İçeriğe geç
Anasayfa » SÖZ VE DAVRANIŞLARDA YORUM FARKLARI

SÖZ VE DAVRANIŞLARDA YORUM FARKLARI

Siyasîlerin “Yanlış anlaşıldım.” dedikleri, “Kastı aşan ifadeler” diye açıklamalar getirdikleri, kaynananın geline batan sözleri, gelinin kaynanayı rahatsız eden davranışları, hanımın kocasını kızdıran söz veya davranışları, kocanın hanımını çıldırtan hareket veya lafları bütün bunları konuşanların yaşına, eğitim durumuna, sosyal mevkiine, bulunduğu makama göre değerlendirirsek insanların kendilerini boşuna üzmeleri de ortadan kalkar.

Bizler, Allah’tan başka hiçbir kimseye yaranma yarışına girmeyelim.

Birine yaranırsanız, öbürüne batan işler yapar veya sözler söylersiniz.

Ayetin ifade ettiği gibi “güzel ve doğruyu yapmaya ve söylemeye”[1] dikkat ediniz. Gerisine karışmayınız.

Buyurun size örnekler:

Hocaefendi, oğluna ders vermek için oğlunu alır, ahırdan eşeğini de alır üzerine biner ve yola koyulur. Karşıdan gelenler: “Adamdaki merhametsizliğe bak. Küçücük yavrusunu yürütüyor, kendisi eşeğe binerek gidiyor.” derler. Hoca eşekten iner ve oğlunu bindirir. Karşıdan gelen yolcular: “Saygı denen şey kalmamış. Gencecik oğlu eşeğe biniyor, ihtiyar babasını yürütüyor.” derler. Bu defa hoca da eşeğe biner. Karşıdan gelen yolcular: “Yazık eşeğe. Ağzı var dili yok. Baba oğul utanmadan ikisi birden eşeğe binmişler, merhametsizler.” derler. Bunun üzerine ikisi birden inmişler bu sefer de karşıdan gelenler: “Bre adamlar, Allah bu eşeği binmek için yarattı.” diye ayıplarlar.

***

Irmağı geçmek isteyen biri karşıdakine sormuş “Karşıya nasıl geçebilirim?” demiş. Karşıdaki bencil adam cevap vermiş: “Karşıdasın ya!”

Peki, kim karşıda?

Herkesin durumuna göre karar vermesi, karşı taraftan görüneni hesaba katmaması toplumda bunalım meydana getirir.

***

Sanatçı ruha sahip insanlara göre kelebekler dünyanın en zararsız, en sevimli yaratıklarıdırlar.

Çiftçiye göre ise, elmalarının üzerine yumurta bırakan ve meyvelerini kurtlandıran ve milyarlarca zarar veren ipek elbiseli canavardırlar.

Şair, çiçeklerin solmasına üzülür, çitfçi ise çiçeğin dökülmesiyle meyvenin görülmesine sevinir.

***

Aynı olay karşısında babanın, annenin, oğlun görüşleri ayrı olabilir.

Emekli bir öğretmen, hanımı, oğlu ve gelini yolda yürürlerken, emekli babasının üşüdüğünü gören oğlu, paltosunu çıkarır, babasına giydirir.

Baba paltoyu iyice bir koklar. Gelin, merak eder ve kocasına: “Baban paltoyu niçin kokladı?” deyince kocası: “Babam paltoya el koydu.” der.

Gelin, kaynanasına: “Babam paltoyu niçin kokladı?” der. Kaynana: “Paltoda evlat kokusu var da ondan.” der.

Gelin kaynatasına: “Baba, paltoyu niçin kokladın? Niçinini en iyi sen bilirsin.” der.

Emekli öğretmen: “Paltoda sigara kokusu var.” diye cevap verir.

