Müslümanlar için çok önemli bir ay olan Ramazan’a sayılı günler kaldı. Şeker hastalarımız şimdiden oruçla ilgili çeşitli sorular yöneltmeye başladılar. Şeker hastalığı toplumda çok sık görülen bir hastalık. Öyle ki son yapılan çalışmalar toplumumuzda 20 yaş üstündeki her yüz kişiden yaklaşık otuz tanesinde şeker veya gizli şeker dediğimiz bozuklukların olduğunu gösteriyor. Yani çevremizde gördüğümüz her yedi kişiden bir tanesi başlıkta sorduğumuz sorunun bir türlü muhatabı olmuş durumda.
Şeker hastalığı tip 1 ve tip 2 diye iki ana başlık altında incelenmekle beraber süresi, hastanın kilosu, kullandığı ilaçlar, pankreas yedeğinin durumu, eşlik eden diğer hastalıklar v.s. gibi onlarca faktör göz önüne alındığında her hasta karşımıza değişik bir şekilde gelebilmekte. Aslında tıbbın pek çok alanında var olan bu çeşitlilik klasik olarak, “Hastalık yoktur, hasta vardır.” özdeyişiyle ifade edilmekte. Yani hekimlik pratiğinde hastalıklar bir şablon olarak değil her hasta için ayrı ayrı değerlendirilmek zorunda.
Bu genel girişten sonra başlıktaki sorunun cevabı da mutlaka her hasta için bireysel olarak değerlendirilerek verilebilir. Oysa bundan yakın zaman öncesine kadar klasik olarak öğretilen bilgi, şeker hastalarının asla oruç tutmaması idi. Öyle ki halk arasında gizli şeker tabir edilen ve yalnızca diyet veya egzersizle normal bir şeker düzeyine sahip olanlarda bile pek çok hekim, hastanın oruç tutmamasını tavsiye ediyordu. Bu söylemin altında da şeker hastalarının sık yemek yiyerek insülin düzeylerini arttırmamaları ve uzun süren açlıkları kaldıramayacakları düşüncesi vardı.
Bu düşüncede olanların atladığı gerçek ise oruç sırasındaki niyet olayının tıptaki karşılığıydı. İnsülin salınımı bütün çalışmalara göre sefalik fazda, yani hasta yemeği düşününce, görünce başlar. Oysa oruca niyetlenen bireyde –eğer gerçek anlamda niyet ettiyse- bu sefalik faz gerçekleşmeyeceği için fizyolojik olaylar çok daha farklı şekilde gelişebilmektedir. Nitekim normal zamanlarda uzun süre aç kalamayan pek çok insan oruç tutarken önemli bir problem yaşamadan 16-17 saat aç kalabilmektedir.
Şeker hastalarının oruç tutup tutamayacağını belirleyen bir başka faktör ise hastanın o andaki metabolik kontrol durumudur. Şöyle ki yeni tespit edilmiş ve üç aylık kan şekeri ortalamasını gösteren HbA1c düzeyi yüksek olan bir hastanın oruç tutması zordur. Oysa aynı hasta 3-6 aylık diyet-egzersiz ve ilaç tedavisi üçlüsü ile normal kan şekeri ve HbA1c düzeylerine sahip hale geldiğinde rahat bir tarzda ibadetini yerine getirebilir. Nitekim son zamanlarda uluslararası bilimsel dergilerde oruç tutan diyabet hasta grupları ile yapılan çok sayıda çalışma yayınlanmaya başlamıştır.
Kısaca özetlemek gerekirse:
Oruç tutmak isteyen şeker hastası öncelikle hâzık ve dinî kuralları bilen bir hekime başvurmalıdır.
Bu başvuru, metabolik kontrolün sağlanması açısından Ramazan’dan hemen önce Şaban Ayı’nda değil, yeterli zaman kazanmak açısından tercihen Ramazan’dan hemen sonra Şevval Ayı’nda olmalıdır.
Yaklaşık 11 aylık dönem içinde diyet-egzersiz- ilaç üçlüsüne uyan hasta Ramazan öncesi vizitte hekimi ile birlikte tartışarak oruç tutup tutmama kararını kendisi vermelidir.
Bu karara göre hastanın kullandığı ilaçlar hekim tarafından Ramazan Ayı’na göre düzenlenerek tehlikeli olabilecek hipoglisemi ve hiperglisemiler (kan şekeri oynamaları) engellenmelidir.
Oruç sırasında hasta ağır eforlardan kaçmalı, iftar sonrası yeterli sıvı almalı ve ilaçlarını düzenlenmiş şekliyle düzgün kullanmalıdır.
Beslenme uzmanı ile görüşülerek iftar-sahur arası diyet düzenlenmeli ve hasta sağlıklı şahısların oruç ayında sıklıkla yaptıkları hataları yapmamalıdır. Ben hastalarımın bir kısmına şakayla karışık “Oruç tutabilirsin, ama sakın diğer insanlar gibi iftar etmeye kalkışma.” diyorum.
Ve tabii ki en önemlisi oruç tutarken kendini kötü hisseden şeker hastaları hemen kan şekerine bakmalı, eğer kan şekeri {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}70 mg altına düştü ise oruçlarını derhal bozarak yeterli miktarda karbonhidrat almalıdırlar.