir afettir ki bu afetten kurtulmak için Allah Teâlâ’nın korumasına sığınmaktan başka çare yoktur. İnsanı, millet-i İslamiye’den (dinden) çıkarmaz ama amellerin sevabını yakar, yıkar ve yok eder. Kârı şöyle dursun, ayrıca azabı da vardır.
Bir gün Şam ehlinden Natil diye birisi Ebû Hureyre’ye, Rasûlullah’tan duyduğun bir hadis-i şerifi anlatır mısın, diye sorunca, O da “Evet, anlatayım.” dedi. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde haklarında hüküm verilecek insanların ilki, şehit olmuş bir adamdır. Hesaba getirilir. Ona verilen nimetler hatırlatılır ve o da hatırlar. Ona, bu hususta ne yaptın, diye sorulur. O da, Senin için savaştım ve şehit oldum, der. Ona, “Sen yalan söyledin. Falanca adam, cüretlidir, kahramandır, desinler diye savaştın. O söz de senin için söylendi.” diye karşılık verildikten sonra bu adam yüzüstü sürülerek ateşe atılır. Sonra ilim okumuş ve okutmuş birisi getirilir. Ona verilen nimetler hatırlatılır ve o da hatırlar. Ona, bu hususta ne yaptın, diye sorulur. O da, ilim öğrendim ve öğrettim Senin için, Kur’ân okudum, der. Ona karşılık olarak, “Yalan söylüyorsun. İlim okudun âlim desinler diye, Kur’ân okudun kurrâ desinler diye, o da senin için dendi.” şeklinde cevap verilir. Bu adam da yüzü üstü sürülerek cehenneme atılır. Sonra kendisine mal mülk verilmiş birisi getirilir. Ona verilen nimetler hatırlatılır ve o da hatırlar. Ona, bu hususta ne yaptın, diye sorulur. O, “Verilmesini sevdiğin yolda ne varsa hepsini infak edip verdim.” deyince, o kimseye, “Yalan söylüyorsun, sana cömert desinler, diye bunu yaptın, o da senin için dendi.” şeklinde karşılık verilir. Sonra bu adam da yüzü üstü sürülerek cehenneme atılır.”[4] Tirmizî’den gelen bir rivayette ise, Rasûlullah (s.a.v), Ebû Hureyre’nin dizine vurarak, “Ya Ebâ Hureyre, Allah Teâlâ’nın mahlûkları arasında cehennem ilk önce, bu üç kişi için ateşlendirilecektir.”[5] buyurdular.
Bu insanlar yaptıkları amelden fayda görmek şöyle dursun gazab-ı İlâhiye’ye uğrarlar, üstelik bir de cehenneme atılırlar ki bu, ne kötü bir akıbettir. Bu öyle bir beladır ki, bundan kurtulmak laf ile üstesinden gelinecek, pazı gücüyle halledilecek bir iş değildir. Cenâb-ı Hak bizleri fazl-ı keremiyle kayırsın da bu afetten kurtulalım.
Riya ile ilgili daha birçok hadîs-i şerîf ve âyet-i kerîme var; ama biz bu kadarıyla iktifa ederek riyadan kurtulmanın yolu nedir onu kısaca izah edelim.
Riyadan kurtulabilmek için öncelikle niyetleri düzeltmek lazımdır. Bilindiği üzere “Ameller ancak niyete göredir.” Kişinin yaptığı amelden niyeti ne ise alacağı mükâfat da ona göredir. Bunun şuurunda olarak, kişi amele başlamadan önce o ameli neden yaptığına dair gönlünü kontrol etmelidir. Eğer gönlünde Allah’ın rızasından başka bir şey bulursa, niyetini düzeltip amele öyle başlamalıdır. Niyetlerin düzeltilmesi için de riya nedir, ihlas nedir, bunların Kur’ân’a ve sünnete göre etraflıca öğrenilmesi lazımdır. Bu da anca ilimle olur, ilim olmadan hiçbir şey olmaz. Aksi halde insan kâr yapayım derken zarara uğrar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Cahil olan, ancak şeytanın maskarası olur. Onun için bu cehaletten, aslandan kaçar gibi kaçmak lazımdır. İlim tahsili de akranlara göstermek, mal mülk elde etmek, ilmi ile iftihar ederek başkalarının yanında methe nail olmak, makam mevki elde etmek için yapılmamalı; sırf Allah Teâlâ’nın rızasını kast ederek, nefsin hile ve desiselerinden kurtulup Hakk’ın razı olacağı bir kul olmak için yapılmalıdır.
Yine bu riyadan halas olmak için kişi, başkaları görsün duysun diye amellerini pazarlamamalıdır ki muhlis olan kulların sıfatı da budur. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen bir hadîs-i şerifte, “Göstermek için namaz kılan şirk koşmuştur. Göstermek için oruç tutan şirk koşmuştur. Göstermek için sadaka veren şirk koşmuştur.”[6] buyrulmaktadır. Bunun gibi de kul, sırf şöhret için ilmini pazarlamaktan ve takvasını sergilemekten kaçınmalı, belki bunlar için Allah Teâlâ’ya istiğfar etmelidir.
