Bismillah, elhamdülillahi rabbil alemin. Vessalatü vesselamu ala rasûlina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Allah Zülcelal Teala ve Tekaddes Hazretlerine, celâl-i zatına ve kemal sıfatlarına layık hamd ü senalar olsun ki; ihsan buyurduğu maddi-manevi sayısız ve sonsuz nimetler içerisinde en büyük nimet olan peygamberlerin tebliğ vazifesini de; layık olmadığımız halde bizlere ihsan buyurmuştur.
Allah Zülelal Hazretlerine; bizlere, hiçbir maddî gaye gözetmeden, sadece Peygamber Efendilerimize tabi olabilmek niyetiyle çıkarmaya başladığımız dergimizin 18 sayısını geride bırakıp 19. sayısında buluşma fırsatını nasip ve müyesser buyurduğundan dolayı da hamd ve şükürler olsun.
Allah Zülcelal Hazretleri kitab-ı ilahisinde “Ey Habibim! Onlara söyle ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki; Allah (c.c) da sizleri sevsin” buyurarak dikkatimizi Rasûlullaha ittibaya çekmektedir.
İçinde yaşadığımız bu günler, ahir zamanın fitne ve fesat yağmurlarının, karanlık gecelerde yağan şiddetli yağmur damlaları gibi üzerimize yağdığı günlerdir. Bu günlerde Rasûlullah (s.a.v)’a nasıl ittiba edelim de Allah Teâlâ bizi sevsin diye düşünmeli ve gayret etmeliyiz.
Çünkü Allah Teâlâ bizi sevmeden, bizim onu sevmemiz asla mümkün değildir.
Zira muhabbeti kalplerde halk edecek olan yalnızca Cenâb-ı Hak’tır.
Bizler de, Allah sevgisine kavuşmak için nereden, ne şekilde ve nasıl başlayacağımızı düşünürken yukarıda zikrettiğimiz ayet-i celile bize ışık tuttu.
Bu karanlık günler gibi günler, Peygamberimiz dünyaya gelmeden önce de aynen vardı ve devam etmekteydi. Zulüm ve zalimler aynı bu günkü gibi o gün de dünyayı kaplamıştı.
Allah Zülcelâl Hazretleri, Habibini, insanlığı dünya ve ahiretin kurtuluşuna davet etmek için zulmün zirveye tırmandığı o günlerde insanlık âlemine bir hidayet rehberi olarak göndermiştir.
Rabbimiz daha önce gönderdiği bütün nebi ve resulleri de Rasûlullah gibi tebliğ için göndermiştir. Allah Teâlâ Hazretleri nebi ve rasûllerinin her birine “Ey nebi ve rasûllerim! Onlara söyleyin ki; ben sizden bir ücret ve dünyevî bir menfaat talebinde bulunmuyorum. Benim ücretim Allah (c.c) katındadır. “ buyurmalarını emretmiştir.
Bizler de, Allah’ın Habibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ya, O’nun ilk görevi olan davette de tabi olmak ve böylece Allah Zülcelal’in gönderdiği bütün nebi ve rasûllere de tâbi olacağımızın gerçek bir hakikat olduğu inancı ile dergimizi çıkarmaya karar verdik.
İlk sayımızdan bu ana kadar bu niyetimizin sarsılmadığını dergimiz ve yazarlarının ispat ettiği kanaatindeyiz. Çünkü hocalarımız ve kardeşlerimiz bu tebliğ ve irşad faaliyeti için hiçbir ücret ve dünyevî bir menfaat talebinde bulunmadılar.
Masrafların karşılanması için dergi bedeli olarak alınan cüz’î karşılık ise, Allah Zülcelalin verdiği sınırsız sevaptan okuyan kardeşlerimizin faydalanmaları için bir fırsattır.
Bu hizmetlerin sadece birkaç ferdin maddî imkânları ile devamı mümkün olmadığı için; Allah Rasûlu sahabîlerini cihad için malî yardıma davet ettiği gibi bizler bu hususta da Rasûlullah’a ittiba etmek gayesiyle okuyucularımızdan dergimizin hedefine ulaşması için böyle bir talepte bulunduğumuzu hatırlatmak isteriz.
Biliniz ki; tebliğ faaliyeti Allah yolunda çalışmanın ilk adımı ve bir emr-i ilahidir.
Hanım ve erkeklerin eşit olarak muhatap olduğu bir feraiz-i ilahiye olan tebliğ, bütün peygamberlerin de ilk vazifesiydi.
