Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü li-veliyyihî vessalâtü vesselâmü alâ hayri halkihî Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Takvâ kelimesi müştakları ile beraber Kur’ân-ı Kerîm’de tam 238 yerde geçmektedir. Yalnız muttakî lafzı olarak da 39 yerde zikredilmektedir.
Muttakî: Bir taraftan Allah Teâlâ’nın emirlerine sımsıkı sarılarak harfiyen yerine getirirken diğer taraftan da bilumum yasaklardan, haramlardan kaçınmak suretiyle kendini ilahi azaptan koruyan, vikâye eden kimsedir.
Takva: Pıtrak dikeninin çok olduğu bir yerde ayakkabı olmadan yalın ayak yürürken ayaklarına diken batmaması için insanın bütün vücudu dikkat kesilir, vücudunun her yanı adeta göz kulak olur ya; işte bunun gibi bu dünyada elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü, kulağını ve ayağını hiçbir harama dokundurmadan ömrünü geçirmeye, ömür sermayesini koruyup kontrol altında tutmaya takva denir.
Takva;
“Şirkten sakınıp iman üzere olmaktır.”[1]
“İsyandan (günahlardan) sakınıp itaat üzere olmaktır.”[2]
“Her işte Allah’ın rızasını aramak için Allah’a layık bir kul olmaya çalışmaktır.”[3]
İçini, Hak için şirkten, yalandan, kinden, iftiradan, hasetten, gıybetten arındırmak süslemek; dışını da halk için süslemektir.
“Allah takva üzere olanlarla beraberdir.”[4]
“Takva üzere olanları Allah işlerini kolaylaştırır.”[5]
Her sıkıntılı işine bir çıkış yolu verir. “Hiç hesap etmediği yerden rızıklandırılır.”[6]
“Takva üzere olanlar için ne bir korku ne de bir mahzuniyet vardır.”[7]
(Hayatlarını) Takva üzere (düzenleyenlerin) muallimi bizzat Allah’tır (c.c).[8]
“Takva üzere (yaşayanlara) Allah (c.c) hak ile bâtılı (iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı) ayırt etme özelliği ve bir furkân verir.”[9]
Furkan; hak ile bâtılı ayırt edebilme ferâsetidir. Hakk’ı hak olarak batılı da batıl olarak görebilme özelliğidir. Furkan, kalbe hidayet nurlarının akması ile hak ile bâtılı birbirinden kolayca ayırt etme kabiliyetinin var oluşunun adıdır. Furkan aynı zamanda ilâhî bir fetih, bir nusret, bir kurtuluşun habercisidir. Bu âyet-i celîlede takva ile kalbin nurlandığı, inşirah bulduğu, ilim ve irfanın ziyadeleştiği (çoğaldığı) hususunda bir hüccet, bir delil vardır
Takva; sadece dilde dolaşan, dil ile ifade edilen bir şey değildir. Takva, tariflere sığmayan ancak kalplerde var olan bir haslettir. Çünkü takvanın mahalli kalptir. Efendimiz (s.a.v), mübarek eli ile kalbe işaret ederek üç kere, “(et-Takvâ hâhünâ) Takva buradadır.” buyurmuşlardır. Kalpte var olan bu takvanın, vücudumuzun her uzvunda ve hayatımızın her alanında ayan beyan müşâhede edilmesi mümkündür.
Takvanın başlıca mertebeleri (dereceleri):
1. Şirkten beraat edip tevhid inancı ile şerefyap olmak sureti ile ebediyen cehennem azabına düçâr olmaktan kendini koruyup vikâye etmesidir. “Allah onları takva kelimesinde (sözünde) bağlı kıldı.”[10] âyet-i celilesi bu takvayı anlatmaktadır.
2. İslam şerîatında tarifini bulan bir takvadır ki; bütün haramlardan, büyük ve küçük günahlardan, şüpheli şeylerden, bir mahzuru olur endişe ve korkusuyla aslında mahzurlu olmayan birçok şeyden dahi sakınmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen, anlatılmak istenen takva işte bu takvadır.
“Eğer o ülkelerin (o memleketlerin) halkı iman edip muttakî (ve mütedeyyin) olsalardı onlara (hem) yerden (hem) gökten bereket (lütuf ve ihsan) kapılarını açardık.”[11] âyet-i celilesi bu takvayı haber veriyor.
3. Birinci ve ikinci derecedeki takvanın yanında Hakk’ı anmaktan ve Hak ile beraber olma noktasında kendisini meşgul edecek her şeyden uzak durması, masivayı terk etmesidir. İşte hakiki manada takva buna derler.
