İçeriğe geç
Anasayfa » ŞAHSİYETLİ MÜSLÜMAN

ŞAHSİYETLİ MÜSLÜMAN

Kula kul olmaktan kurtulanlar mutluluğu Rahman’a kul olmakta bulurlar.

Yöneticilerimiz, bizim iç dünyamızın toplanıp somut halde görünüşüdür. Onun için Rabbimiz önce muttaki bir toplum meydana getirilmesini ve o topluma önder olacak insanların yetişmesini ister.

Seçici olacağız. Yediğinizi, giydiğinizi, seçiyorsunuz; kiminle konuşup kaynaşacağınızı ve ne okuyacağınızı da seçiniz.

Biz, ne yapıp edelim, kendimizi değil, kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i tanıtalım ve o Kitaba göre yaşamak için gayret gösterelim. Aleyhinde veya lehinde olsa da dünya gündeminde hep İslâm’ın olması bizim için bir şanstır. Bu şansı iyi değerlendirelim.

Yolcu! Bu dünya yolculuğuna çıkarken bedenine elbiseni giymeden önce bütün can ve tenini hayâ elbisesiyle süsle.

Kimseye yüzsuyu dökerek şahsiyetimizi sıfırlatmayacağız.  Damarımızdaki kan akarsa şahsiyetimiz şehadetle şereflenir ama yüzümüzün suyu çekilirse suyu çekilmiş gül gibi küllüğe atılmayı hak eder.

Saygı duyduğumuz, sevdiğimiz bir insanın yanında yapmaktan utandığımız bir eylemi yapayalnız olduğumuzda da yapmamalıyız. Yalnızken de Allah’tan utanmalıyız.

İnsanlardan utanarak yapamadığı bir şeyi tek başına kaldığında yapabilen bir insan da kendisinden utanmayan insandır.

Hayâlı/utangaç insanların başarılı olamayacağı kanaati günümüzde bir kısım insanlarda hâkim durumda. Ama bilinsin ki kapalı kapılar ardında Mısır’ın en güzel ama yüzsüz kadınına yüz vermeyen Yusuf (a.s) Mısır’a hem peygamber hem sultan olmuştur.

Mekke’nin arsızı, yüzsüzü, hayâsızı olan Ebu Cehil; malıyla, mülküyle otoritesiyle yok olup gitmiştir. Ama bekâr bir kızdan daha utangaç olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), milyarlarca dil ve gönül tarafından rahmetle, salâvatla anılmaya devam etmektedir.

Hayâ ancak hayır, iyilik getirir. Kasas Sûresi’nde bahsedilen kızların hayâsı, onlardan birinin Musa (a.s) ile evlenmesine ve Kur’an okundukça Onun hayırla anılmasına vesile olmuştur.

Her insan altı milyar insanın şahsiyetini kendinde taşır. Dilerse şeytana pabucu ters giydirir. Dilerse meleklerin secde edeceği makama erişir. Hiçbir şey yıkıcılık ve yırtıcılıkta ona ulaşamadığı gibi hiçbir şey yapıcılıkta da ona ulaşamaz.

Bizi insan yapan da işte bu özelliklerimizdir. Yıkıcılık özelliğimiz olmasa zalimlerin saltanatını nasıl yıkarız? Yapıcılık özelliğimiz olmasa kırık kalpleri nasıl yaparız?

Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İnsanlar madenler gibidir.” buyurmuş.[1]

Bu madenler bulunmalı, keşfedilmeli, değerlendirilmeli. Mafya babası siyah Mercedes’iyle giderken kaldırım kenarında kavga eden, dört kişiye meydan okuyan bıçkın delikanlıyı keşfedip mafya elemanı olarak yanına alıyor. Ona yaktırıyor, yıktırıyor.

O delikanlıyı salih bir insan keşfetseydi, o cevvâliyetiyle kaldırımlarda insanları rahatsız eden, huzursuzluk çıkaranları ıslah eri olarak kullanabilirdi. “İslinin yanında oturanda is kokar, mislinin yanında oturanda mis kokar.” atasözümüz bir hadis-i şerifin Türkçe tercümesidir.[2]

Parfümcü dükkânından alış veriş yapmasanız bile üzerinize dükkânın güzel kokusu siner. Meyhanede içmeseniz bile oranın kokusu bir müddet üzerinizde gezinir.

