Son birkaç asırdır yeryüzünde çile çeken, eziyet gören, mahrum bırakılan insanlara baktığımızda bunların çoğunun Müslümanlar olduğunu görürüz. Biz Müslümanların yaşadığı topraklar fitnelerin, kargaşaların, zulümlerin merkezleri konumundadır. Bitmez tükenmez kargaşalar, kin ve nefret dolu iç savaşlar, asırlar süren sömürülmeler daha çok Müslümanların üzerinde dönüp durur. Bir türlü belimizi doğrultamayız. Giriştiğimiz bütün işleri elimize yüzümüze bulaştırırız. Malımız gasp edilir, evimiz-barkımız yıkılır, namusumuz telef edilir, çoluk çocuğumuz heder edilir, canımız alınır, haklarımız heba edilir ama ne yaparsak yapalım, bunları durduramayız.
Bireysel işlerimizde de durum pek farklı değildir. Giriştiğimiz ticari ve toplumsal işler elimizde kalır. Attığımız adımlar başımıza bela olur. Sıkıntılardan bir türlü kurtulamayız. Bütün dertler adeta bizim üzerimize çöreklenmiş gibidir. Ne yapsak etkili olamayız, nereye dönsek sevinemeyiz.
Bütün bunların sebebi ne olabilir acaba? Oturup kara kara düşünürüz, aklımıza gelen sebepler ve onların çareleri de pek bir işe yaramaz. Çare olarak el attığımız tedbirler de genellikle ayrı bir dert kaynağı olurlar. Bu durumumuzun mutlaka bir çok sebebi ve bu sebeplerin mutlaka bir çıkış yolu var ama ne?!
Bütün konularda olduğu gibi bu durumumuzun sebeplerini ve çarelerini bulma/tespit etme konusunda da her halde Efendimiz (s.a.v)’e kulak vermekten başka çıkış yolumuz yoktur. O, hiç şüphesiz eksik bıraktığımız birçok iş, ihmal ettiğimiz birçok görev olduğunu söyleyecektir bize. Bizi bu durumlara getiren birçok suçumuzu, kusurumuzu, hatamızı ve günahımızı yüzümüze haykıracaktır. Birçok konuda bizleri ayıplayacak ve bizi kendimize getirecek birçok öneride bulunacaktır.
Kuvvetle tahmin ediyorum ki; bize söyleyeceklerinden biri de aşağıdaki kutlu buyrukları olacaktır:
“Sıla-i rahmi terk edenlerin bulunduğu topluluğa rahmet inmez.”[1]
“Sıla-i rahmi terk etme ve azgınlık/zulüm günahları kadar -ahiret azabı ile birlikte- dünya hayatında Allah’ın acele cezalandırmasını hak eden başka günah yoktur.”[2]
Evet, içinde bulunduğumuz acı durumun birçok sebebi vardır. Ancak yukarıdaki hadis-i şeriflerin bildirdiğine göre, bütün bu sebeplerin temelinde Rabbimizin rahmet nazarının bizden uzak olması bulunmaktadır. Rabbimizin rahmet nazarından uzak olmamıza ve hem dünya ve hem de ahirette O’nun çetin gazabına muhatab olmamıza sebep olan günahlarımızın başında yukarıdaki hadis-i şeriflerin bildirdiği akraba ilişkilerini kesmemiz gelmektedir. Rahmet nazarından mahrum olmamız zaten elimizi attığımız her işten hüsranla dönmemizin garantisi olarak bize yetmektedir.
Yukarıdaki hadislerin ikincisinde akrabalarla ilişkiyi kesmenin zulümle birlikte anıldığına dikkat edelim. Akrabalarla ilişkiyi kesmek, zulümle birlikte anılan büyük günahlardandır.
Demek ki; pek önemsemediğimiz ve bundan dolayı zayıf tuttuğumuz akrabalık ilişkileri şu anda yaşamakta olduğumuz birçok sıkıntının arka plandaki sebebi imiş.
Bu ve benzeri hadislere vaazlarda, sohbetlerde, söyleşilerde, makalelerde, kitaplarda, yazılarda ara sıra rastladığımız olmuştur hiç şüphesiz. Ancak rastladığımızda aklımıza hemen akrabalarla ilişkilerimizi soğuk tutmamızın bizce haklı birçok sebebi arka arkaya dizili verir zihnimize. “Falan akrabam bana haksızlık yaptı, aleyhimde dedikodu yaptı, bana saygısız davrandı, beni ciddiye almadı, ben ona iyilik yaptım ama o bunu bilmedi aksine bana kötülük yaptı, benimle ilişkisini kesti, bana kötü davrananla, bana zarar verenle, benimle ilişkisini kesenle ilişkimi devam ettiremem, vs.” veya
“Filan akrabamın İslam’dan uzak bir yaşantısı var, şu şu haramları işleyen o akrabam ile ilişkiye devam edemem, o günahkâr, o cehennemlik, o ahlaksız, o kâfir vs.”