“Allah’tan hakkı ile (layık-ı vechi ile) korkun ki (gerçek manada takva ehli olasınız) ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.”[12] âyet-i celilesi bu takvayı âmirdir (emredicidir).[13]
Allah Rasûlü (s.a.v), (bütün yönleriyle) takvayı Allah’ın Nahl Sûresi’nin 90. kavl-i celîlinde (âyet-i celîlesinde) cem ettiğini haber veriyor. Bu, hatiplerin hutbe sonunda okudukları ayettir. Bu ayeti hutbe sonunda ilk okuyan Ömer bin Abdülaziz’dir. İşte bu ayet Efendimiz’in ifadesi ile bütün yönleriyle takvayı kendisinde barındıran bir âyet-i celîledir. Her kim hayatını bu ayete göre düzenlerse o kimse ehl-i takvadır. Bu âyet-i celîlenin neleri ihtiva ettiğini bir görelim mi? Bu ayet-i celîle üç emri, üç de yasağı ihtiva etmektedir:
Üç emir: adaleti emrediyor, ihsânı emrediyor, yakın akrabayı (gözetip) yardım etmeyi emrediyor.
Üç yasak: (Her türlü) fuhşu, (hayâsızlığı) yasaklıyor. Münkeri (bütün kötülükleri), zulmü, azgınlık ve taşkınlığı yasaklıyor. Bu ayette önceki ve sonrakilerin ilmi vardır. Bu ayet hem güzel hem de çirkin huy ve hasletleri kendinde toplamıştır. İbn Mesud (r.a), “Bu ayet, Kur’ân-ı Kerîm’de hayrı ve şerri ziyadesi ile kendisinde toplayan bir ayettir.” der.
Hasan-ı Basrî’den gelen bir rivayete göre Efendimiz (s.a.v) bu ayeti sonuna kadar okudu sonra şöyle buyurdu: “Aziz ve Celîl olan Allah sizin için her hayrı ve şerri (sadece) bir ayette cem etti. Vallahi her çeşit taat u ibadeti, adaleti, ihsanı ve bilumum fuhuş ve kötü huyları bu ayet de topladı.”[14]
Âdil-i mutlak olan Allah (c.c) âdil olmayı emrediyor. Çünkü adalet herkese, her şeyde ve her yerde lazımdır. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Zulmün hüküm sürdüğü yerde huzursuzluk vardır, kaos vardır. Allah Rasûlü (s.a.v), muasır olduğu üç kişinin kâfir olarak ölmesinden üzüntü duymuştur. Adil olmasından dolayı Nûş-i Revâ’nın, çok merhametli olmasından dolayı Hâtem-i Dâi’nin, edip ve fasih bir şair olmasından dolayı İmruü’l-Kays’ın ölümünden üzüntü duymuştur. Allah (c.c) imanda adil olmayı emreder. Bu ise tevhit inancı ile mümkündür. Tevhit inancının dışındaki tüm akideler, inançlar şirkte birleşir. Şirk ise Allah’a karşı işlenen en büyük zulüm ve insafsızlıktır. İfrat ve tefritten kaçınmak sureti ile amelde adalet, infakta adalet, insafta adalet, ahlâkta adalet, tezekkür ve tefekkürde adalet, canlılara karşı adalet bilumum beşeri münasebetlerimizde adalet sahibi olabiliriz. Her şeyi yerli yerinde yapmak adalettir. Kur’an ve sünnet ölçülerine göre yapılan her icraat âdildir.
İbadetlerinize karşı takvanızı takınırsanız yani ibadetlerinizin muhafızı olursanız o ibadetleriniz de sizin muhafızınız olur. Mesela takva üzere tutulan bir oruç, cehennem ateşine karşı sizleri koruyan bir kalkan olur. Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Oruç (hem günahlara hem de cehennem ateşine) karşı (koruyucu) bir kalkandır.”
İhlas ve samimiyet üzere yapılan infak da sahibini korur; “Yarım hurma ile de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz.”
Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minlerin vasıfları (özellikleri) belirtilirken; “Onlar ki namazlarının muhafızıdırlar.”[15] buyrulmuştur. Bilumum hukukuna riayet ederek namazlarını dosdoğru kılanlar namazlarının muhafızıdırlar, buyrulmuştur. Burada “muhafızı olmak” yerinde kullanılan “yühâfizu” fiilinin binası “müşterek” içindir. Yani karşılıklı -iki taraflı- korumaya işaret edilmektedir.
Musalli, namazın hukukuna vakıf ve esrarını muttali olarak eda edip koruduğu takdirde şüphe yok ki namaz da onu koruyacaktır. Dünyada onu cehenneme sürükleyecek bütün günahlardan korur. Ahirette ise cehennem azabından koruyacaktır, inşallah. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan, Kur’an’la âmil ve Kur’an’ın hâdimi olanlara Kur’ân-ı Kerîm yevmi’l-mahşerde şefaat etmek suretiyle onları cehennem ateşinden koruyacaktır, biiznillah.
