İçeriğe geç
Anasayfa » ŞEYHÜLİSLAMLIK MÜESSESESİ I

ŞEYHÜLİSLAMLIK MÜESSESESİ I

Giriş

Şeyhülislam tabiri sadece Osmanlı Devleti’nde değil daha önceki İslam devletlerinde de kullanılmıştır. Memlük Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında ve Hindistan, Çin, İran gibi coğrafyalarda bu tabir bir şeref unvanı olarak kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nde ise bu şeref unvanı resmiyete dökülmüş ve bir makam olarak tesis edilmiştir. Ancak bu makamın ortaya çıkış süreci ve ilk şeyhülislamın kim olduğu hususunda çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Dolayısıyla bu konuda net bir görüş ortaya konulamamaktadır. İlk başlarda ilmiyenin mercii konumunda olmayan şeyhülislamlık Zenbilli Ali Cemâlî Efendi gibi otoriter zatların bu makama gelmeleri ve vazifelerinin de artması ile birlikte önem kazanmaya başlamıştır. Önem kazanması ile birlikte tâyin ve azillerde belirli bir düzene sokulmuştur. Bu makalede de şeyhülislamlık tabiri, bu makamın ortaya çıkışı, ehemmiyet kazanması, tâyin ve azilleri, vazifeleri ve maiyyeti konuları işlenecektir.

  1. Şeyhülislamlık Tabiri

Şeyhülislam unvanı hicrî dördüncü asırda ortaya çıkan ve fukahâ arasında vâki olan ihtilaflı meseleleri halleden ilmî kudreti hâiz âlim ve fakihler için kullanılan bir şeref unvanıdır.[1] Bu unvanın ilk kullanımı Memlük Devleti’nin kuruluş yıllarına kadar dayandırılmaktadır. Resmî bir hüviyeti olmayan şeyhülislam unvanını fetvaları ile şöhret kazanmış pek çok fakih benimsemiştir. Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri olan Nizamü’l-mülk kendi vekili olan Ebû Ali Hasan el-Mânî’yi Merv şehrine şeyhülislam olarak atamıştır. Anadolu Selçuklularında ise şehirlerde bulunan ve ders vermekle sorumlu müderrislerin ilmî kudreti en hâiz olanı diğer müderrislerin başı olarak gösterilir ve ona “Şeyhülislam” unvanı verilirdi. Devletin başşehrinde bulunan şeyhülislam bütün ilmiye mensupları arasında vâki olan dînî ve ilmî münâkaşaları çözmek ve fetva hususunda içtihat farklılıklarını gidermekle de sorumlu tutulmuştur.[2]

13. yy. belgelerinde şeyhülislamlık kurumunun önemi dikkat çekmektedir. Zira Cengiz Han istilası sürecinde Semerkand’ın işgali esnasında şeyhülislam ve kadının elli bin kişiyi Moğolların zulmünden kurtardıkları ifade edilmektedir. Belgelerde şeyhülislamın kadılıktan farklı olduğu anlaşılsa da bu makamın içeriğinde ne olduğu açıklığa kavuşmamıştır. 14. yy. ilk yarısında İbn Batûta, Çin şehirlerinde Müslüman toplum için şeyhülislam ve bir kadının bulunduğundan bahsetmekte ve kadı hukûkî davalarla ilgilenirken şeyhülislamın hukûkî davalar dışında kalan meseleleri hallettiğini belirtir. Aynı asırda Hindistan’da hüküm süren Delhi Sultanlığı’nda da bu makamın olduğu ancak işlevi bilinmediği söylenmektedir. İran’da Safevî Devleti’nde ise şeyhülislam unvanı kullanılmakla birlikte bu şehir müftüleri için kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nde ki şeyhülislam kurumuna denk gelen makam ise “sadru’s-sudûr” makamıdır.[3]

Hicrî dördüncü asırdan itibaren kullanılan bu unvanı alanlar üç kategori dâhilinde mütalaa edilebilir. Bunlardan birincisi sadece kendi zamanındaki şehir halkı tarafından kendisine bu unvan verilenler, ikincisi bu unvan ile her tarafta şöhret bulmuş olanlar ve son olarak fetva ve icâzetnâmeyi birlikte verebilen ve bu isimle şöhret bulmuş olanlardır. Osmanlılardan önce varlığı bilinen bu makam Osmanlı Devleti’ndeki gibi resmiyet kazanmamış daha çok bir şeref unvanı olarak kalmıştır.[4]

  • Şeyhülislamlığın Ortaya Çıkışı

Şeyhülislamın resmî bir hüviyet kazanması ve dînî bir müessese haline gelişi Osmanlılar zamanında gerçekleşmiştir. 1425 yılında Molla Fenârî’nin Bursa müftülüğüne tâyin edilmesi genellikle Osmanlılarda şeyhülislamlığın başlangıcı olarak kabul edilse de bu makamın kuruluş tarihi ve ilk defa kimin tâyin edildiği hususunda çok farklı görüşler ileri sürülmüştür.[5] Şeyhülislamlığın ortaya çıkışı hususunda üç temel görüş bulunmaktadır.

