İçeriğe geç
Anasayfa » ŞEYTANIN TEMSİLCİSİ BEL’AM GİBİ ÂLİMLER*

ŞEYTANIN TEMSİLCİSİ BEL’AM GİBİ ÂLİMLER*

Allah Zülcelâl’e sonsuz hamdler olsun ki yarattığı varlıklar içerisinde en mükemmel varlık olarak insanoğlunu yaratmıştır.

Allah Teâlâ, insanoğlu dışındaki bütün mahlûkatı onun hizmeti için görevlendirmiş ve insanı da niçin yaratıldığını, Allah’a karşı vazifelerinin neler olduğunu düşünmeye davet buyurmuştur.

İnsanoğlu, içinde bulunduğu karanlıklardan aydınlığa sırf kendi düşüncesiyle kavuşamayacağını da bilmelidir. Çünkü insanlık, tarihin derinliklerinden bugüne, kendisini aydınlığa kavuşturacak şeylerin neler olduğu sorusuna beşerî aklıyla cevap verememiştir. Batıl dinler arasında meydana gelen münakaşa, kavga, dövüş ve savaşlar bu meseleyi halledemediklerinin tarihî ispatıdır.

Allah Zülcelâl dünya içerisindeki sapıklık ve dalalet karanlıklarını aydınlatmak için “Cinleri ve insanları (Beni tanıyıp) sadece Bana kulluk etsinler diye yarattım.”[1] buyurmuş ve bu tartışmaları sona erdirmiştir.  

Allah Zülcelâl Hazretleri, nebi ve rasûllerinin yolundan ayrılan beşerî akıl sahiplerinin çözmek için yıllarını verdiği bu meseleyi; Kur’an-ı Kerim’de çok kısa, muciz ve güzel bir şekilde ifade buyurarak, insanlara ve cinlere konumlarını bildirmiştir.

Bu hakikat karşısında insanın, kendisini yokluk âleminden varlık âlemine gönderen, hayatının devamı için bütün ihtiyaçlarını yaratan ve her şeyi en güzel şekilde kendisine hizmet ettiren Allah’tan ﷻ başka bir varlığa itaat ve kulluk etmesi, akıl dışı bir düşünce ve arayıştan başka bir şey değildir.

***

Günümüz dünyasında insanlık âlemi iki sınıf olarak yaşamaktadır.

Birinci sınıfı teşkil edenler, geçmiş sapık toplumlar gibi kime, niçin ve nasıl itaat edeceğine karar veremeyip, kulluk vazifelerini de hakkıyla öğrenemediği için evvelki toplumlar gibi şaşkınlık, sapıklık ve dalalet içerisinde hayatlarını zayi etmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Yaşayış ve düşünce tarzları da bundan başka bir şey yapamayacaklarını ispat etmektedir. Bunlar manen ölü insanlardır.

Bu sapıklık ve delaletin arkasında babamız Hz. Âdem’in (a.s) ve annemiz Hz. Havva’nın cennetten çıkarılmasına sebep olan ve ebedî olarak da insanın düşmanı olan şeytan vardır.

Allah Teâlâ’ya ﷻ, “Dünya durduğu müddet bütün insanlığı Sana kulluktan uzaklaştırmak için çalışacağım.” diyerek isyan eden şeytan, görevini hiç aksatmadan devam ettirirken; sadece kendi vesvese ve fitneleri ile insanları sapıklaştırmaktan aciz olduğunu anlayınca, insanlardan bazılarını sapıklaştırarak, kendi yerine vazifelendirmiştir.

Şeytanın kendi yerine görevlendirdiği bu insanlar sadece cahil erkek ve kadınlardan olmayıp, toplum içerisinde söz sahibi ve bilgi sahibi olan insanlardan da olmuştur. Bu insanlar günümüzde de bundan sonraki dönemlerde de aynı şekilde varlıklarını devam ettireceklerdir.

