İçeriğe geç
Anasayfa » SALGIN SONRASI “EĞİTİMDE YENİ AÇILIMLAR” SÖYLEMLERİ

SALGIN SONRASI “EĞİTİMDE YENİ AÇILIMLAR” SÖYLEMLERİ

2020 yılının ilk yarısında dünyayı saran salgın hastalık; birçok kavram, kurum ve olgunun sorgulanmasına yol açtı. Vazgeçilemez olarak nitelendirilen birçok şeyin gerekli olmadığı fark edildi. Yerine başka bir şey konulamaz sanılan birçok kurumun öyle olmadığı anlaşıldı. Bu yüzyılın ilerlemişliğinin zorunlu sonucu zannedilen birçok olgunun ilerlemişlikle ilgisi olmadığı algılandı.

Bu salgın aynı zamanda, zamanlama hatası yaparız korkusuyla yapılamayan bazı işlerin yapılmasına da uygun zemin oluşturdu.

Her gelişmede bir hikmet vardır, felsefesine sahip olan biz Müslümanlara bu salgın birçok yeni fırsatlar sundu. Bir yandan kendi iç dünyamızda, Allah dışında güven duyduğumuz bazı şeylerin ne kadar güvensiz ve güvenilemez olduğunu idrak etmemize vesile oldu. Paranın, makamların, elde edilmiş siyasî ve askerî güçlerin gerçekte bir hiç olduğu ortaya çıktı. Çok güçlü görünen ya da kendisini yenilmez gösteren büyük büyük devletlerin, firmaların, organizasyonların gerçekte “büyük” olmadıkları ortaya çıktı. Namazlarımızda defalarca söylediğimiz “Allahu Ekber” tekbirinin hikmetini anlamamız mümkün oldu. Kendisinin çok güçlü olduğunu bize kabul ettirmeye çalışan güçlü(!) devletlerin bu salgın vasıtasıyla aslında kartondan devler olduğunu, onların gücünün, bizim bunu kabul etmemize muhtaç olduğunu Yüce Mevlâmız bize göstermiş oldu. Güçlü olduğu kabul edilmeyen bir gücün, bir devletin bu reddediş karşısında ne kadar çaresiz kaldığı, ne kadar gülünç duruma düştüğü gözler önüne serildi. Kısacası bu salgın, birçok ezberimizi bozdu, birçok şartlanmışlığımızı yırtıp attı. Gerçekten, bakabilen, görebilen göz için bu salgın, hikmetlerle dolu bir eğitim ve değişim dalgası olarak yaşamımıza yön gösterdi.

