İçeriğe geç
Anasayfa » SÜLEYMAN ÇELEBİ (RH) VE “MEVLİD”İ

SÜLEYMAN ÇELEBİ (RH) VE “MEVLİD”İ

“Mevlid” kelimesi sözlükte, “doğum, doğum zamanı ve yeri” mânâlarına gelmektedir. Terim olarak ise mevlid, Rasûlullah (sav) Efendimizin doğum yıl dönümlerinde yapılan merâsim ve bu günlerde okunan manzum eserler mânâsına gelmektedir. Ancak herhangi bir kimse “Mevlid dinledim.” ya da “Mevlid okuttum.” gibi bir söz söylediğinde bundan maksadı hiç şüphesiz Süleyman Çelebi (rh)’nin “Mevlid”idir.

Süleyman Çelebi Kimdir?

Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti’nin ilk başkentlerinden Bursa’da h. 752 (m. 1351) yılında doğmuştur. Hayatı hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Babası I. Murad’ın vezirlerinden Ahmet Paşa, dedesi de Muhyiddin İbn Arabî’nin Fusûsu’l-hikem adlı eserine şerh yazan ve Orhan Gazi’nin si­lâh arkadaşı Şeyh Mahmud Efendi’dir. Bu da Süleyman Çelebi’nin ilimle uğraşan bir aileden geldiğini göstermektedir. Süleyman Çelebi, Yıldırım Beyazıt döneminde bir süre Dîvân-ı Hümâyun imamlığı yapmış, Emîr Buhârî’nin tavsiyesiyle de 1400 yılında inşâ edilen Bursa Ulu Camii imamlığına tayin edilmiştir. Mevlevî veya Halvetî tarîkatine mensup olan Süleyman Çelebi 1422 senesinde vefat edene kadar imamlık görevini sürdürmüştür. Türbesi bugün, Bursa’nın Osmangazi ilçesi Kükürtlü Mahallesi’nde (Çekirge Caddesi) bulunmaktadır.

Mevlid

Mevlid’in orijinal adı “Vesîletü’n-necât” olmasına rağmen insanlar arasında bu isim unutulmuş, onun yerine daha çok “Mevlid” ve “Mevlüd” isimleri kullanılmıştır.

Süleyman Çelebi bu kıymetli eserini h. 812 (m. 1409) yılında, 60 yaşındayken kaleme almıştır. Bu değerli eseri yazmasının sebebi şöyledir:

Süleyman Çelebi, Ulu Camii’de imam­lık yaparken, vaizlerden birisi, Bakara sûresi­nin 285. âyetinin izahında, peygamberler arasında derece bakımından herhangi bir fark bulunmadığını, dolayısıyla Hz. Muhammed (sav)’in de Hz. İsâ (as)’dan ve diğer peygamberlerden (as) üstün olmadığını söyler. Cami cemaati bu görüşe karşı çıkar ve tartışma büyür. Bunun üzerine Süleyman Çelebi şu beytini okur:

Ölmeyüp Îsâ göğe bul­duğu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Bu beyit, cami cemaatinin ve halkın çok hoşuna gider. Böylece Süleyman Çelebi Vesîletü’n-necât adı verilen eserine ilk tuğlayı koymuş olur. Daha sonra bu tek beyit, on altı bölüm ve 768 be­yitlik bir kasîdeye dönüşür, Mevlid isimli muhteşem bir kasîde ortaya çıkar.

Münacat yani Allah’a yakarışla başlayan Mevlid’in ilk mısralarından itibaren insan ruhunu derinden etkileyen mânevî bir ortama girilir.

Allah âdın zikr edelim evvelâ

Vâcib oldur cümle işte her kula

Bu beyit bizlere, Rasûlullah (sav) Efendimizin “Allah’ın ismiyle başlanmayan her işin sonu kesiktir.” hadis-i şerifini hatırlatmaktadır.