Şeytanın görevlendirdiği bu insanların bazısı maddî menfaatleri için insanlığı Allah’a ﷻ kulluktan uzaklaştırmaya çalışırken, bazıları da hiçbir menfaat düşüncesine meyletmeden ateşten yaratılan şeytan gibi şeytanlaşarak, insanlığı cehenneme doğru sürükleme gayreti içerisindedirler.

Rasûlullah Efendimiz ﷺ “Bir gün şeytanlar kürsülerinize çıkıp size hitap etmeye başladığı vakit haliniz ne olacaktır!?” buyurarak görünmeyen şeytanların hilesinin, şeytanın temsilcisi olan insanlardan daha zayıf olduğuna dikkatimizi çekmiştir.

Allah Zülcelâl de Kur’an-ı Kerim’de “Şeytanın hilesi zayıftır.” buyurarak, görünmeyen şeytanın hilesinin zayıf olduğunu bizlere bildirerek, dikkatimizi görünen şeytanlara ve onların hilelerine çekmektedir. Rabbimiz mahşer gününde pişman olanlardan olmamamız için, bizleri Yâsîn Sûresi’nde de açıkça uyararak şöyle buyurmuştur:

“Ey Âdemoğulları! Şeytana itaat etmeyin. Şeytan apaçık sizin düşmanınızdır.”[2]

Şeytanın insanlara olan düşmanlığının; babamız Hz. Âdem’i (a.s) cennetten çıkarmasıyla başladığını bilen insan, yukarıdaki âyet-i kerîmeye muhalefet ederse, hesap günü Allah Teâlâ’nın ﷻ “Şeytana niçin itaat ettin?” sorusuna vereceği cevabı şimdiden hazırlamalıdır. Tabii ki geçerli bir cevap veremeyeceğini de unutmamalıdır.

Tarih boyunca kendilerini çevrelerindeki insanlara ilim sıfatı ile tanıtan Bel’am gibi âlimler, şeytanın temsilcileri olarak çalıştılar, kitaplar yazdılar, konuştular ama insanlara şeytanın onlara verdiği emrin dışında hayırlı tek bir kelime sarf etmediler.

Bu şahıslar kendilerini ilim sahibi zannetseler de cehaletlerinin peşinde sürüklenmektedirler. Kendilerine öncelikle cehaletlerinin seviyesini tespit ederek Hakk’a teslim olmalarını tavsiye ederiz. Çünkü ilmine ve aklına mağrur olan bu insanlar yaratılış gayesini idrak edememişlerdir. 

Allah Zülcelâl Yâsîn Sûresi’ndeki bir diğer ayette ise şöyle buyurmaktadır:

“Şeytan sizden evvelki birçok topluluğu sapıklaştırıp, onları dünyanın korkunç belalarına müptela kılmıştır. Niye akletmiyorsunuz?”[3]

Ayetteki “Niye akletmiyorsunuz?” ifadesi bu hakikatleri idrak edemeyen insanların akl-ı selim sahibi olmadıklarını ifade etmektedir.

Rabbimiz bu âyet-i kerîme ile bizleri insanlık tarihine bakarak, onların başlarına gelen felaketleri düşünüp ibret almaya davet ediyor. Onların başlarına gelenleri biraz düşünmemiz, onların içine yuvarlandıkları felaketten kurtulmamız için bize yeterlidirler.

Allah Zülcelâl bu iki âyet-i kerîme arasındaki diğer bir âyet-i kerîme ile bize niçin yaratıldığımızı hatırlatmak için de “Bana ibadet edin, işte doğru yol da budur.”[4] buyurmaktadır.

Yaratan O, yaşatan O, gördüren O, işittiren O, doyuran O olduğuna göre ibadete layık olan da sadece O’dur.