Rabbimiz, Furkan Sûresi’nde peygamberlerin yolundan yürümemizi, dost olarak onları seçmemizi ister.  Cehennemin dehşetli alevlerini gördüğünde “Keşke, filanı dost edinmeseydim.” diyecek diye bize haber veriyor ve kötü insanlardan arkadaş edinmemizi yasaklıyor. [3]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) : “Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Sizden her biriniz kiminle arkadaşlık yaptığına dikkat etsin.”[4] buyurur.

Seçici olacağız. Yediğinizi, giydiğinizi, seçiyorsunuz; konuşup kaynaşacağınızı ve okuyacağınızı da seçiniz. Bir katil veya sapık gördüğünde  “Benim bu hale gelmemi engelleyen Rabbime hamdolsun.” deyip o kimsenin ıslahına çalışmalı.

Dünyanın en iyi kalpli insanına şarabı içirir, afyonu yutturur sonra direksiyonun başına oturtursanız araba kaza yapar. Devlet direksiyonunun başına oturtursanız devlet kaza yapar.

Çoban, kurtla arkadaşlık yaparsa kuzulara yazık eder. Devlet başkanı, kurt gibi adamlarla arkadaşlık yapar, onların yazdıklarını okursa bir millete yazık eder. İçimizdeki kurt bizi de yer bitirir. O, yün içinde gelişen kurt gibi içimizde büyür ve bizi kemirir. Furkan Sûresi, arkadaşlarımızı iyi seçmemizi bizim iki dünyamızı da cennet eyleyecek arkadaşlar edinmemizi, kitap olarak Kur’an’ı yalnızlığa terk etmememizi öğütler.

İyi kitap, iyi arkadaş, bizim mayamızda olan iyilik tarafını sular, yeşertir, gül açtırır. Kötü kitap, kötü arkadaş da yine bizde olan kötü tarafımıza yataklık yapar, dikenlerin ve sivrisineklerin yetişmesine bataklık yapar.

İyi arkadaş; acıktığımızda ekmeğini bölüşen, donarsak nefesiyle ısıtan, denizlerin söndüremediği gönül yangınlarını bir kelimesiyle söndüren, bir gülümsemesiyle keder, bunalım bulutlarını dağıtan, bizim hep iyi olmamızı, iyi işler yapmamızı, iki dünyamızda da iyi yerlere gelmemizi öğütleyen ve örgütleyendir.

Maddî ve mânevî güzelliklerin zirvesine çıkarılan Yusuf (a.s), Rabbine dua ediyor ve:  “Rabbim, beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat.”[5] diyor.

Köyde, mahallede, okulda, tarlada,  kışlada, karakolda, üniversitede, sokakta her nerede olursak olalım iyi arkadaşlarla oturup kalkalım. Kötülük yapanlara engel olalım. Onların ıslahı için çalışalım.

Rahman’ın Kuralları 

Kula kul olmaktan kurtulanlar mutluluğu Rahman’a kul olmakta bulurlar. Mevlâna: “Ben kul oldum, ben kul oldum, ben kul oldum. Köle hür olunca sevinir, bense sana kul olunca sevinirim.” der.

Hersekli Arif Hikmet Bey de:

“Yâre kul olmakla buldum devleti, hürriyeti

 İhtiyârımla esaret geldi, kendimden bana” diyor. Yani kendi içimden, kendi özgür seçimimle yâre (Allah’a) kul olunca özgürlüğün saltanatını buldum diyor.

Mafya, fuhuş sektörü, organ ticareti, hazineyi hortumlama gibi konular üzerine araştırma yapan ve bunları televizyon ekranlarından insanlara tanıtan program yapımcılarımız, bize şeytanın kullarının neler yapabileceğini gösteriyorlar.

Rabbimiz de Furkan Sûresi’nin 63. ayetinden başlayarak sonuna kadar devam eden ayetlerde Rahman’ın kullarının nasıl olması gerektiğini bize tarif ediyor: Rahman’a kul olmanın mutluluğuyla yaşarlar. Yeryüzünde yürürken yürüyüşleri alımlı, çalımlı, şımarık, şarlatan, kibirli, yukarıdan bakar şekilde değil, tevazu ile yürürler.