Bu şekilde münâcâtla başlayan eserde, Rasûlullah (sav) Efendimizin dünyayı teşriflerinden ahirete irtihallerine kadar olan süreç anlatılmaktadır. Bunun yanında Müslümanlara bazı nasihatler de yer almaktadır. Sanki eser, Efendimizin (sav) hayatının anlatıldığı özet bir siyer kitabıdır. Zaten eserin en önemli kaynakları da Ebü’l-Hasan el-Bekrî’nin siyer kitabıyla, Erzurumlu Mustafa Darîr’in Tercüme-i Siyer-i Nebî isimli eseridir.

Eser, sade bir dille fakat sanatkârane bir üslûpla kaleme alınmıştır. Süleyman Çelebi (rh)’den sonra yaklaşık 200 civarında Türkçe mevlid yazılmış, ancak Süleyman Çelebi’nin eseri, halk arasındaki o özel yerini ve canlılığını 600 yıl boyunca bugüne kadar sürdürmüş, insanlar tarafından büyük bir beğeni ve kabul görmüştür.

Osmanlı Devleti’ne baktığımızda “Mevlid Alayı” ismi verilen kutlamaların, Kanûnî Sultan Süleyman (r.h.) devrinden itibaren devlet protokolüne girdiğini, Sultan III. Murad (rh) döneminde 1588 yılından itibaren ise resmî bir hâl aldığını görürüz. III. Murad, Mevlid kandillerinde minarelerde kandil yakılmasını ve camilerde mevlid okutulmasını emretmiştir. Zaten mübârek gecelere “kandil gecesi” denmesi de minarelere asılan bu kandiller sebebiyledir. Bu gecelerde, camilerde Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i ve Yâsîn-i Şerîf okunur, cemaate de buhur ve şerbet ikram edilirdi. Eğer mevlid evde okutuluyorsa, misafirlere yemek yedirilir, gül suyu dökülür ve şeker ikram edilirdi.

Sultanahmed Camii’ndeki Mevlid merasimlerine Padişah, Sadrazam, Şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri, askerî ve idârî erkân ile ulemâ, özel kıyafetleriyle katılırlardı. Bu gece ayrıca Mescid-i Nebevî’de de ihyâ edilirdi. İnsanlar, sabaha karşı Mescid’in Bâb-ı Nisâ ismi verilen kapısı önünde toplanır, güneşin doğmasıyla birlikte burada bir hadis-i şerif okunur, padişaha duâ edilir, ardından mevlidden bölümler okunur, yapılan duâ ile merasim sona erer, ardından katılanlara şerbet ikram edilirdi. Bütün bunlar da Osmanlı’da mevlid merasimlerine büyük bir önem verildiğini göstermektedir.

Mevlid, yazıldığı devirden itibaren, özellikle Rasûlullah (sav) Efendimizin mevlid gecesi başta olmak üzere mübârek gün ve gecelerde; bunun yanında doğum, ölüm, sünnet, evlenme, askere gönderme gibi çeşitli vesilelerle okunmuş, hâlâ da okunmaya devam etmektedir.

Ayrıca mevlid merasiminde, Kur’ân-ı Kerîm okunması, salavât getirilmesi, dua edilmesi, gelenlere ikramlarda bulunulması, vaaz ve nasihatlere yer verilmesi gibi hususlar da birçok hayra vesîle olmaktadır. Bunun yanında mevlidin insanları birleştirici bir yönü de bulunmaktadır. Mevlid vesilesiyle birçok insan bir araya gelmekte, bu da dînî hayatın canlı tutulmasına ve toplumun birlik beraberliğinin sağlanmasına önemli bir katkı sağlamaktadır.

(Kaynakça: Nuri Özcan, Türk Dînî Mûsikîsinde Mevlid Geleneği”, Keşkül Dergisi, sayı 10, 2010; “Mevlid” mad., cilt 29, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.)