Verdiği nimetlerin birini alırsa, o nimeti O’ndan başka verecek bir varlık bulunmadığı gibi bulunamayacaktır da. Bir nimeti vermek isterse O’na mâni olacak bir varlık da yoktur. Bundan dolayı sadece Allah’a itaat etmek için yaratılmış olduğumuzu düşünerek yaratılış gayemiz olan Allah’a kulluk görevlerimizi yerine getirmek için gayret edeceğiz. Bu yolda ilerlerken Bel’am bin Bâûrâ gibi yazıp-çizenleri, geçmişteki ve günümüzdeki bu gibi insanları ve eserlerini Allah ve Rasûlü ile aranızdan kaldırıp atın.

Hiç kitap okumasanız bile, Allah Teâlâ’nın sizi yaratıp, kâinattaki bütün varlıkları size hizmetçi kılması eğer sizi uyarmak için yetmiyorsa; size bir şeyler anlatmak isteyenler de zamanlarını zayi etmekten başka bir şey yapmıyorlar demektir.

Konumuzun başında günümüz dünyasında da insanlık âleminin iki sınıf olarak yaşamakta olduğunu ifade etmiştik, buraya kadar sapıklık içerisindekilerin yani manen ölü olanların durumunu anlattık.

İnsanlığın diğer sınıfı ise bu dünyadaki görevinin şuurunda olanlar, Allah’a kulluk etme kararı verenlerdir. Bu insanlar “diri” kabul edilirler. Diri olmasının gereği olarak da yaratılış gayesini yerine getirmeye gayret ederler.

Bahçeye diktiğiniz meyve fidanları uzun kış aylarında soğuk ve karlı günler geçirirken hep dirileceği anı bekler. Güneş ışıkları onu ısıtmaya başlayınca yeşermeye, çiçek açıp, meyve vermeye çalıştığı her akıl sahibince malumdur. Ama hayatı sona eren kuru ağaçlara ne güneşin harareti ne yağmurun bereketi ne rüzgârın güzel esen ikramı ne de sonsuz hayat hazinesi olan toprakla irtibatı bir şey sağlamaz. Çünkü o kurumuştur, çürüyecektir, sonunda da bir ocakta odun olup yanarak vazifesini tamamlayacaktır.

Dikkat edin, işte bu sebeple Allah Teâlâ ﷻ “Ey Habibim, diri olanları uyarasın diye sana Kur’an-ı Kerim’i gönderdim.” buyurarak Kur’an’dan faydalanabilecek olanların ancak diriler yani mü’minler olacağı ifade edilmektedir.

Kâfirler ise kuru ağaç gibidir. Onların akıbetleri cehennem odunu olmaktan başka bir şey değildir.

Şimdi, okuduklarınızı, öğrendiklerinizi ve dinlediklerinizi kararlılıkla düşünün.  Çünkü Allah Teâlâ ﷻ dünya hayatında hayrı ve şerri tercih etme hakkını insana vermiştir. Demek oluyor ki tercihini; Allah’a ﷻ kul olma, heva ve hevesine kul olma veya şeytana kul olma yönünde kullanacak olan, sensin.

Kendi aklınız ve fikrinizle baş başa kalıp, Allah’a ﷻ kulluk görevini yerine getirip getirmediğinizi, Allah’ın ﷻ “Sadece Bana itaat edin!” sedasını duyup duymadığınızın muhasebesini yapınız.

Fatiha Sûresi’nin “Yalnız sana itaat eder, yalnız senden yardım talep ederiz.”[5] âyet-i kerîmesinin manasını anlayıp, kavrayıp, yaşamamızı Allah Teâlâ’dan ﷻ dua ve niyaz ederim.

“Yalnız Sana itaat eder ve Senden yardım dilerim.” diyenlere selam olsun.


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, 07.09.2009 tarihinde, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılardan dokuzuncusudur.

[1] Zâriyat, 51/56.

[2] Yâsîn, 36/60.

[3] Yâsîn, 36/62.

[4] Yâsîn, 36/61.

[5] Fâtiha, 1/4.