Allah Zülcelâl Kitab-ı İlahîsi’nde buyurduğu “Mü’min erkekler ve mü’mine hanımlar birbirlerinin koruyucusu ve birbirlerinin velileridir.” ayet-i celilesine imtisâlen, dergimiz, hanımları ve erkekleri tebliğ vazifesine davet eden bir mektuptur.
Hanımların ve erkeklerin birbirine karşı verilmiş olan velilik (velayet) yetkilerini, Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu ölçüleri aşmadan ve kısaltmadan, hem dünyaya ait işlerimizde hem de ahirete ait olan işlerimizde kısaca dinî ve dünyevî bütün işlerimizde tebliğ ve davet görevini yerine getirmek üzere kullanmaları en önemli vazifeleridir.
Emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münkerin, erkek ve hanımlara farz olması yanında ulemadan bazılarınca çocuklara dahi farzdır. Bu noktada ölçüşü şu örnekle ifade etmektedirler: “Bir çocuk şuur sahibi olunca, mesela bir geminin içerisinde iken birilerinin gemiye zarar vermesi üzerine; bu gemi delinirse bizler de boğuluruz, düşüncesine sahip olacak seviyeye gelince o çocuğa da emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker farzdır. Akıllı insanlar da bu görüşü tercih etmelidirler.
Allah Zülcelâl ve’l Kemal Hazretleri kullarına maddî ve manevî felaketlerden kurtulmaları için en zarurî ihtiyaçlarının tebliğ olduğunu bildirmiştir. Ve ümmet-i Muhammedi bu vazifelerini yerine getirdikleri için övüp methederek Kitab-ı İlahî’sinde “Sizler ümmetlerin en hayırlısısınız. Bütün insanlığın içerisinden süzülüp çıkarılmışsınız. Çünkü siz iyilikle emreder kötülükten menedersiniz.” buyurmuştur.
Bizler de methedilmiş bu zümreye tabi olabilmek için bu dergiyi yayınlamaya başladık. Bu hayırlı toplum içerisine girmeleri için hocalarımıza ve kardeşlerimize de oldukları yerden zahmet çekmeden, bütün peygamberler devrinde hayır kapılarının ilk kapısı olan “emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münker” kapısını açtık.
Rasûllerin risalet mektuplarını, ulaştırılması gereken yerlere ulaştıran elçiler gibi olan dergimizin hizmetçileri de tebliğ yolunda birer hizmetçi olduklarını bilip, buna inanıp, bu hizmeti şahsî ve dünyevî menfaate alet etmenin ne büyük bir vebal olduğunun şuurunda olmalıdırlar. Bu vazifelerin herkese nasip olmadığı tarih sahnesinde görülmektedir.
Dergiye hizmet eden kardeşlerimiz lütfen Rasûlullah’ın sultanlara gönderdiği davet mektuplarını götüren davetçilerin hayatını okusunlar. Onlar için davet mektubunu yerine getirmenin mi yoksa hayatlarının mı kıymetli olduğunu anlasınlar. Anlasınlar ki; bu derginin niçin yayınlandığını, bütün topluma ulaştırılması için niçin daha çok gayret edilip çalışılması gerektiğini kavrasınlar ve geldiğimiz bu yerde kalmayıp daima bir sonraki merhaleye geçmeye gayret etsinler.
Hepimiz; bu sahanın ve bu sahada yarışa katılmanın en büyük ve en önemli ibadetlerden biri olduğunu, buna inanıp, bu inanç gereğince yarışa katılmanın ne büyük bir fazilet olduğunu öğrenmeliyiz.
Allah Rasûlü “Bütün nafile ibadetlerin sevabı bir yere yığılmış olsaydı da, emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker karşılığında Allah Teâlâ’nın vereceği sevap bir tarafa konulmuş olsaydı emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker tarafı ağır gelirdi. Bütün nafile ibadetlerin sevabı denizlerin sularının karşısındaki bir damla kadar dahi olmazdı.” buyurarak emr bi’l maruf ve nehy ani’l münkerin fazilet ve sevabının büyüklüğüne dikkatimizi çekmektedir.
Ama bizler insan olarak bu nasıl olabilir diye, düşünebiliriz.
Biliniz ki; emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker vazifesini yerine getirmek, Ahir Zaman Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz başta olmak üzere sayıları farklı rivayetlerde 124 veya 224 bin olarak zikredilen bütün peygamberlere ittiba etmek demektir.
Emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker vazifesini yerine getirmek aslıyla Allah Zülcelâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine ittibadır. Çünkü emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker Allah Teâlâ tarafından emredilen bir ibadettir.
Bir insan, kim olursa olsun Allah’ın emri ile emrederse ona tabi olmalıyız. Çünkü emreden Allah Teala ve Tekaddes Hazretleridir. Eğer bir insan da Allah’ın nehyi ile amel etmemizi emrederse onu terk etmeliyiz. Çünkü o nehiy, Allah’ın yasakladıklarından biridir.
Allah Rasûlü (s.a.v) bu hususla ilgili olarak: “Bir kişi size Allah’a isyanı emrederse asla ona itaat edilmez. Allah’ın emri ile emreden bir kişi toplum tarafından ne kadar zelil, hor ve hakir olarak görünse de o emre itaat edilir ve asla küçümsenemez. Çünkü o Allah’ın emridir.” buyurmuştur.
Sizlere dergimizin gayesini kısada olsa tekrar hatırlattık. Bu gayenin peygamberlere tabi olup Allah Teâlâ’ya sevilmenin bir yolu olduğunu, emr bi’l maruf ve nehy ani’l münker vazifesinin ise ferâiz-i ilahiyenin birincisi olduğu gibi en büyük, en şerefli ve en üstün bir ibadet olduğunu, çünkü bunun bir sünnetullah ve adetullah olduğunu ifade ettik.
Bu vesile ile dergimize yazı yazan kıymetli hocalarımıza ve kardeşlerimize, dergiye hizmet edenlerimize, dergimizi okuyan ve dinleyenlerimize, bu şereften pay almak, bu sevaptan hissedar olmak için ne kadar çok gayret sarf etmeleri gerektiğini ve bu kararı ise ancak kendilerinin vermeleri gerektiğini tebliğ ederek hatırlattık.
Muhakkak ki; beşer mahlûktur, dolayısıyla fanidir. Birileri gelir, birileri gider. Ama tebliğ ve davet vazifesinin sonu gelmez.
***
Kardeşlerimiz dergimizin bu sayısında “tesettür ve iffetten” bahsetmeyi düşünmüşler. Bu hususta yazarlarımız muhakkak ki; Allah ve Rasûlüne ittibada iki adımı bir araya getirip birinci adımda cehennemden uzaklaşmanın, ikinci adımda cennete yaklaşmanın yollarına işaret etmeyi niyet edinmişlerdir. Allah yazarlarımıza ihlâsla ve en güzel şekilde yazmayı, okuyan ve dinleyenlere de ihlasla okumayı, dinlemeyi ve kabul etmeyi, hizmet edenlere de ihlas ve sadakatle dergimizi uzak mesafelere ulaştırmayı nasip buyursun.
Dergimizin hizmetçileri hiç olmazsa hüdhüd kuşu gibi olsunlar.
O, Hz. Süleyman (a.s)’ın emr bi’l-maruf ve nehy ani’l-münkeri ihtiva eden tebliğ mektubunu Belkıs’a ulaştırmasının tehlikelerini ve hayatının kurtuluş sebebi olduğunu biliyordu.
Kuşların cins ve sayıları sayılamayacak kadar çoktur. Ama hüdhüd kuşu, ismini kitab-ı ilahiye ve levhi mahfuza; Hz. Süleyman (a.s)’dan aldığı bir tebliğ mektubunu Belkıs’a ulaştırarak kaydettirmiştir.
Günümüz dünyası da Belkıs misali gibidir. Erkek ve kadından oluşan insanlık, hayatında gerçek şahsiyetlerine yakışan, yaratılış gayesine uygun olan ahlakî değerleri kaybetmiş, sefahat ve rezaletin son raddesine ulaşmıştır.
Bu sayımızda hocalarımızın hayâ, iffet ve tesettürün önemine dikkat çeken yazıları cidden çok düşündürücüdür. Bunun toplumun içinde bulunduğu duruma dikkat çeken ilahi bir uyarı olduğunu da düşünebiliriz. Çünkü şeytan insanoğluna yani ilk insan Hz. Âdem ile Havva anamıza isyan sebebi ile elbiselerini çıkartmış olduğunu Allah Teâlâ kitabı ilahisinde “Şeytan, Âdem ile Havva’nın elbiselerini çıkardı.” mealindeki ayet-i kerimesiyle bildirmiştir.