Ali Emîrî Efendi ve Muradjea d’Ohson’a göre şeyhülislamlık müessesesi Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren vardır. Şeyh Edebâli’nin ve Dursun Fakih’in fetva hizmeti verdiği belirtilse de bu müessesenin 2. Murad’dan önce ortaya çıktığı söylenemez. Bu kanaate varılmasının en önemli sebebi Şeyh Bedreddin’in isyanı sonrası yakalandığında hakkında verilen fetvadır. Şeyh Bedreddin yakalanınca o zamanlar daha yeni, İran’dan gelen bir âlim olan Haydar-ı Harevî’den Şeyh Bedreddin hakkında fetva istenmiş ve o da “Kanı helal, malı haramdır.” diyerek fetva vermiştir. Harevî’nin resmî bir müftü olduğuna dair bir bilgi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu zamanda şeyhülislamlık müessesesi mevcut olsaydı herhangi bir âlimden değil bizzat bu kurumdan fetva alınması gerekirdi.[6]

Kâtip Çelebi’ye göre ise şeyhülislamlık ilk defa İstanbul’da fetva veren müftülerle başlamaktadır. Onun görüşüne göre fetih gerçekleştikten sonra İstanbul kadılığına tâyin edilen Hızır Bey ilk şeyhülislamdır. Kadılık hizmetinin yanında fetva da vermiştir. Ölümünden sonra yerine Molla Hüsrev geçmiş ve yine aynı şekilde kadılığın yanında fetva hizmeti de vermiştir. Daha sonra ise fetva vazifesi Molla Hüsrev’den alınarak Molla Ali Arabî’nin müderrislik vazifesinin yanına ilâve edilmiştir.  Fetihten sonra İstanbul’un nüfusu düşünüldüğünde sayısal olarak azınlık durumunda olan Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak için fetva müessesesi yan bir hizmet kolu olarak devam etmiştir. Nitekim fetva işleri Hızır Bey ve Molla Hüsrev’in kadılıklarına Molla Ali Arabî’nin ise müderrisliğine ilâve olarak verilmiştir. Hatta Hızır Bey İstanbul’da ek hizmet olarak fetva işlerini yüklenirken Fahreddin-i Acemî Edirne’de başlı başına fetva makamında bulunuyordu.[7]

Süleyman Sâdeddin, Ahmed Refik, R. C. Repp, Hazarfen Hüseyin Efendi, Karaçelebizâde Abdülaziz ve Ahmed Atâ’nın ittifak ettikleri görüşe göre ilk şeyhülislam Şemseddin Fenârî olmaktadır. Onların bu kanaate varmalarının sebebi Taşköprîzâde’nin “Molla Fenârî Bursa’da Manastır medresesinde müderristi. Ayrıca aynı zamanda kadı ve Osmanlı ülkesinin müftüsü idi.” şeklindeki rivayetidir. Buradan anlaşılacağı üzere fetva işi kadılık ve müderrisliğin yanında bir hizmet sahası olarak kullanılmıştır. Daha sonra ise Molla Fenârî’nin yerine Molla Yeğan ve sonrasında Fahreddin-i Acemî gelecektir. Fahreddin-i Acemî zamanında fetva işi kadılıktan ayrılarak ayrı ve başlı başına bir memuriyet olarak devam edecektir.[8] Bu ise ilk şeyhülislamın Fahreddin-i Acemî olabileceğini kuvvetlendirmektedir. Ayrıca 2. Murad devrinde yapılan Varna Savaşı sırasında Karamanoğlu İbrahim Bey’in ayaklanması için farklı yerlerdeki âlimlerden fetva alınma yoluna gidilmiştir. Bu ise o dönemde devletin resmî fetva kurumunun ve Molla Fenârî’nin de şeyhülislamlık vazifesinin olmadığını ortaya koyar. Çünkü eğer böyle bir vazifesi olmuş olsaydı mutlaka kendisine danışılır ve fetva istenirdi. Muhtemelen fetva verme işi bağımsız olarak 1444’ten sonra ki bir tarihte Fahreddin-i Acemî zamanında olmuştur.[9]

İlk şeyhülislamın kim olduğu ve unvanın ne zamandan beri kullanıldığı hep tartışılmıştır. Lâkin Fatih Sultan Mehmed’in oluşturduğu kanunnâmede hem şeyhülislam hem de müftü olarak iki makamın da zikredildiği ve bu makamlara daha sonra rastlanıldığı kesindir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde şeyhülislam tabirinin Fatih’ten sonra resmen kullanıldığı ve bu konunun tartışılmadığı kesindir.[10] Ancak şeyhülislamlık makamı ilk başlarda kazaskerlik makamından daha alt düzeyde bulunacak yükselmesi daha sonra gerçekleşecektir.