ya da
“Çok meşgulüm, işlerim başımdan aşmış, onlarla ilişki için hiç vaktim yok, gece gündüz çalışıyorum, Müslümana para lazım vs.” gibi kendimizce çok haklı gerekçeler dizilir zihnimize. Akrabalarımızla ilişkilerimizi kesmemizin bin bir haklı gerekçesi vardır bizce. Ama bu gerekçelerimizin Allah ve Resulü nazarında ne kadar haklı bulunduğunu hiç düşünmeyiz. Bu akşam ömrümüz bitip ölecek olsak, Rabbimizin huzurunda sıralayacağımız bu gerekçelerin hangisinin geçerli sayılacağının hesabını asla yapmayız. Çünkü biz kendimizce çok haklıyız. Âlemlerin Rabbi’nin çok önem verdiği bu farzı terk etmemize hangi sızlanmamız mazeret olarak kabul edilecektir?
Sakın akrabalara iyilik etmek de farz mıdır ki diye düşünmeyelim. Allah Rasûlü’nün, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve Edebu’l-Müfred’de rivayet edilen şu hadisindeki ifadesine bakalım:
Küleyb İbn-i Menfa’a anlatıyor: “Dedem Bekr ibn-i Haris, Hz. Peygamber’e sordu: “Ya Rasûlallah kime iyilik edeyim?” Hz. Peygamber (s.a.v): “Annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine iyilik etmen bir haktır ve vaciptir. Ayrıca yakınlarına da..”
İsterseniz sık sık duyduğumuz halde pek idrak etmediğimiz şu ayetlerin bize ne emrettiğini algılamaya çalışalım:
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”[3]
“Akrabaya, yolcuya ve yolda kalmışa haklarını ver. Saçıp savurma”[4]
“Demek ki yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız öyle mi?!”[5]
Rabbimizin bu emirlerini ihmal etmemize yukarıda sıraladığımız gerekçeler acaba mazeret olabilecek mi?
Rasûl-i Kibriya’ya kulak vermeye devam edelim:
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor:
“Bir adam, Hz. Peygamber (s.a.v)’e geldi ve şunları söyledi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim akrabalarım var. Onlara varıyorum ama onlar benimle ilişkiyi kesiyorlar. Onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyor. Bana kötü sözler söyleyip cefa ediyorlar. Ben ise onların bu yaptıklarına tahammül ediyorum.” Bu anlattıkları üzerine Hz. Peygamber ona şöyle dedi: “Eğer durum anlattığın gibiyse, sen böyle davranmaya devam ettikçe onlara karşı Allah’tan bir yardımcı daima seninle olur.” [6]
Görüldüğü gibi Efendimiz (s.a.v), akrabaların kötülüklerine rağmen onlarla iyi ilişkilere devam etmemizi istediğini açıkça ifade etmektedir. Kendisine yakınan sahabeye, “Madem öyle yapıyorlar sen de onlara gitme, iyilik yapma. İlişkiyi kes!” buyurmuyor. Tam aksine yaptığı fedakârlığın karşılığında Allah nazarında kazandığı konumu bildiriyor. Bu durumda, “Falan akrabam bana haksızlık yaptı, aleyhimde dedikodu yaptı, bana saygısız davrandı, beni ciddiye almadı, ben ona iyilik yaptım ama o bunu bilmedi aksine bana kötülük yaptı, benimle ilişkisini kesti, benimle ilişkisini kesenle ilişkimi devam ettiremem, vs.” gibi mazeretlerin haklılık payı kalmamaktadır. Bütün kötülüklere rağmen onlarla iyi ilişkilere devam etmemiz emredilmektedir. Akrabalarla iyi ilişkilere devamı emreden ayet ve hadislerde “Onlar size zulmederlerse iyilik yapmayabilirsiniz.” şeklinde bir istisnanın bulunmayışı, her şart ve her durumda akrabalarla iyi ilişkilere devam edilmesi gerektiğinin açık delili değil midir?
Ayrıca şu hadis-i şerif bu hususu daha açık olarak ortaya koymaktadır:
Abdullah b. Amr anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kendisiyle iyi geçinenle iyi geçinmek sıla-i rahim görevini yerine getirmek değildir. Akrabalık bağlarının kesilmesi durumunda ilişkileri canlı tutmak sıla-i rahimdir.” [7]
Evet, iyilik yapana iyi davranmak marifet değildir. Efendimizin bizlere emri, kötülüğe rağmen iyi ilişkilere devam etmeye gayret etmemizdir.
Mazeretlerimizin bir başkası ise, akrabalarımızın gayri İslâmî yaşantılarıdır. Bazı günahları işliyor olmalarını gerekçe göstererek akrabalarımızla ilişkilerimizi gevşek tutarız. Bizce onlar günahkârdır, kâfirdir, müşriktir. Bu yüzden onlardan uzak dururuz. Acaba bu gerekçemiz de Rabbimiz nazarında geçerli bir gerekçe midir?