Vehb b. Münebbih, Peygamber Efendimizin yürüyüşünü tarif ediyor. “Yanan bir mumun yanından geçse rüzgârıyla mumun alevini söndürmez, kamışlar üzerinde yürüse ses çıkarmazdı.” diyor.

Apartman hayatı yaşayan bir mümin alt, üst ve yan tarafta oturanları rahatsız etmeden, gönlündeki alevi titretmeden hareket edecek.

En değerli uzvu olan başını kimsenin önünde eğmeyecek. Ancak ve ancak rükû ve secdede Rabbin huzurunda eğerek başını yücelerden yüce olan cennete kadar yükseltecek.

“Allah’ın, sana verdiği nimeti üzerinde görsün.” hadisini yanlış anlayarak memurlara zekât verilebilir fetvasının verildiği, bir memurluk kadrosu için yüzlerce kişinin imtihana girdiği bir ortamda şatafatlı ev ve arabalarla israf edenlerden olmadığı gibi cimrilik de yapmaz. Sırtında altın taşıdığı halde açlıktan ölen deve gibi bir hayat yaşamaz.

Allah’tan başka ilahlara yalvarıp yakarmaz. Haksız yere adam öldürmez. Zina etmez. Yalancı şahit olmaz. Boş lakırdılarla vaktini kurşunlamaz. Allah’ın ayetleri okunduğunda bile körü körüne boyun eğmezler. Bilerek, anlayarak, gönülden inanarak boyun eğerler.

Eşleri ve çocukları üzerinde titrerler; iki dünyada da kendilerini sevindirecek, yüzlerini güldürecek, gözlerini aydın edecek şekilde yetişmeleri için çalışırken Rabbe dua ederler.

Nesillerinden her birinin muttaki insanlara önder olabilecek kapasitede olmasını isterler. Tarihin hiçbir döneminde adil bir toplumun başına zalim bir önder gelmemiştir. Zalim bir toplumun başına da adil bir önder gelmemiştir.

Peygamber Efendimiz “Yöneticileriniz sizin amellerinizdir.” buyurmuş. Bir başka hadiste: “Nasılsanız öyle idare olunursunuz.”[6] buyurmuştur.

Yöneticilerimiz, bizim iç dünyamızın toplanıp somut halde görünüşüdür. Onun için Rabbimiz önce muttaki bir toplum meydana getirilmesini ve o topluma önder olacak insanların yetişmesini ister.

Dindaşını sırdaş edinen[7], affeden, öfkesini yutmasını bilen ve infak eden[8], gevşemeyen, üzülmeyen[9], işlerini istişare ile yapan[10], zoru göğüsleyen[11] insanlardan meydana gelen bir toplum oluşması için bütün imkânlarını seferber eder.

Kâfir de Olsa Şahsiyetlisi Olsun

İslâm’ın en katı düşmanlarından, Sümâme bin Üsâle, Benî Hanîfe kabilesinin ileri gelen cengâverlerinden biridir ve Yemâme halkının efendisidir. Her hâl ve şartta din düşmanlığını sergileyen bu adam bir gün esir edilir ve Medine’ye getirilir.

Efendimiz (s.a.v), o esiri Medine Mescidinin içindeki direğe bağlamalarını söyler. Efendimiz (s.a.v), mescide geldiğinde onun hatırını sorar ve “Nasılsın?” der. Sümâme de, “İyiyim. Eğer beni öldürürsen kan sahibi bir adamı öldürmüş olursun (Yani benim kabilem bunun intikamını senden alır). Eğer beni serbest bırakarak iyilik yaparsan sana teşekkür edecek birini bırakmış olursun. Eğer mal istiyorsan, iste, dilediğin kadarını vereyim.” diye cevap verir.

İkinci gün aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alır. Üçüncü gün gelince yine aynı soru ve aynı cevap tekrarlanır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Bunu serbest bırakınız” der. Esirin bağlarını çözerler. O, mescitten dışarı çıkar, bahçe arasına gider. Orada bulduğu bir su ile banyo yapar, mescide geri gelir ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühû. Ey Muhammed, bana yeryüzünde senin yüzünden daha sevimsiz, çirkin bir yüz yoktu. Ama şimdi senin yüzünden daha sevimli bir yüz yoktur. Yeryüzünde senin dininden daha kötü bir din yoktu ama şimdi senin dininden daha sevimli bir din yoktur. Senin ülkenden daha sevimsiz bir ülke yoktu,  şimdi ise senin ülkenden daha sevimli bir ülke yoktur. Ben umre yapmak isterken senin atlıların beni yakaladılar. Şimdi ne diyorsun?” dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v), onu müjdeledi ve ona umre yapmasını emretti. Mekke’ye vardığında Mekkeli müşrikler: “Ne o dininden mi döndün?” dediler.

