İçeriğe geç
Anasayfa » TAŞ KIRILMAZ AMMA BAŞ YARILIR

TAŞ KIRILMAZ AMMA BAŞ YARILIR

İslam dini ile şereflenmiş bir kimsenin mi’yarı, kıstası hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’i bizlere en güzel şekilde, anlayacağımız üslupta anlatan ise Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’in sünnetidir. Rasûlullah Efendimizin hayatı Kur’an-ı Kerim’in gerçek tefsiridir.

Durum böyle olmasına rağmen tarih boyunca niceleri çıktı hadis-i şerifleri inkâr etmeye kalkıştı. Dinin aslı, kendisi olan Rasûlullah Efendimizin sünnetini Müslümanların hayatından çıkarmaya çalıştı. Niçin? Çünkü Kur’an-ı Kerim’i kendi hevâ ve arzularına göre anlatacaklar da o yüzden. Önlerine hiçbir engel çıksın istemedikleri için. Bu gibiler herkesin malumudur ve maalesef bu insanların sesleri günümüzde, ülkemizde de duyulmaya başlanmıştır.

Bu fikirler nereden geliyor, kimler tarafından seslendiriliyor?

Bilmek gerekir ki bu sapık ve fasid fikirler menşe’ itibariyle hep dışarıdan, ithal mallardır.

Ehliyet sahibi hocalarımız azaldıkça, yetişen gençlerimiz gözlerini hep dışarıya çevirdiler. Kimisi Avrupa’ya kimisi de Mısır’da neşet eden efkâra aldandı.  Orada yetişen insanların ağızlarına baktılar. Onların fikirlerine mağlub oldular. Oldular da ne oldu, hem kendilerini mahv ediyorlar hem de insanları ifsad ediyorlar.

Küffâr asırlarca dinimizle savaştı. Son asırda da Müslümanlara Türk milletinin kuvvetini zayıflatarak, Mısır milletinin de efkâr-ı İslâmiyesini yıkarak gayelerine ulaşmak istediler.

Memleketimizin hâl ü pür melâli malum. Avrupa’dan laiklik geldi.  Ve ne yazık ki; insanımızın dini malûmâtı neredeyse hepten silindi gitti. Milletimiz maalesef amentü meselesini bile unutmuş durumdadır.

Mısır’a gelince orada İngilizler hâkim oldu, maarif vekâletini kendi ellerine aldılar. Lord Kromer maarif vekilliğine getirildi. O sırada İngiltere orada bütün mefsedetleri teşhir etmişti. İnsanların ahlakı, dini hayatları değişti. Zahid Efendi hocamız İngilizlerin Mısır efkârına tesirinden zaman zaman bahsederdi.

Maalesef oraya sokmayı başardıkları müfsid fikirler ülkemize de sirayet etti. Mısır’dan gelen bazı efkârın ülkemizde çok tesiri olmuştur.

Cemaleddin Afgânîler, Muhammed Abduhlar ülkemizde bazı kimselerce çok muteber kabul edildi. Misal kabul edildi. Fakat eşhedü billah ben sizlere diyebilirim ki, 1950 senesinde tahsil için Ezher’e gittiğimde, tanıdığım hocaefendiler onları ehli dalâlet olarak kabul ediyorlardı.

Dini uğruna Mısır’a hicret etmeye mecbur kalan ve nihayet oradan ahirete göç eden Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri ile aramızda geçen bu husustaki bir mülâkatımızı zikretmek isterim.

Efendi Hazretlerinin vefatına dek, Mısır’da bulunduğum müddetçe her Cuma kendilerinin ziyaretine gittim. ile samimice konuşurdum. Hemşehrisi olmak hasebiyle de olsa gerek Efendi Hazretleri bizlere çok iltifat ederlerdi. Allah rahmet eylesin. Onlar gerçek hocaefendilerdi. Ahlâklarıyla, halleriyle, ilimleriyle, tevâzularıyla hocaefendi isminin müsemması kimselerdi.

Bir defasında Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine şöyle sormuştum:

Hocam siz Muhammed Abduh’dan takdirle bahsetmiyorsunuz, fakat eserlerinizde onun için “üstaz, imam” ifadelerini kullanıyorsunuz…

Mustafa Sabri Efendi şöyle cevap verdi:

“Evet, insanlar ona öyle unvan vermişler, o sebeple ben de öyle diyorum. Fakat onun için hiç ‘rahimehullah’ dediğimi gördün mü?”

Kendisine rahmet okumama sebebini ise şöyle anlattı: “İstanbul’dan Mısır’a gönderilen Kadı Yahya Efendi isminde fazilet ve istikamet abidesi meşhur bir âlim vardı. Yahya Efendi, Muhammed Abduh ile sık sık görüşürmüş. Bu mülâkatların birinde mevzuu Sıfat-ı Sübhâni meselesine gelmiş. Yahya Efendi, Abduh’un fikirleri karşısında şaşırmış. İtikada muhalif kanaatlerini düzeltmeye çalışmış. Fakat o düzelttikçe, Abduh ısrarcı olmuş. Yahya Efendi, o günden sonra Abduh ile, o görüşmeyi istemedikçe, bir araya gelmemeye çalıştığını ifade ederdi.”

Efendi Hazretleri bu hadiseyi anlattıktan sonra, ben Yahya Efendi’nin sözü neyse onu kabul ederim, derdi.

Mustafa Sabri Efendi’nin yanlış karşısında susmamasının bir misali de Musa Carullah Bigiyef’e reddiye olarak yazdığı “Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi” isimli eseridir. Dikkatle okunması gereken bir eserdir bu. Bugünkü gençlerimiz böyle eserleri ihmal etmemelidir. Arapça okuyup anlayabilenler için de Sabri Efendi hocamızın büyük eseri Mevkıfı’l Akl ve’d Din isimli eseri muhakkak okunmalıdır.

Sonra Zahid Efendi hocamızın makaleleri okunmalıdır. Bu hocalarımız zamanımızın büyük fitnelerini çok iyi teşhis etmişler ve bunlara gayet ciddi ilmî cevaplar vermiş kimselerdir.

Mısır’da tanıma şerefine erdiğim, oranın yerli hocaları da meselâ Abdulvehhab Buhayrî hocamız, Fehmi Ebu’s Sunne hocamız da bu hususlarda farklı düşünmezlerdi.

Fakat sonra ne oldu. Mısır’daki bazı fitneciler buraya geldi. Tavit Tanci mesela buraya geldi. Ankara İlâhiyat’a gelir gelmez kendisine doktora payesi verildi. O da ilk iş olarak akideye zarar veren işlere kalkıştı. Tuttu kadere imanı yıkmak için doktora tezi hazırlattı. Nice kardeşlerimizi iğva etti, ifsat etti. Kaderi inkâr gibi çok tehlikeli yanlışlara insanları sevk etti. Kaderi inkâr ne demek yahu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) o kimseleri ümmetin Mecusileri olarak bize tanıtıyor. “Eğer (onlar) hastalanırlarsa ziyaret etmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız.” diye buyuruyor.

Maalesef bu batıl fikirleri halkımıza din namına, hoca kisvesi altında anlattılar. Fakat bilsinler ki bu insanlar başlarını kayaya vuruyorlar, kaya kırılmaz amma baş kırılır. İtikad ediyoruz ki, bu işler en kısa tersine dönecektir inşallah.