Şu habere kulak verelim:
Abdullah ibn-i Ömer anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) babam Ömer’e, sarı renkli alacalı ipek kumaştan yapılmış bir elbiseyi hediye olarak verdi. Bu hediye üzerine Ömer (r.a) Hz. Peygamber’e, “Ya Rasûlallah! Bunu bana verdin ama bizlere, “Böyle bir elbiseyi ancak ahirette nasibi olmayanlar giyer.” demiştin.” diyerek konuyu anlamaya çalıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) ona şu açıklamayı yaptı: “Ben onu sana, sen giyesin diye hediye etmedim. Satasın veya başka birine giydiresin diye hediye ettim.” Bu açıklama üzerine babam Ömer o elbiseyi müşrik olan anadan kardeşine hediye etti.”[8]
Yukarıdaki hadiste, kendisine hediye verilen şahsın bir müşrik olduğu açık olarak ifade edilmektedir. Ayrıca o hediyeyi gönderen kişi, İslam’ı bizden çok çok daha iyi anlamış bulunan ve bizden çok çok daha iyi yaşayan, hakkı bâtıldan fark edebilmenin zirvesi olan Hz. Ömer (r.a) Efendimizdir. O büyük sahabe, bir müşrik olan akrabasına elbise hediye etmiştir. “O müşrik, o kâfir, o Allah düşmanı, ne hediyesi?” dememiştir. Demek ki; bizim “Filan akrabamın İslam’dan uzak bir yaşantısı var, şu şu haramları işleyen o akrabam ile ilişkiye devam edemem, o günahkâr, o cehennemlik, o ahlaksız, o kâfir vs.” gibi mazeretlerimiz geçerli olmayacaktır.
Bu mazeretlere göre çok daha seviyesiz duracak olan “Çok meşgulüm, işlerim başımdan aşmış, akrabalarla ilişki için hiç vaktim yok, gece gündüz çalışıyorum, Müslümana para lazım vs.” mazeretinin sözünü etmemizin anlamı olmayacaktır.
Sıla-i rahmi terk edenin dünya hayatındaki cezasını bildiren hadislerin yanında akrabalarıyla iyi ilişkiler içinde bulunanlara dünya hayatında verilecek kazançları bildiren hadisler de, giriş paragrafımızda yakındığımız hususlarda bizlere yol gösterici olmaktadır. İşlerimizin bereketlenmesi, sıkıntılarımızın kalkması, çalışmalarımızdan sonuçlar almamız konularında sıla-i rahmin etkisini bildiren şu hadisler konu açısından dikkat çekicidir:
Hz. Aişe (r.anha) rivayet ediyor: “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Rahim Allah’ın rahmetinin eseridir. Kim akrabalarına iyilik ederek onun hakkını yerine getirirse Allah ona ihsan eder. Kim de onu keserse Allah da ondan ihsan ve rahmetini keser.” [9]
Hz. Enes ibn-i Malik bildiriyor: “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isteyen sıla-i rahim yapsın, akrabalarıyla iyi ilişkilerine devam etsin” [10]
Yazımızın başında, sıla-i rahmi terk etmenin dünyevi cezasını bildiren hadislerden birini vermiştik. Ama bu günahın cezası sadece dünyada verilen ceza ile bitmez. Bu günahın, insanın kanını donduran ahiret cezasını bildiren şu hadis-i şerif ile yazımızı bitirelim:
Cübeyr ibn-i Mut’ım bildiriyor: “Rasûlullah’ın, “Sıla-i Rahmi terk eden Cennete giremez” buyurduğunu işittim ”[11]
[1] İmam Buharî, Edebu’l-Müfred, Hadis no: 63; el-İsabe, Cild: 2 Sayfa:271.
[2] İmam Buharî, Kitabu’l- Edeb, Bab: 15; Edebu’l-Müfred, Hadis no:68; Ebû Dâvud, Kitâbu’z-Zekat, Bab: 45; Hambel, Müsned, Hadis no: 6524, 6817, 6785.
[3] Nahl, 16/90.
[4] İsra, 17/26.
[5] Muhammed, 47/22.
[6] Müslim, 45 Kitabu’l-Birr, 22. Hadis; Müsned-i Ahmed b. Hambel, cilt: 2, sayfa: 300, 7979. Hadis; Edebu’l-Müfred, 53. Hadis.
[7] Sahih-i Buharî, Kitâbu’l-Edeb, 15. Bâb; Edebu’l-Müfred, 68. Hadis; Ebû Dâvud, Kitabu’z-Zekat, 45. Bab; Müsne-i Hambel, Hadis no: 6524, 6817, 6785.
[8] Sahih-i Buharî, Kitâbu’l-Cum’a, 7. Bâb; Müslim, Kitâbu’l-Libasu ve’z-Zîneh, Hadis no: 6, 7, 8, 9.
[9] Müslim, Kitabu’l-Birr, 17. Hadis.
[10] Buhari, Kitabu’l-Edeb, 12. Bâb; Müslim, Kitabu’l-Birr, 20. Hadis; Ebu Dâvud, Kitabu’z-Zekât, 45. Bâb.
[11] Buharî, Kitabu’l-Edeb, 11. Bâb; Müslim, Kitabu’l-Birr, 18-19. Hadis; Ebu Dâvud, Kitabu’z-Zekât, 45. Bâb.