  • Şeyhülislamlığın Ehemmiyet Kazanması

Fatih Kanunnâmesi’nde şeyhülislamın ulemânın reisi olduğu yönündeki ifadeler bu tarihten itibaren unvanın resmî bir nitelik kazandığını göstermektedir. Ancak şeyhülislamlar hakkındaki bu kayıt onların 16. asrın ortalarına kadar devletin bütün ilmiye sınıfının mercii oldukları manasına gelmez. Fetva verme kudretine hâiz oldukları için kendilerine hürmeten verilen bir unvandır. Fetva salahiyeti yüksek bir ilmî mertebe gerektirdiği için ulemânın reisi sayılmışlardır.[11]

Şeyhülislamın devlet içerisindeki mevkiinin zaman içerisinde kademe kademe yükseliş gösterdiğini söylemek mümkündür. Bu yükselişi zaman içerisinde değişen yevmiye ve aldıkları maaş izlenerek ve diğer ilmiye mansıpları ile karşılaştırılarak ortaya konulabilir. 15. asırda kazaskerlerin yevmiyeleri beş yüz akçe iken şeyhülislam veya müftülerin yevmiyeleri ise bunun beşte biri mesâbesindeydi. Bu dönemde yevmiyesi en yüksek olan zât, Fatih’in de hocası olan, Molla Gürânî’dir ki iki yüz akçe almıştır. Müftü Alâeddin-i Arabî’nin yevmiyesi yüz ve müftü Efdalzâde’nin ise doksan akçeydi. 16. asrın başlarında yaptırılan Bayezid medresesinde müftülerin ders vermesi zorunlu tutulmuştur. O dönemde müftü olan Zenbilli Ali Cemâlî Efendi’nin yüz akçe olan müftülük maaşına elli akçe de müderrislik maaşı eklenerek yüz elli akçe maaş verilmiştir. Kânûnî Sultan Süleyman, Ali Cemâlî Efendi’nin maaşına elli akçe daha zam yapmış ve böylelikle müftülük ve müderrislik maaşı iki yüz akçe olarak belirlenmiştir. Bu maaş Ebu’s-Suûd Efendi’nin şeyhülislam olduğu zamana kadar böyle devam etmiştir.[12]

Ebu’s-Suûd Efendi, İrşâdü Akli’s-Selim isimli tefsirinin bir kısmını Kânûnî’ye takdim etmesi üzerine maaşına üç yüz akçe zam yapılmış ve böylelikle şeyhülislamların maaşı kazasker yevmiyeleriyle eşit duruma gelmiş yani beş yüz akçe olmuştur. Tefsirin bir sene sonra tamamlanmasının ardından yüz akçe daha zam yapılarak şeyhülislamın maaşı altı yüz akçeye çıkarılmış ve hem mânen hem de maddeten kazaskerden daha yüksek bir konum elde etmiştir. Bostanzâde Mehmed Efendi ile birlikte maaş yedi yüz akçeye çıkarılmış, 17. asırda ise şeyhülislamların hazineden sekiz yüz akçe aldıkları belirlenmiştir. Bu durumdan anlaşılacağı üzere şeyhülislamlık müessesesi Ali Cemâlî Efendi ile yükselişe geçmiş ve itibar elde etmiştir. Daha sonra gelen İbn Kemal, Sâdullah Sâdî ve Ebu’s-Suûd Efendi gibi âlimler de bu itibarı korumuşlardır.[13]

Şeyhülislamların mevkilerinin yükselişi kendilerine yüklenen sorumluluk ve vazifelerle de yakından ilgilidir. Öncelikle Şeyhülislam Ali Cemâlî Efendi’ye müftülük vazifesinin yanında Bayezid Medresesi’nin müderrisliği verilmiş ve şeyhülislamlara hem müderrislik hem de Bayezid Külliyesi’nin nezâreti şart koşulmuştur.[14] Bununla birlikte 1574 tarihine kadar müderris, mevâlî ve müftülerin tertip ve telhisleri vezir-i âzamın uhdesinde iken bu tarihten itibaren bu vazifeler şeyhülislama tevdî edilmiştir. Şeyhülislam Ebu’s-Suûd Efendi bu duruma yakınarak “fetva ile meşguliyet vaktimizi alırken bu bârı dahî üzerimize tahmin bize cevrdir” ifadesini kullanmıştır.[15]