Takvada uzmanlaşan ve büyük merhaleler kat eden gönül erlerinin “takva” ile ilgili hikmetli sözleri:
Muttakî; şirkten, büyük günahlardan ve bütün fuhşiyattan sakınıp (kendini koruma altına alan) kimsedir. [Abdullah ibn Abbas (r. anhümâ)]
Takva; kişinin kendisini herkesten aşağı görebilme bahtiyarlığıdır (Allah’ın özel bir lütfü ve ikramıdır). [Abdullah ibn Ömer (r.a)]
Muttakî, her gördüğü kimse için (bu benden daha hayırlıdır ve derece bakımından daha üstündür deme bahtiyarlığını elde eden) kimsedir. [Hasan-ül-Basri (r.a)]
Ömer bin el-Hattab (r.a), Ka‘bu’l-Ahbâr’a (r.a) “Takva nedir? Bana anlatır mısın?” der. O da, “Dikenli, pıtraklı bir yerde yürürken ne yaparsın?” diye sorar. Ömer (r.a), “Bütün vücudum dikkat kesilir (Her tarafım göz kulak olur). Zarara düşmemek için titizlikle sakınmaya çalışırım.” deyince Ka‘b, “İşte takva budur.” der.
Takva; gündüzleri oruçla, geceleri kıyamla, ibadetle geçirmek değildir. Velakin takva; Allah’ın haram kıldığı şeylerden kaçmak, terk etmek ve Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılıp harfiyen yerine getirmektir. [Ömer bin Abdülaziz (r.a)]
Muttakî; harama düşer korkusundan mubah olan bir kısım şeylerden dahi kaçınan kimsedir. [Şerh bin Hüseyin]
Takva; kişinin kendisi için sevip istediği şeyi insanlar için de sevip istemesidir. [Sufyan-ı Sevrî]
Muttakî; konuştuğunda hep Allah için konuşan, yaptığı her işi de Allah için yapan kimsedir. [Bayezid el-Bistamî (k.s)]
Takva; kendisi için istediğini insanlar için de istemek değildir sadece. Bilakis kendin için istediğinden daha fazlasını insanlar için istemektir. [Cüneyd bin Muhammed]
Muttakî; Allah’ın, her çeşit şehevî arzuyu, onlara karşı olan sevgi ve muhabbeti kalbinden söküp attığı kimsedir. [Süleyman ed-Dârânî) (k.s)]
Bir kavle göre de takva, seni Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzak durman (kesinlikle yaklaşmamandır).
Takva, bütün şüpheli şeylerden şiddetle kaçınmaktır. [Ebû Zeyd]
Takva; Allah’ın haram kıldıklarında, yasaklarında seni görmemesi, ama her emrinde (razı ve hoşnut olacağı her yerde) bulunmanı ve oradan hiçbir zaman kayıp olmamanı istemesi ve arzu etmesidir. [Şeyh bin Abdullah]
Takva; ahlâk-ı haseneden (güzel ahlaktan) ibarettir. [Ebu’l-Kasım el-Hakim]
Takva potasında eriyen bazı takva erleri de muttakî olan kimseyi şu üç şeye bağlı olmakla tarif ederler: Tevekkülü tam olması, var olana kanaat etmesi (rıza göstermesi) ve sabretmesidir.
Medine-i Münevvere fukahâsı tarafından Abdullah b. Zübeyr’e (r.a), “Muttakî olan kimsede bulunan takva özellikleri nelerdir?” suali sorulduğunda şöyle buyurdu: “Bela ve musibetlere karşı sabreder, Allah’ın hükmüne rıza gösterir, Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükreder, Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine boyun eğer.
Takva; zahirî halini insanlar için süslediğin gibi batınî halini, sırrını (iç halini de) Hak için, Allah için o şekilde süsleyip güzelleştirmendir. [el-Vâfidî]
Bir kavle göre takva, her türlü haramdan sakınıp taat u ibadette mağrur olmamaktır, aldanmamaktır.
Takvanın önünde engeller vardır. Bu engelleri aşmadan takvaya ulaşmak mümkün değildir:
1. Şiddet ve meşekkati nimete tercih etmedikçe,
2. Hak nizâmın hâkim olması için çalışmayı, koşuşturmayı, rahat bir hayata tercih etmedikçe,
3. Faydalı, yararlı sözleri fuzulî kelama tercih etmedikçe. Diğer bir kavle göre (özde) takva, Allah Rasûlü ve ashâb-ı kirâmı örnek alıp hayatımızın her safhasında onlara iktidayı (uymayı) bir vecibe kabul etmektir.[16]
[1] Fetih, 48/26.
[2] Mâide, 5/65; A‘râf, 7/96.
[3] Âl-i İmrân; 3/102.
[4] Nahl, 16/128.
[5] Talâk, 65/4.
[6] Talâk, 65/2.
[7] A‘râf, 7 /35.
[8] Bakara, 2/282.
[9] Enfâl, 8/29.
[10] Fetih, 48/26.
[11] A‘râf, 7/96.
[12] Âl-i İmrân, 3/102.
[13] Kâdî Beyzâvî, Envârut-Tenzîl ve Esrârüt-Te’vîl; 1/16.
[14] eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, 3/226.
[15] Mü’minûn, 23/9.
[16] es-Sa‘lebî, el-Keşfu ve’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, 1/67-68-69.