Yerilmeye en lâyık, sakınmaya ve özellikle toplum hayatında kökleşmemesi için emek harcamaya mecbur olduğumuz kötü huyların en önemlilerinden biri de, riyâ denilen ikiyüzlülüktür. Riyâ gizli bir virüs gibidir. Çoğu kez insan, riyâ yaptığının farkına bile varamaz. Hadiste geçen ifadesiyle “debîbü’n-neml”, yani gece yürüyen karıncanın izi gibidir, hissedilmesi neredeyse imkânsızdır. Başlangıçta küçük görünür ama işleye işleye büyür ve büyük günah hâlini alır.
Riyâkârlıkta en belirgin özellik, birbirine zıt iki hayat sergilemektir. Allah için çalışıp karşılığını insandan beklemek, iki zıttı bir arada tutmaktır. Yani riyâ bir inanç sorunu ve hastalığıdır; hile, yalan, desise ve aldatmadan ibarettir. Riyâkar bir kimse, birden fazla lisan, birden fazla yüz ve bir o kadar da kalp taşımaktır.
Riyâkâr insan, aynı anda kendisini iki şahıs olarak gören şizofren hastasını andırır. Ya da bir piyes oyuncusunu hatırlatır. Oyuncu, biri sahnede, diğeri de dışarıda olmak üzere, iki kişilik sergiler. İnsanlardan korkmayı Allah’tan korkmaya, insanların rıza ve hoşnutluğunu Allah’ın hoşnutluğuna tercih eder. Süflî emellerini elde edebilmek için her kılığa girebilir. Zaman ve zemine göre, onu sarık ve cübbe içinde, mihrapta, bazen de kravatıyla kürsüde nutuk atarken görmek mümkündür. Onun dini, rengi, dava ve mezhebi belli değildir. O, izzeti İslam’da değil; makam, mal, bölge ve renkte bilir. Çıkarları için inkârcıları mü’minlere tercih eder.
Riyâkâr, zor ve çetin günlerin insanı değildir. Her zaman değişik ve ilginç mazeretler öne sürerek İslamî hizmet ve faaliyetlerden uzak durur. Din ile dünyalık elde etmeye çalışan ve daldan dala konan bir avcıdır. İslamî çözüm ve projelere inanmaz; hatta hafife alır. İslam birliği ve vahdete inanmaz onları ütopya olarak niteler. Müslümanların başarılarına üzülür, yenilgilerine sevinir. Riyâkârlar cüsse ve taylasanlarıyla Müslümanlarla beraberdirler ama niyet ve kalpleriyle ise onlara muarızdırlar.
Samimiyete önem veren İslâm nazarında riyâ, bir nevi şirktir. Çünkü hayırlı ameller Allah için yapılacakken dünyevî bir menfaat için yapılınca, o menfaat, Allah yerine konmuş olmaktadır. Rasûlullah (sav), şirkin bu çeşidine şirk-i hafî demiştir, yani gizli şirk. Hadis-i şerifte; “Riyânın en azı da şirktir.” buyrulmuştur. Rasûlullah (s.a.v)’ın riyâya karşı uyarısı çoktur. Bunlardan biri de şöyledir: “Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Gerçi onlar puta tapacak değiller; güneşe, aya, taşa da tapacak değiller. Fakat amellerinde riyâkarlık yaparlar, Allah için işlemezler.” Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: “Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır.
İyi ve samimi bir Müslüman, riyâdan sürekli olarak kaçınmakla mükelleftir. Bu huyu, vazgeçilmez bir tabiat halinde hayatları boyunca sürdürenler, foyaları meydana çıkınca her iki dünyada da perişan olacaklardır. Nihayetinde kıyamet gününde iki yüzlülüklerinin cezalarını göreceklerdir.
Riyâ, amelleri yakıcı, Allah’ın nefretine sebep olan ve helak edici en büyük tehlikelerden biridir. Bu vasıfta olan bir şeyi ciddi bir çalışma ile kaldırmaya gayret göstermeliyiz. Bu çalışma nefisle mücadelede, nefse yüklenen zorluklara katlanmakla olsa dahi yapılmalıdır. Toplumlarda düzenin bozulmasına, ferdin kendi yararı için gerçekleri değiştirerek ve inanmadığı şeyleri söyleyip yaparak ahlâkın tereddîye uğramasına yol açan bu kötü huydan mutlaka kurtulmalıyız.