Nafile oruç tutarken bunu kimseye hissettirmemek için, eski büyüklerimiz bitkin görünmemek maksadıyla saçlarını yağlar, güzel kokular sürerlermiş. Sağ elinin verdiğini sol eline duyurmamak, amellerini göstermeden yapmak baba yiğit kahramanların işidir. Şeriatın ahkâmına ters düşmemek kaydıyla bazı hususlarda kendini saklamak, parmakla işaret edilen biri olmamak için amellerini gizlemek lazımdır. Ancak riyadan korkulduğu için amel de terk edilmemelidir. Belki o amel gizlice yapılmalıdır. Fudayl b. İyaz Hz. der ki, “İnsanlar görür de riya olur diye ameli terk etmek riyadır. İnsanlar görsün diye amel yapmak da şirktir.” Burası zerrelerin hesap edildiği, ölçülerin birbirine en ince mikyaslarla girip ayarlandığı bir meydandır. Sadece hacı olmakla, hoca olmakla, mürit olmakla, falanca zata bağlı olmakla, âlim olmakla, şeyh olmakla, kılık kıyafet aksesuarlarıyla, çalım satmakla olacak bir iş değildir bu. Bunların hepsini aşıp bu afetten kurtulmak için, kuvvetli bir imana, kuvvetli bir ihlasa, yılmaz bir mücadele ile Allah Teâlâ’ya sığınıp kilitlenmekten, Ondan yardım istemekten başka çare yoktur.
Riyadan kurtulmak için riyanın da diğer kötü ahlâklardan bir ahlâk olduğunu öğrenmek zorundayız. Her kötü ahlâkın zıddı olan güzel bir ahlâk vardır. Kötüsü kalpten çıkarıldığı ölçüde onun yerine güzeli girer. Bunun başında iman gelir. Bunun kötüsü şirk ve küfürdür. Önce kötü olan şirk, “Lâ ilâhe” ((Allah’tan başka) ilah yoktur.) ile kalpten atılır. Sonra “illallah” (Ancak Allah vardır.) ile ispata geçilir. Kısacası şirk çıkarılınca ispat, yerini o zaman alır ve sağlam bir iman olur. Bu, kolay zannedilmesin; sahâbe-i kirâm, Mekke döneminde, on üç senede bu işi ancak başarabildiler. Peygamberimiz’in verdiği en çetin mücadele buydu.
Diğer ahlâklar da tıpkı bunun gibidir. Bu kötü ahlâklar altmış küsur tanedir. İyileri de bir o kadardır. Kötüsü atılır, yerine atıldığı oranda iyisi gelir. Bunlardan kurtulmak için bir ömür boyu gayret ister. Bir iki misal vermek gerekirse; cimrilik kötü bir ahlâktır. İyisi cömertliktir. Bundan kurtulmak için bir ömür boyu rıza-i Bârî için maldan fedakârlık gerekir ve sonunda nefis, fedakârlık yapa yapa cömertliğe alışır. Böylece kötü ahlâk olan cimrilik gitmiş yerini güzel olan cömertlik almış olur. Bunun sahibi de Hakk’ın sevdiği cömert birisi olur.
Riya da bunun gibidir. İnsan niyetini düzeltmeye çaba sarf ede ede riyadan uzaklaşır. Yaptığı amellerde Hakk’ın rızasını gözetmeye, rızasına zıt olacak şekilde amel etmemeye gayret eder ve böylece adım adım ihlası kazanır. Sonunda Allah Teâlâ’nın sevdiği, razı olduğu muhlis bir kulu olmayı başarır.
Bir gün Peygamberimiz (s.a.v), “Ey insanlar şirkten korununuz. Çünkü o karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.” buyurunca, sahâbîler, “O, karıncanın ayak sesinden bile daha gizliyken biz ondan nasıl korunabiliriz ki?” diye sordular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v), اللَّهُمَّ إِنَّا نَعُوذُ بِكَ أَنْ نُشْرِكَ بِكَ شَيْئًا نَعْلَمُهُ وَنَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لَا نَعْلَمُ” (Ey Allah’ım, bilerek yaptığımız şirkten dolayı sana sığınırız. Bilmeyerek yaptığımız şirkten dolayı da mağfiretini isteriz.) deyin.” buyurdular. Cenâb-ı Hak, cümlemizi inayetine mazhar eylesin.
Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. Ve âhiru da‘vanâ ani’l-hamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn.
[1] Kehf, 18/110.
[2] Müslim, 4-2289
[3] Müsned-i Ahmed, 9-39
[4] Müslim, 3 -1513
[5] Tirmizî, 4-171
[6] Müsned-i Ahmed, 28- 362