Bu salgının hiç şüphesiz en büyük darbeyi vurduğu kurum “okul” oldu. Bu gelişme, eğitim/öğretim kavramlarının kökten sorgulanmasına da sebep oldu. Felsefî düzeyde öteden beri zaten tartışılmakta olan “okul” kurumu ilk defa pratik hayatta da lüzumsuzluğu konuşulan bir duruma düştü. Bu salgın sırasında, öğretim faaliyetlerinin hemen hemen tamamı, okul olmaksızın da kolayca organize edilebildi. Eğitim yöneticileri, öğretmenler ve öğrenciler evlerinden çıkmadan, kişisel odalarında ve masalarında her türlü öğretim çalışmasını gerçekleştirebildiler. Öğretmenler derslerini verdiler, öğrenciler hocalarını dinleyip sorularını sordular, öğrenme ihtiyaçlarını okulsuz, sırasız, yazı tahtasız giderebildiler. Eğitim yöneticileri de bütün bu işleri kolayca yönetebildi. Bütün bunların sonucu, “okulsuz olmaz” ezberi buruşturulup çöpe gitti. Ancak tam da burada önemli bir ayrıntının gözden kaçırıldığı söylenmelidir. Eğitim dünyasında birbirinin yerine kullanılmakta sakınca görülmeyen öğretim/eğitim (talim/terbiye, teaching/training) kavramları salgın sonrasında da birbirinin yerine ve aynı anlamda kullanılmaya devam edildiği dikkat çekiyor. Mesela “Okula gitmeden, dijital ortamda EĞİTİM yapılabileceği net olarak görüldü.” cümlesi, “Okula gitmeden, dijital ortamda ÖĞRETİM yapılabileceği net olarak görüldü.” cümlesinin yerine rahatça kullanılabiliyor. Hâlbuki eğitim ile öğretim birbirinden farklı iki kavramdır ve birbirinin yerine kullanılmaları ciddi boyutlarda problemlere sebebiyet vermektedir. Kitaplarda yazılı olan bilgilerin bir takım zihinsel çalışmalar sonucu beyinde depolanması ve işlenmesi ile kişiliğin, karakterin, davranışların değiştirilmesi/geliştirilmesi aynı kavramla ifade edilemez. Bir takım bilgilerin beyinde depolanması ve işlenmesi için yapılan çalışmalar öğretim (Talim, teaching); kişiliğin, karakterin, davranışların değiştirilmesi/geliştirilmesi için yapılan çalışmalar ise eğitim (terbiye, training) kavramlarıyla ifade edilmelidir. Kırkar dakikalık ders saatlerinde bir takım bilgilerin ikrar metoduyla öğrenciye anlatılması onun davranışlarında değişim/gelişim oluşturamaz. Zihinsel faaliyetler yoluyla öğrenilen bilgilerin kişiliği değiştireceği/geliştireceği beklentisinin hiçbir işe yaramadığı açıkça ortadadır. Bir doktor adayının, hastane ortamında usta-çırak ilişkisi olmaksızın sadece kitaplardaki bilgileri kafasına doldurmasıyla doktor olmasının mümkün olamayacağı herkesçe malumdur. Doktor olmanın yolunun, hastane odalarında, hasta başında usta doktorlara çırak/kalfa olmaktan geçtiği herkesin kabul ettiği bir realitedir. Bir mühendis olmak için ders kitaplarında yazılmış olan bilgilerin öğrenilmesi yeterli değildir. Usta bir mühendisin yanında çıraklık yapmakla mühendis olunacağı karşı gelinemez bir realitedir. Bir pehlivan adayının, sadece kitaplardan bilgi öğrenerek güreşçi olamayacağı açık bir gerçektir. Güreşçi olmak için bir usta nezaretinde, antrenman meydanında/minderinde aylarca idman yapmak gerektiği herkesin malumudur. Aynı şekilde mü’min ve Müslüman olmak için din dersi kitaplarında yazılı olan bilgilerin öğrenilmesinin de yeterli olmayacağı açık bir gerçektir. İyi bir mü’min ve Müslümanın yanında, onu izleyerek, ikaz ve uyarılarını dikkate alarak, tebessümünü görerek, bazen öfkesine maruz kalarak, tepki ve davranışlarını izleyerek, bakışlarına muhatap olarak, kişiliğini ve sıcaklığını hissederek, tarif ve talimatlarını uygulayarak, verdiği alıştırmaları ve temrinleri yaparak iyi bir mü’min ve Müslüman olunur. Aksi durumda, günümüzde örneklerini sıkça gördüğümüz gibi İslam’ı bilen, tartışan ama yaşamayan ilahiyatçılar ortalığı doldurur.

Bu durumda, dijital ortamda yapılabilecek çalışmalar, eğitim/terbiye/training çalışmaları değil, öğretim/talim/teaching çalışmaları olabilir. Öğretim faaliyetlerinin okul binalarında kurumsallaşması, son birkaç yüzyıl boyunca gelişen ve benimsenen bir olgudur. Ama ilginç bir şekilde okullar bir yandan kurumsallaşırken ve vazgeçilemez kurumlar olarak algılanırken diğer yandan devamlı surette eleştirilmeye de devam etmiştir. İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” romanı bu alandaki en bilinen eleştiri kitaplarından biridir. İllich bu romanında, okul isimli kurumu, öğretimden ziyade devletin, toplumu kontrol ve dizayn etmek için kullandığı bir aygıt olarak tasvir etmektedir. Bilgi edinmek için okul gibi bir kuruma ihtiyaç olmadığını vurgularken okul vasıtasıyla toplumun kitlesel olarak köleleştirildiği savunulmaktadır. Kitabın eleştirilecek abartılı iddiaları olabilir ancak bilgi öğrenilmesi için okula ihtiyaç olmadığı tezinin önemli bir gerçek olduğu bu salgın sürecinde açıkça ortaya çıkmıştır.

Özetlersek salgın sonrası yaygınlaşan, bilgi öğrenmek için okula ihtiyaç olmadığı tezinde gerçeklik payının yüksek olduğunu takdir edebiliriz. Ancak eğitim/terbiye için dijital ortamlarla yetinilemeyeceği de insan doğasının bir gereği olarak benimsenmelidir. Sütün yoğurt haline gelmesi için az bir miktarda mayanın sütün içine karışması gerektiği gibi insanların değişmesi ve gelişmesi için de maya fonksiyonları taşıyan örnek şahsiyetlerin toplumun içinde bulunması gerektiği gerçeği, insanın ve varlığın doğasının bir gereğidir.