İçeriğe geç
Anasayfa » SOSYAL HAYATTA MİHENK TAŞLARIMIZ

SOSYAL HAYATTA MİHENK TAŞLARIMIZ

Yüce dinimiz İslam, hem bireysel hem de toplumsal yaşamı düzenleyen bazı emir ve yasaklar getirmiş ve bunlara uyulmasını emretmiştir. Bunlarla beraber insanların faydasına olacak, aralarındaki ilişkileri düzenleyecek ve böylece toplumsal birlik ve beraberliği sağlayacak tavsiyelerde bulunmuştur. Peygamber Efendimizin x örnek hayatıyla başlayan bu süreç, İslam’ın yayılmasıyla genişlemiş ve günümüze kadar gelişerek karşımıza sosyal hayatta ölçü olarak kabul edebileceğimiz davranışları çıkarmıştır. Günlük hayatta farklı vesilelerle ifade ettiğimiz ahlak, değer, edeb ve âdab-ı muaşeret gibi kavramlar da Müslümanların halis niyetlerini ve birbirleriyle kurdukları sağlıklı ilişkileri yansıtan birer mihenk taşı olmuştur.

Bir kişinin Müslüman olması, mümbit bir toprağa tohumun atılmasına benzer. Tohum zamanla filizlenir ve kök salmaya başlar. Gelişir, gövdesi ve dalları oluşur. Kök, gövde ve dalları besleyip güçlendirirken, gövde ve dallar da kökün sağlam kalmasını sağlar. Böylece karşımıza güzel bir ağaç çıkar. Bu ağacı daha da güzel kılan yaprakları ve onların arasında yer alan meyveleridir. Onun insanlar tarafından en çok hoşa giden kısmı gölgesi, kokusu ve tadıyla insanlara sunduğu yiyeceklerdir. Bundan dolayı örneğin ayva, elma, erik gibi bir bitkinin adı anıldığında ilk akla gelen onun meyvesi olur. İslam ağacının kökleri iman, gövde ve dalları ise ibadetlerdir. İman, ibadetlerin ortaya çıkmasını sağlayıp onu güçlendirirken, ibadetler de imanı güçlendirir. Tüm bunların sonunda da karşımıza güzel ahlak çıkar. Güzel ahlakı iman ile tohumu atılan ağacın meyvesi olarak düşünebiliriz.

Allah’a inanan, inancının bir gereği olarak da ibadet eden bir Müslümanın davranışları da güzelleşir. Örneğin, namazlarını vaktinde ifa etme, zamana riayet etmeyi; oruç, gün boyunca yeme ve içmeden uzak durabilmeyi, kırıcı söz ve davranışlardan kaçınmayı; zekât ve kurban, sevdiği şeylerden verebilmeyi, ikram etmeyi ve cömert olmayı öğretir. Bu durumda da insan farkında olsa da olmasa da üzerinde ahlâkî güzelliklerin görüldüğü ve çevresini etkilediği birisi olur.

Hayatın bir gereği olarak, kendi özel yaşam alanının dışına çıkmaya başlayan insan, toplumla temas etmeye başlar. İnsan ilişkilerinin ön plana çıktığı böyle bir ortamda konuşmasıyla, giyim kuşamıyla, yürümesiyle, yemek yemesi ve selamlaşmasıyla, yaptığı yolculuklarla, jest ve mimikleriyle, kısacası bütün söz ve davranışlarıyla anlam ve değer kazanır. Şüphesiz ortaya koyduğu söz ve davranışlar da kendi inancının, iç dünyasının, eğitim düzeyinin, hayata ve insanlara yüklediği anlamın dışa yansımasıdır. Bu bir anlamda küpün içinde var olanın, küpün dışına taşmasıdır.

İnsanların bir arada yaşamalarında, birbirlerine bağlanmalarında maddî etkenlerden daha çok manevî bağlar ön plandadır. Değerlerin kaybolduğu, aktarılmadığı bir toplum günden güne erir. Çünkü değerler, insanlara kendi menfaatlerinden vazgeçerek, diğer bireylerle ortak bir paydada buluşabilme imkânı verirler. Aynı zamanda bireylerin günlük hayatlarını kolaylaştırıcı bir rol oynarlar. Bayram münasebetiyle büyüklere yapılan bir ziyaret; fakire ulaştırılan bir parça kurban eti; komşuların bir arada gelerek içtikleri birer fincan kahve; toprağa dikilen bir fidan; iki kişi arasında arabuluculuk etme şeklinde sıralanabilecek yüzlerce örnek gözle görülen ihtiyaçların giderilmesinin fevkinde; insanlara ümit ve yaşama sevinci vererek, değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan bir köprü olmaktadır.