***

Cübran Halil Cübran anlatıyor:

Kral hanımına: “Sen kraliçeliğe lâyık biri değilsin.” der. Kraliçe de: “Sen de senden önce geçen şaşkınların yankısından başka bir şey değilsin.” diye cevap verince kral, elindeki saltanat asâsını kraliçenin kafasına vurur ve kafasını kanatır. Bunu gören hizmetçibaşı: “Aman kralım sen ne yapıyorsun? Bu asâ, büyük bir sanatkârın sanat eseridir. Siz ölüp gideceksiniz ama bu asâ, sanat eseri olarak nesilden nesile kalarak devam edecek. Ama çok şükür ki kırılmadı. Hatta kraliçenin kanıyla daha fazla değer kazandı.” der.

Kralın gözünde önemli olan krallığı ve onun temsili.

Kraliçenin gözünde önemli olan onun kadın olması.

***

Herkes yaşı, kültürü, bölgesi, hissiyâtı, gurup gayreti, millî gayreti doğrultusunda değerlendirmeler yapar.

Hava bulutlanınca köpeğe sormuşlar ne olacak?

Köpek: “Gökten kemik yağacak.” demiş.

Kedi: “Fare yağacak.” demiş.

Bülbül: “Gül yağacak.” demiş.

Çiftçi: “Yağmur yağacak.” demiş…

Yedi milyar insanın yedi milyar parmak çizgisi olduğu gibi yedi milyar karakter çizgisi vardır. Yedi milyar ayrı görüş olması da çeşitliliktir. Herkes görüşünü pazara sürsün.

Yedi milyarı yaratanının Kur’ânı ise mihenk taşı gibidir. Ona uyanları alırız, uymayanları bırakırız o kadar.

***

Baktığınız yerin önemi olduğu gibi baktığınız şey de, baktığınız şeyin kullanıldığı yer de önemli.

Ceviz ağacının yarısından tabut yaparsınız size sevimsiz gelirken, diğer yarısından kütüphane yaparsınız bu sefer size çok sevimli gelir.

Baktığımız eşyanın durumu da bizi yönlendirir.

Hatta tabuttan korkan insanlar olduğu gibi “Beni Rabbime götüren tahta at” diye onu sevimli bulanlar da olur. Bu sefer de eşyayı değerlendirmede insanların inançları devreye girer.

Çelebizâde Şeyhulislâm İsmail Efendi: “İyi ile kötü, bulunduğu duruma göre belirlenir. Mesela okun doğru olması, kılıcın ise eğri olması iyidir, doğrudur.” anlamında:

“Nîk (iyi) ü bed (kötü) her vasıf olur zâte nisbetle kemâl

Doğruluk nâvekte (okta) hoştur, eğrilik şemşîrde (kılıçta)” diyor.

İyi insanla kötülük yapan insanı birlikte görürsen hemen ikisinin de hakkında aksi yönde karar verme. Ok ile yayın bir atımlık beraberliği vardır. Bu beraberlikte ok, doğruluğundan bir şey kaybetmez, yay da eğriliğinden bir şey kaybetmez ama ikisinin beraberliğinden iş biter.

İmam minberden konuşurken cemaat sessizce dinlerken, cami dışında cemaatle imam birçok konuda tartışmaya girerler. Kahvedeki sandalye ile camideki mihraptan konuşmak hiçbir zaman aynı değildir. Onun için “Makâma göre makâl, makâle göre makâm vardır.” demişler. Yani, her sözün bir yeri olduğu gibi her yerin de bir sözü vardır.

***

Sözlerin, söylendikleri şeye, söylendiği zamana, zemine göre manası değişir. Mesela, “Sana benim gözümle bakmayanın gözlerini oyarım.” diyen şairin bu şiirini “bayrak” için söylediğini öğrendiğimizde bayrağa yan gözle bakan düşmanları kastettiğini anlarız.

“Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun.” diyene ne diyeceğiz? Şaire, kasdını sorduğumuzda, kastettiğinin kendi sevgili eşi olduğunu öğrenir ve ona bakanların, kardeşçe, dostça, babaca, annece bakabileceğini ama eş olarak bakamayacağını öğreniyoruz.