-Hayır, ben, Rasûlullah’ın yanında Müslüman oldum. Hayır, vallahi, bu günden sonra Allah’ın Rasûlü (s.a.v) izin vermeden size Yemâme’den bir buğday danesi bile gelemez.” diye cevap verdi.[12]

Bu hadis-i şeriften anladığımız kadarıyla o günün kâfirleri biraz daha onurlu insanlarmış. Direğe bağlı olduğu, ölümünü beklediği bir zamanda bile boyun eğmiyor, sonuna kadar direniyor; serbest bırakılınca, şehir dışına çıktıktan sonra gelip Müslüman oluyor.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de onu mescide bağlıyor. Müslümanların beş vakit bir araya geldiklerinde ne yaptıklarını, bir zamanların eli kanlı zalimlerinin nasıl yumuşadıklarını, Müslüman kardeşleriyle nasıl haşır neşir olduklarını görmesini sağlıyor. Onların yanında hiçbir değeri olmayan kölelerin nasıl insanca değer kazandığını, Efendimizin onlara, onların Efendimize karşı davranışlarını gözetlemesini; özetle Müslümanları tanımasını istiyor ve bunda başarılı da oluyor.

Şu anda dünya Müslümanlarının en büyük sorunu kendilerini tanıtamama sorunudur. Siyaset, medya ve mafya şeytan üçgeninde savaşçılar barışçı, barışçılar savaşçı olarak tanıtılıyor. Teröristler kahraman olarak tanıtılırken, halkının kahramanları terörist olarak tanıtılıyor.

Amerika’nın gelmiş geçmiş en hareketli mafya babası Malcolm-X Hıristiyan iken, Amerika senatörlerine uyuşturucu ve fuhuş servisi yaparken en saygın adamdı. Bir gün yakalanıp hapse düştüğünde hapishanede Müslümanlarla karşılaşır ve Müslüman olur. Daha sonra her türlü kötü işleri bırakıp İslâm’ı yaymaya başlayınca, vaaz verirken C.I.A tarafından kurşunlanarak öldürülür. Malcolm-X de Müslümanları tanıdıktan sonra Müslüman olur.

“Her Müslüman senin gibi olsa herkes İslâmcı olur.” sözünü hepiniz duyuyorsunuz. Ama bazı insanlar, televizyondan verilen sahte şeyhleri, din adına para toplayan ikiyüzlü tarikatçıları, her gün ayrı kılıkta görünen hoca müsveddelerini gördüklerinden çok iyi niyetlerle İslâm’a düşman olma tarafına gidebiliyorlar.

Biz, ne yapıp edelim, kendimizi değil, kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’i tanıtalım ve o Kitaba göre yaşamak için gayret gösterelim. Aleyhinde veya lehinde olsa da dünya gündeminde hep İslâm’ın olması bizim için bir şanstır. Bu şansı iyi değerlendirelim.

Yüzsüzlerin Sonu Kötü

Ebu Said el-Hudri (r.a) , sevgili Peygamberimizi (s.a.v) tarif ederken: “Peygamber (s.a.v)bekâr bir kızdan daha utangaçtı.[13] diyor.

Utanmazlar, küstahlar ve hayâsızlar her çağda rağbet görmüşlerdir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) zamanında bir adam kardeşini fazla hayâlı (utangaç) olmasından dolayı ayıplıyordu. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), kardeşini ayıplayan adama: “Kardeşini ayıplamayı bırak. Hayâ, utanma imandandır. Hayâ, hayırdan başka bir şey getirmez.[14] buyurmuştur.

Yolcu! Bu dünya yolculuğuna çıkarken bedenine elbiseni giymeden önce bütün can ve tenini hayâ elbisesiyle süsle. Yürüyüşün, duruşun, oturuşun, konuşman, susman, bakman ve dokunman vs. bütün hâl ve hareketlerin hayâ çiçekleriyle süslenmeli.