Sahip olduğumuz inanç, asırlardır farklı coğrafyalarda farklı toplumlar tarafından kabul görmüş, yaşanmış ve karşımıza insanî değerler olarak büyük bir birikimi çıkarmıştır. Bu birikim geçmişte ve bugün insanlığa değer kattığı gibi, kişinin Rabbiyle kurduğu iletişimin gücüne bağlı olarak gelecekte de hayat bulmaya devam edecektir. Bu bağlamda adalet, hikmet, vefa, merhamet, dostluk, paylaşma, yardımlaşma, iffet gibi sayılabilecek onlarca değer insanların hissettikleri, yaşadıkları ve hayatlarında uyguladıkları birer ilke olmuştur. Bu değerler insanların hayatlarına yön verirken, karşımıza İslam kültür ve medeniyetinin seçkin örneklerinin çıkmasını da sağlamıştır. Örneğin darüleytam, darülaceze, darüşşifa, imaret, kervansaray, sebil ve hamam gibi eserleri meydana getiren sevgi, merhamet, paylaşma, misafirperverlik, cömertlik ve yardımlaşmaya olan inanç ve bunların hayata aktarılmasıdır.

“Edeb” veya çoğulu olan “âdab” yaratılmışların en üstünü olan ve hayatın merkezinde bulunan insanın, başta Yüce Yaratıcısı olmak üzere, insanlarla, hayvanlarla, çevreyle ve eşyalarla ilişkisini düzenleyen temel bir kavram olarak karşımıza çıkar. Çünkü “edeb/âdab” yapılacak işin, söylenecek sözün, sergilenecek tavrın, gösterilecek hassasiyetin, ortaya konulacak yaklaşımın ölçüsünü belirler, usulünü öğretir. Bugün sahip olduğumuz teknolojik imkânlardan yararlanarak bir tarama yaptığımızda da, ilmî alanda kitap ve makaleler başta olmak üzere “âdab” başlığı taşıyan yüzlerce çalışmaya ulaşırız. Yolculuğun, konuşmanın, sohbet etmenin, selamlaşmanın, ticaretin, tenkid etmenin, tartışmanın, duanın, yürümenin …vb. âdabına ilişkin müstakil eserlerle karşılaşırız. Bu da “edeb/âdab”ın günlük yaşamımızdaki yaygınlığını ve daha da önemlisi işin kendisinden önce yapılma biçiminin taşıdığı anlamı gösterir.

İnsanın sosyal bir varlık olması, diğer insanlara bakan bir yönünün olması âdab-ı muaşeret kavramını ön plana çıkarmaktadır. İnsanların çevresiyle olan ilişkilerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi ancak belli kurallara uyulmasıyla mümkündür. Alışverişten evliliğe, meslekî çalışmalardan trafiğin işleyişine kadar günlük hayatın her alanında bunlara ilişkin bazı düzenlemeler karşımıza çıkar. Ancak bu ilişkilerimiz sadece kanun ve yasalarla gerçekleşmez. Bunların ötesinde daha içten gelen ve insanî ilişkilere güç katan, birlikte yaşama arzusu kazandıran ve hayatı huzurlu kılan uygulamalar da vardır. Ceza müeyyidesi olmayan, yazıya geçirilmemiş, ancak yaşanılarak nesilden nesile aktarılmak suretiyle karşımıza çıkan bu kurallar âdab-ı muaşereti oluşturur. Adab-ı muaşeret, barış içinde ve birbiriyle uzlaşarak yaşamayı, sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder.

Yüce Yaratıcımızın biz insanoğluna yüklediği anlam ve sahip olduğumuz özellikler özümüzü muhafaza ederek, bulunduğumuz her ortamda iyiliği ve güzelliği yaşayan ve yaşatan bireyler olmamızı gerektirmektedir. Bizler için sosyal hayatın içinde olmak ve inşa etmek bir tercih değil, bir zorunluluktur. İnsan ilişkilerinin arttığı ama insanî değerlerin azaldığı, ölçüsüzlüğün rağbet gördüğü ve duyguların suiistimal edildiği günümüzde; inancımıza ve onun etrafında oluşan anlam dünyasına daha da sıkı sarılmaya ihtiyacımız var. İnanıyoruz ki, tohumlar filizlenecek, kök salacak, gövdesi ve dallarını geliştirerek ulu birer ağaç olacaklar. Gölgeleriyle ve yapraklarının arasından sundukları güzel meyvelerle çevrelerini güzelleştirecekler. Yeter ki bizler, onların ihtiyacı olan şartları sağlamak için gerekli mücadeleyi terk etmeyelim.