Karacaoğlan:

“Ağalar, ben bir güzel gördüm

Cennet kadını kadını

Desem dile destan olur

Demem adını adını” diyor ve sevdiğinin adını bile dillerden kıskanıyor.

Ama Taşlıcalı Yahya’nın sevdiği, bütün sevgilileri yaratan Allah (cc) olduğundan, herkesin onu sevmesini ve herkesin O’nun adını söylemesini istemektedir:

“Kâşki sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihân

Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa”

Yani: Keşke benim sevdiğimi bütün insanlar sevseydi de, herkesin anlattığı o olsaydı, diyor.

Ariflerden biri, “Men arafellâhe kelle lisânühü / Allah’ı bilenin dili yorulur/susar.” diyor.

Bir diğer ârif ise “Men arafellâhe tâle lisânühü / Allah’ı bilenin dili uzar/çözülür, gördüğü hikmetleri anlatmaya başlar.” diyor.[2]

Hallâc-ı Mansûr “Ene’l-Hakk” dedi, birçok ilim adamı ve tasavvuf erbâbı onu evliyânın baş tâcı yaptı, Firavun “Ene Rabb” dedi, Kur’ân-ı Kerim’de kâfirliği ilan edildi.

***

“Ser verip sır vermeyen” memurlar olduğu gibi vatanı on beş kuruşa satanlar da vardır.

“Esrâr”, kelimesi “sır” kelimesinin çoğuludur.

Server Baba:

“Esrâr sırrın cem’idir

Sır tutarız dervişiz

Dalga duman esrârla

Mertebeye ermişiz.” demiş.[3]

Siz, siz olun bu dörtlükten, sır saklayan bir derviş, çıkarmayın.

On dokuzuncu yüz yılın ortalarında esrarkeş bir adam olan Server Baba’nın hapishanede yatarken yazdığı, esrar’ı öven bir şiiridir.

“Kur’an, çağ dışıdır.” diyen kâfir olurken, “Kur’an, çağlar üstüdür.” diyen Müslümanlığını ilan etmiş olur.

Siz, sözü söyleyene, söylenene, söylendiği zamana, mekâna, kime söylendiğine, niçin söylendiğine dikkat ediniz.

***

Caddenin karşı tarafına dikkatle bakan birini gören üç kişi kendi aralarında konuşurlarken birincisi: “Bu adam karşıdaki dövizci dükkânının levhasından döviz fiyatlarını okuyor.” der. İkincisi: “Hayır, karşıdaki dönerciye bakıyor.” der. Üçüncüsü de: “Bana göre vitrini düzenleyen kadına bakıyor.” der.

Aslında herkes kendisini ele verirler. Üçü birden gerçeği adamdan öğrenmek isterler. Adam: “Gözlerim görmüyor. Hanım pazara gitti. Ben burada onu bekliyorum.” der.

***

Aslını bilmediğiniz konularda düşünmeden yorum yaparsanız önce kendinizi kandırırsınız.

İnternet sitelerinde dolaşan bir hikâyeye göre Fizikçi, Kimyacı, Matematikçi, Jeolog ve bir Antropolog kır gezisinde iken köyden epeyce uzaklaşırlar. Yağmur bastırınca sığınacak yer ararlarken duman tüten bir yer görürler ve içeri girerler. İçeride kimse yoktur. Odanın tam ortasında yüksek bir taş üzerinde yanmakta olan sobadan ısındıktan sonra akılları başlarına gelir ve sobanın niçin yükseğe konulduğu konusunda yorum yapmaya başlarlar.

Fizikçi, ev sahibinin fizikten anladığını, konveksiyon yoluyla evin kısa zamanda ısınmasını sağladığını söyler.

Kimyacı ise aktivasyon yoluyla sobayı daha kolay yakmayı sağladığını der.

