İçeriğe geç
Anasayfa » ŞARTLARA TESLİM OLMAMANIN ADI: HİCRET

ŞARTLARA TESLİM OLMAMANIN ADI: HİCRET

Fedakârlık, Müslüman’ın imanı gereği her daim ortaya koyması gereken bir eylemdir. Allah katında iman bakımından en önde gelen şahsiyetler olan sahabiler; doğup büyüdükleri, toprağından beslendikleri, kendilerinden bir parça saydıkları Mekke’den hicret etmekle fedakarlıkların en büyüğünü göstermişlerdir.

Arapça bir kelime olan hicretin kelime manası, bir yerden başka bir yere göç etmek; bir şeyi bırakıp, başka bir şeye gitmektir. Terimsel manası ise, Peygamberimiz’in x milâdî 622 yılında İslam davası uğruna vatanı olan Mekke’den ayrılıp, Medine’ye göç etmesidir.

Bütün Peygamberlerin yaptığı gibi Efendimiz x de hicret etmiştir. Ancak Efendimiz’in x hicreti sıradan bir olay değildir. İnsanlık tarihinin en önemli hadisesi Peygamberimiz’in Mekke’den Medine’ye yaptığı hicrettir. Çünkü Yesrib’i Medineleştiren bu olayla beraber, İslam devleti kurulmuş ve bütün insanlığa kıyamete kadar huzur ve refah içinde yaşayabilecekleri ilâhî sistemin numunesi sunulmuştur.

Bir Göçten Çok Daha Ötesi: Hicret

Çeşitli sebeplerden dolayı insan topluluklarının hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere bir iskân ünitesinden, bir başkasına yerleşmek suretiyle yaptıkları coğrafî yer değiştirme hareketi diye tanımlanan göç; yaşamla iç içe bir olgudur ve insanlık tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir.

İnsanoğlunun yaptığı göç hareketlerini nitelik bakımından sınıflandırdığımızda, genelde yaşamsal kaygılar sebebiyle yapıldığını görüyoruz. İnsanları göçe zorlayan sebeplerden biri doğa olaylarıdır. Olumsuz iklim şartları, kıtlık, deprem gibi tabii olaylar bunlardandır. Bir diğeri, yaşamakta olunan hayat standartlarını yetersiz bularak, daha lüks bir hayata kavuşmak için başka ülkelere yapılan göçlerdir. Yerel iktidarların kurduğu ya da işgaller sonrası oluşan zulüm rejimleri de insanları göçe zorlayan sebepler arasındadır. Günümüzde özellikle İslam coğrafyasında, emperyalistlerin işgalleri ya da ülkelerinde oluşan zalim ve dikta rejimlerin zulmünden kurtulmak için, ölüm pahasına da olsa göç eden milyonlarca insan vardır. Bir de, bir davanın gerçekleşmesi için yapılan göçler, terk edişler vardır ki; işte peygamberlerin ve bilhassa Efendimiz’in x, ashabıyla beraber yaptığı hicret bunun içine girmektedir.

Hicret Mekke’deki tüm Müslümanlara farz kılındı. Sadece efendilerinden zulüm gören köleler, kendisine işkence edilen, ambargo uygulanan zayıflar ve himayesiz olanlar değil; az sayıda da olsa kabilesinden dolayı kendisine karışılamayan, zengin ve güçlü Müslümanlar da Medine’ye hicret etmişlerdir. Onun için hicret, kaçmak ya da gizlenmek değildir. Hicret, İslam davasının hayat bulması ve daha geniş kitlelere aktarılabilmesi için yapılan stratejik bir hamledir. Hicret, fedakârlıktır; sonsuz olanı geçici olana tercih etmektir. Hicret, iman uğruna her şeyin feda edilebileceğinin ispatıdır.

Yeniden Başlamak ya da Başlangıçları Tamamlamak İçin Her Daim Hicret

Peygamberimiz x ile birlikte sahabiler Mekke’den hicret etmedikleri takdirde; ya mevcut şartlara teslim olacaklar ve böylece İslam’ı yaşanmaz kılacaklardı ya da toplumdan sıyrılıp inzivaya çekileceklerdi ki bu da zillet içinde yaşamak olurdu. Müslüman şahsiyeti silik, pasif, kişiliksiz bir karakteri kaldıramaz. Müslümanlar toplum içinde edilgen değil etken bir konumda olmalıdırlar. Zaten başka türlü, İslam’ı yaşamak da mümkün olmaz. Onun için Mekke’nin aristokratlarının yaptığı gibi, kendini insanların efendisi zanneden tüm zorbalar; mistik bir inanca sahip olanlardan ziyade, kendi zalim sistemlerini ortadan kaldıracak olan sistemlere düşmanlık etmektedirler.

Hicret gösterdi ki, davalar; sürgün, işkence ve bakılarla son bulmaz. Aksine dava sahiplerinin inanç ve azimleri daha da bilenir. Nitekim Bilal-i Habeşî T işkenceye maruz kalınca; zalim sahibi Ümeyye bin Halef’in şahsında bütün zorbalara ders verircesine; “Ellerimi, ayaklarımı bağlayabilir, dilimi susturabilirsiniz. Beni çöllerde sürükleyebilirsiniz ancak kalbime asla müdahale edemezsiniz, inancımı bağlayamazsınız.” dedi.

Hicret belli bir zamana ve mekâna has bir ibadet değil, kıyamete kadar devam edecek bir vecibedir. Hak ile batıl, zalim ile mazlum mücadele ettiği sürece hicret de devam edecektir. Bugün de dünyadaki mevcut sömürü sisteminden rahatsız olanların, zulmü kabullenip şartlara teslim olmak yerine yeni başlangıçlar yapması gerekir. Ümmet olarak haramlardan helallere, yanlışlardan doğrulara, zilletten izzete hicret etmeli ve yeni fetihler için hazırlık yapmalıyız. Eğer hicretlerimizi samimi bir şekilde yaparsak, emperyalistlerin son modern silahlarının küçük bir örümceğin ağından daha zayıf olduğunu görebiliriz.