Böylelikle kırk akçeden yukarı Hâriç ve Dâhil müderrislikleriyle orduya tâyin edilecek kadılar, vilayet, sancak ve kaza müftüleri, imam, hatip ve müezzinler, Konya’da post-nişîn olan Çelebi Efendi’nin inhâsı üzerine Mevlevî şeyhleri ve mevâlî denilen büyük kadılık ve kazaskerlerin tâyinleri şeyhülislamın uhdesine verilmiştir. Ancak iptidâdan kırk akçeye kadar olan müderrisliklerle kaza kadılıklarının tâyinleri kazaskerlere bırakılmıştır. Kanuna göre şeyhülislam tâyinler hususunda vezir-i âzam ile görüşecek ve anlaştıktan sonra tâyin edilecekleri bir telhis ile vezir-i âzama ulaştıracaktır. Vezir-i âzam vasıtasıyla tâyinler hususunda padişahın iradesi alınacaktır. 16. yy.’nin sonlarından itibaren vezir-i âzam ile görüşüp anlaşmaları sadece kazaskerlerin ve yüksek dereceli mevâlînin atamaları hususunda olmuştur.[16]

Şeyhülislamların bu derece yüksek mevkilerine rağmen devletin siyasî, idârî, askerî, örfî, şer’î, adlî, malî işlerinin görülüp, şikâyetlerin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yer olan Dîvân-ı Hümâyûn’un asıl üyeleri arasına girememiştir. Bu durumun birkaç nedeni olabilir. Öncelikle devletin ilk dönemlerinde yöneticilerin daha çok ulemâdan gelmesi ve bunların şeriat ile örfü ustaca birleştirebilmeleri divanda şeyhülislama ihtiyaç duyulmasını önlemiş olabilir. Dîvân’da yargı yetkisine sahip olmayan şeyhülislam yerine yargı yetkilerini ellerinde bulunduran kazaskerlerin bulunması daha işlevseldir. Ayrıca şeyhülislamın manevi otoritesi vezir-i âzamın hareket alanını kısıtlayabileceğinden dışarıda tutulmuş da olabilir.[17]

KAYNAKÇA

Kaydu, Ekrem, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı” Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, sayı: 2, 1977, s. 201-210.

Kazıcı, Ziya, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul: İFAV, 2016.

Sarıkçıoğlu, Ekrem, “Şeyhülislamlık Makamı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, 1982, s. 197-218.

İmamoğlu, Hüseyin Vehbi, “Kuruluşundan İtibaren Osmanlı Hukukunda ve Devlet Teşkilatında Şeyhülislamlığın Etkinliği”, Genç Akademisyenler İlahiyat Araştırmaları, 2009, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul: İFAV, s. 745-759.

İpşirli, Mehmet, “Şeyhülislam”, DİA, 2010, cilt: 39, s. 91-96.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988. Yakut, Esra, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu ve Bir Şeyhülislam Olarak Musa Kazım Efendi”, Erzurumlu Şeyhülislam Musa Kazım Efendi Sempozyumu, Erzurum, 2014, s. 125-146.


[1] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s. 174.

[2] Esra Yakut, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu ve Bir Şeyhülislam Olarak Musa Kazım Efendi”, Erzurumlu Şeyhülislam Musa Kazım Efendi Sempozyumu, Erzurum, 2014, s. 125.

[3] Yakut, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu ve Bir Şeyhülislam Olarak Musa Kazım Efendi”, s. 126.

[4] Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul: İFAV, 2016, s. 240.

[5] Mehmet İpşirli, “Şeyhülislam”, DİA, 2010, cilt: 39, s. 92.

[6] Ekrem Kaydu, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı” Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, sayı: 2, 1977, s. 202-203.

[7] Kaydu, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı” s. 203-204.

[8] Kaydu, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı” s. 204-205.

[9] Hüseyin Vehbi İmamoğlu, “Kuruluşundan İtibaren Osmanlı Hukukunda ve Devlet Teşkilatında Şeyhülislamlığın Etkinliği”, Genç Akademisyenler İlahiyat Araştırmaları, 2009, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul: İFAV, s. 746.

[10] İmamoğlu, “Kuruluşundan İtibaren Osmanlı Hukukunda ve Devlet Teşkilatında Şeyhülislamlığın Etkinliği”, s. 748.

[11] Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, s. 175.

[12] Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, s. 175-176.

[13] Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, s. 176-178.

[14] İpşirli, “Şeyhülislam”, s. 92.

[15] Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, s. 179.

[16] Uzunçarşılı, “Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı”, s. 180.

[17] Yakut, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık Kurumu ve Bir Şeyhülislam Olarak Musa Kazım Efendi”, s. 131.