Güzel elbiselerimizin kirlenmemesi için oturup kalktığımız, dokunduğumuz şeylere dikkat ettiğimiz gibi ar damarımızın çatlamaması, hayâ elbisemizin kirlenmemesi için daha çok dikkat etmeliyiz.

Hayâ elbisesi kirlenirse, ar damarı çatlarsa, yüzsuyumuz dökülürse biz de devleti soyduktan sonra millete televizyondan sırıtan yüzsüzlere döneriz. Allah korusun.

Kimseye yüzsuyu dökerek şahsiyetimizi sıfırlatmayacağız.  Damarımızdaki kan akarsa şahsiyetimiz şehadetle şereflenir ama yüzümüzün suyu çekilirse suyu çekilmiş gül gibi küllüğe atılmayı hak eder.

Allah (c.c) bize can vermiş, ten vermiş, kan vermiş, koklanacak çiçekler, koklayacak burun vermiş. Görülecek güzellikler, görecek göz vermiş.  Bir dil ile milyonlarca tadı ayıracak özellik vermiş. Sayısız nimetleri arasında bir ömürlük yolculuk yaparken Onun kullarına karşı gelmekten utanırken onun isteklerini yerine getirirken güzel yapamamaktan dolayı Allah’a karşı utanç içinde olmalıyız.

Saygı duyduğumuz, sevdiğimiz bir insanın yanında yapmaktan utandığımız bir eylemi yapayalnız olduğumuzda da yapmamalıyız. Yalnızken de Allah’tan utanmalıyız.

İnsanların ve hayvanların haklarını gözetmeyen insan, onlara karşı hayâsızlık yapmaktadır.

İnsanlardan utanarak yapamadığı bir şeyi tek başına kaldığında yapabilen bir insan da kendisinden utanmayan insandır.

Biz başta Rabbimizden,  kendimizden ve kendimizin dışındakilerden utanarak hareket edeceğiz.

Sevdiğine kırmızı gül verirken bile yanakları al al olan insan, verdiği şeyden ve veriş şeklindeki kusurlarından dolayı mahcubiyetini dile getirerek sevdiğine “Sen daha güzellerine lâyıksın”  mesajını vermiş olur.

Sanat eserini insanlar ilgi ile izlerken yüzü kızaran sanatkâr, gönül ufkunda kanat çırpan yeni eserler avlamaya çalışan sanatkârdır.

Hayâlı/utangaç insanların başarılı olamayacağı kanaati günümüzde bir kısım insanlarda hâkim durumda. Ama bilinsin ki kapalı kapılar ardında Mısır’ın en güzel ama yüzsüz kadınına yüz vermeyen Yusuf (a.s) Mısır’a hem peygamber hem sultan olmuştur.

Mekke’nin arsızı, yüzsüzü, hayâsızı olan Ebu Cehil; malıyla, mülküyle otoritesiyle yok olup gitmiştir. Ama bekâr bir kızdan daha utangaç olan sevgili Peygamberimiz (s.a.v), milyarlarca dil ve gönül tarafından rahmetle, salâvatla anılmaya devam etmektedir.

Hayâ ancak hayır, iyilik getirir. Kasas Sûresi’nde bahsedilen kızların hayâsı, onlardan birinin Musa (a.s) ile evlenmesine ve Kur’an okundukça Onun hayırla anılmasına vesile olmuştur.

 

[1] Buhâri, Enbiya 19; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 199

[2] Buhâri, Buyû’, 38; Müslim, Birr, 146

[3] Furkan, 25/27, 28

[4] Ebû Dâvud, Edeb, 4833, Tirmîzi, Zühd, 35, 2379

[5] Yusuf, 12/101

[6] Keşfü’l-Hafâ, 2/126

[7] Âl-i İmrân, 3/118

[8] Âl-i İmrân, 3/134

[9] Âl-i İmrân, 3/139

[10] İnsan, 76/9

[11] Beled, 90/12

[12] Buhâri, Kitâbü’l-Meğâzi, 66, 4114; Müslim, Kitabü’l-Cihad, 19, 1764

[13] Buhâri,  Kitâbü’l-Edeb, 5727

[14] Buhâri, Kitâbü’l-Edeb