Çünkü şeytan yemin ve yalanla onları aldatıp Allah’a karşı saygı ve hayâyı unutturup, Cenâb-ı Hakk’a karşı takındıkları takva elbisesinden onları ayırdı. Halbuki tesettür Allah’ın takınılmasını emrettiği bir ilahi emirdir.
Allah’ın emrini terk etmek, Allah’a karşı takva elbisesinden çıkmak demektir.
İffet ise Allah’a karşı saygının gereğidir. Bu hayatta Allah’a karşı hayâyı terk etmek de iffetten uzaklaşıp takva elbisesinden soyunmak demektir.
İlk insanı elbisesinden çıkarıp iffet ve hayâsından uzaklaştırmaya çalışan şeytan, tarih boyunca zaman zaman hedefine ulaşmıştır. Allah Zülcelâl Hazretleri rasûlleri ile insanları tesettüre, iffet ve hayâya davet etmiştir. Önceki kitaplarda ve son olarak da Allah Teâlâ Hazretleri tarafından korunmuş olan Kur’an-ı Kerim’le gönderilen ayetlerle şeytanın yıllarca uğraşarak elde ettiği başarısı kısa zamanda ortadan kalkmıştır.
Allah’ın Rasûlü gelmeden tesettür, hayâ ve iffet yeryüzünde bulunamayacak kadar yokluğa gömülmüştü. O devrin hayâsız ve iffetsiz münkirleri Kâbe’nin ziyaretine gidince onların din adamları olan ahbarları ve ruhbanları onlara “Sizin giydiğiniz giysiler helalle kazanılmış değil bunlarla Kâbe’nin etrafında dolaşmanız isyandır.” derler, bunun üzerine kadın ve erkekler elbiselerini çıkarıp bir kenara koyarak Kabe’yi çırılçıplak tavaf ederek, ibadet ettiklerini zanneden beyinsizler haline geldiler.
Ahlaksızlık o dereceye ulaşmıştı ki; ahlaksız kadınlar, evlerinin kapılarına kendilerini teşhir etmek için bayrak takmaya başlamışlardı. Günümüzdeki durum ise herkesin malumudur.
Arkasından Cenab-ı Hakk tesettür hakkındaki ayet-i celileleri gönderince, o ahlaksızlık kısa bir zamanda aradan kalkıp, tesettür, iffet ve hayâ sahibi hanımlar toplum hayatındaki yerini aldı.
Bundan anlaşılıyor ki, tesettür hanımlar için bir zillet değil, şeref ve iffettir.
Çünkü kâinatın yüce sahibi Ahsenü’l Hâlikin olan Allah Teâlâ Hazretleri, cemâl-i ilahiyesini örtmüştür.
Hanımlara, erkeklere üstünlük için de Settar isminden bir tahsisat vererek adeta, ey hanımlar! Sizler de bana benzeyerek örtünün, örtününce değeriniz, iffet ve hayânız artar. Hayânız artınca, iman imtihanını kazanırsınız, buyurur.
Bir insanın iki evladı olsa, birine içindekilerle birlikte dünyayı verse, diğerine de Allah’ın koyduğu ölçülerle yaşaması için bir kelime öğretse; o bir kelime, dünya ve içerisindekilerden daha kıymetlidir.
Akıllısınız.
Düşünün!
Allah’a benzeyenler mi şerefli ve değerlidir?
Yoksa şeytana uyup, sapıkların istediği şekilde kıyafetler giyip, başını açarak isyan etmek mi daha değerlidir?
Size başınızı açın denilince, Hz. Âdem ile Havva’yı hatırlayın ve hesabınızı ona göre yapın.
Biliniz ki; Allah Teâlâ Hazretleri Settar’dır, kendini örtmüştür, örtünenleri sever, örtünenlerin günahlarını da örter.
Peygamberimiz “Allah Zülcelâl bütün günahları affeder. Hiç çekinmeden açıktan günah işleyenleri ve gizli günahlarını açığa çıkaranları ise affetmez.” buyuruyor.
Çünkü bu şekilde davrananlar isyanlarına insanları şahit tutmaktadırlar.
Allah Teâlâ Hesap günü kulun isyanına ceza vermek için, şahit ister. Onun için hususen açıktan işlenen suçlardan insanlar men edilmiştir. Çünkü bu davranışta teşhir ve teşvik vardır.
Allah Zülcelâl bu yolda tebliğ ve davetin önem ve faziletini öğrenip bu yolda devam etmeyi cümlemize nasip buyursun.
Selam, Allah Teâlâ kimlere selamı layık görmüşse onların üzerine olsun.