Matematikçi, ev sahibinin geometriden anladığını sobayı evin geometrik merkezine koyduğunu söyler.

Jeolog ise bulunan yerin hareketli deprem bölgesi olduğunu, depremde yangın çıkarmasın diye taş üzerine soba kurduğunu söyler.

Antropolog da ateşe tapanlardan kalma ateşe saygı için sobayı yükseğe kurduğunu iddia eder.

Sonradan, ev sahibi gelince niçin sobayı yükseğe kurduğunu sorduklarında: “Boru yetmedi de ondan.” diye cevabını alırlar.

***

Soğuğun iliklerine kadar işlediği adamın üşümesini, üzerine atılan yedi yorgan durduramaz. Üşütmenin ne demek olduğunu bilmeyen biri hastanın alnına elini koyar ve ateşini görünce üşüttüğüne inanmaz.

Gurbete gitmeyen, gidip de parasız pulsuz, tanıdıksız kalmayan birinin de gurbet üzerine söylenen şiirleri anlaması mümkin değildir.

Şair:

“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar,

Elli dirhem ağır gelmiş ayrılık.” demiş.

Bir Arap şairi de şöyle demiş:

“Kılıç yarasıyla ölmek, ayrılık yarasıyla ölmekten hafiftir.

‘Ölüm zordur.’ diyorlar, vallahi vatandan ayrı kalmak daha da zordur.”[4]

Karaçoban’ın dağda donduğu haberi gelmiş. Çobanın hanımı da şehir hamamında imiş. Komşular durumu bildirmişler. Kadın inanmamış ve: “Bu havada adam mı donarmış, siz beni kandırıyorsunuz.” diyerek sıcak suyu keyifle dökmeye devam etmiş.

***

“Ben görmüyorsam yok.” demeyin. Üç boyutlu resimde bir önde görülebilen bir resim var, bir de ilk bakışta görülmeyen resim var. O görülmeyen resmi görebilmek için gözlerinizi sabit bir noktaya diktikten sonra zihninizi çevrenizden soyutlayıp yalnız geride görünmeyen resmi görmeye çalışırsanız görebilirsiniz. Ben bu resimlere ilk baktığımda geride görülmeyen resmi göremeyince tekrar tekrar baktım ve: “Burada ikinci bir resim yok, siz beni kandırıyorsunuz.” dedim. Ama sözüne güvendiğim bu insanlar bakmanın usûlünü öğrettiler ve dikkatle baktıktan sonra ben de görünmeyen resmi gördüm.

Çocukken kumdan ve çamurdan evler yapar, ikindi üzeri evlerimizi yıkar, hakiki evlerimize dönerdik. Büyüdük; betondan, tuğladan evler yaptık. “Ama ileride Cennet’te daha güzel ve daha sağlam, depremi olmayan, sıvası dökülmeyen, tamiri gerektirmeyen, gülleri solmayan evler var.” denildiğinde bir kısım insanlarımız: “Ben göremediğime göre yok.” diyor.

Ana rahmindeki çocuğa: “Buranın dışında çok büyük bir dünya var.” denilse âhirete inanmayanlar gibi: “Olamaz, ana rahminden daha geniş yer bulunmaz.” dese, dünyaya gelince anlar ki ana rahminden geniş bir yer varmış.

Şimdi bu dünyada, peygamberler, getirdikleri mesajlarla: “Bu dünyanın öbür tarafında buradan ve bütün gökyüzünden daha geniş bir yer var.” dediklerinde, “Âmennâ, evet vardır ve biz iman ettik!” diyelim…

 

 

[1] Bkz. Mülk; 67/2.

[2] Bursevî, Rûhu’l-Mesnevî, s. 191; İnsan Yayınları.

[3] Prof. Dr. Özcan Köknel, Uyuşturucu Madde Sorunları, s. 113; Elişim Yayınları, İst. 1976.

[4] Mirkât: Şerhü Mişkâtü’l-Mesâbîh, IV/311.