İçeriğe geç
Anasayfa » TEVBE VE ŞAHSİYET

TEVBE VE ŞAHSİYET

Âdemoğlu iyilik ve kötülük yapma kabiliyetleri ile yaratılmıştır. Onu, şeytana has olan kötülüklerin/günahların kirlerinden, şu iki ateşten biri temizler: Nedâmet ateşi veya cehennem ateşi… Akıllı olan, bu iki ateşten ehven olan nedâmet ateşinde kendi tercihi ile yanıp tevbe eder. Bu sûretle ebedî felaket olan cehennem ateşinden kurtulur. Aklı olmayan ise, işi ölüm sonrasına bırakır, en büyük felaket olan cehennem ateşinde mahvolur gider…

Büyüğüyle küçüğüyle yaklaşık olarak 130 – 200 civarında günah mevcuttur. Müslüman olduğunu iddia eden her bir insanın, listeler halinde kitaplardan bulup defalarca okumak ve tek tek ezberlemek zorunda olduğu bu günahlar (Haramlar ve mekruhlar), kul ile gerçek sevgilisi olan Rabbi arasında engelleyici perde konumundadırlar. İnsan bu günahlardan birini işlediğinde esas maksudu ve gerçek sevgilisi ile kendi arasına bu engelleyici perdelerden birini çekmiş olur. Bu günah, büyük bir kayba, büyük bir zarara, büyük bir iflasa götüren çok tehlikeli bir adımdır. Verdiği geçici, nisbî ve yanıltıcı zevkin aksine bu günah, gerçekte büyük bir acıya ve eleme doğru insanı sürükler. Yani bu günahla, geçici, nisbî ve yanıltıcı peşin zevkin karşılığında ebedî, küllî ve gerçek zevk ve mutluluk kaybedilecektir. Bu durum, çalışması gereken dersi bırakıp kötü arkadaşlarının çağrısına uyarak oyun oynamayı tercih eden öğrencinin durumuna benzer. Bu öğrenci, geçici ve nisbî bir sıkıntı veren ama uzun vadede sağlayacağı başarı ile çok büyük mutlulukları ve hazları yaşatacak olan ders çalışmayı bırakmış, geçici, nisbî ve yanıltıcı zevk veren oyunu tercih etmiştir. Yani çok az ve aldatıcı bir kârı tercih ederek uzun vadedeki kazançları, mutlulukları ve hazları harcamış olur. İnsanın akıl düzeyi yükseldikçe peşin küçük zevklerin arkasından gelecek olan büyük kayıpları ve felâketleri; peşin küçük sıkıntıların arkasından gelecek olan büyük zevkleri ve hazları görme yeteneği gelişir. Gerçek iman ve sâlih ameller vasıtasıyla gelişen akl-ı selim ise insana çok daha yüksek düzeyde ileri görüşlülük kazandırır. Bu çok yüksek düzeye çıkmış ileri görüşlülük yeteneği ile insan, ölüm sonrası cereyan edecek olan gerçekleri de anlamaya başlar. Ölüm ötesini idrak etmeye başlayan böyle bir insan, beşer oluşu hasebiyle bir günaha düştüğünde büyük bir zarar ve felaketle burun buruna geldiğini fark eder. Bu farkındalık, onun büyük bir nedâmet ve büyük bir pişmanlık yaşamasına sebep olur. Yaşadığı bu büyük nedametin ateşi akl-ı selim sahibi o insanı tevbe etmeye mecbur eder.

Dikkatle incelenirse, büyük bir nedâmete sevk eden ve tevbe-i nasuh ile sonuçlanan günah, taşıdığı büyük riskin yanında, rutin/tek düze bir kulluk yaşamakta olan mümin/müslim için bir sıçrama taşı, kulluk bilinç ve derecesini yükseltme fırsatı da taşır.  Çünkü yaşayacağı büyük nedâmet ve Allah’ın rızasını kaybetme korkusu o kulu, çok daha yüksek azimetlere iletir. Ayrıca günah işleme imkân ve fırsatı olmayan bir insanın faziletinden de söz edilemez. Dışarısıyla irtibatı hiç olmayan küçük bir odaya zorla kapatılarak günah işleme imkânları elinden alınmış bir insanın faziletli ve kaliteli bir insan olup olmadığı anlaşılamaz. İnsanın fazileti ve kalitesi, günah işleme imkân ve fırsatı varken işlememesi ile veya hasbelbeşer bir günaha düştüğünde hemen pişman olup tevbe ederek o günahtan hızla uzaklaşmasıyla ortaya çıkar. Ancak bütün bunların gerçekleşmesi, insanın içinde taşıdığı gerçek bir imana, yüksek bir kulluk bilinciyle geliştirilmiş olan akl-ı selime bağlıdır. İman zayıf ve akıl da selim olmaktan uzaksa günahlar art arda gelmeye ve bir yaşam tarzına dönüşmeye başlar. Bu durumda artık nedâmet yaşama imkânı da kalmaz. Ve akabinde iman ve akl-ı selim de yok olur gider.

Öldürücü bir zehir yemiş olan bir insanın ölümden kurtulması için hemen kusması gerektiği gibi günah işleyen bir insanın da hemen tevbe etmesi gerekir. Çünkü hemen tevbe etmezse, bu periyotta başarı elde etmiş olan şeytan bir sonraki hamle için çalışmaya başlar ve kişiyi daha büyük bir günaha düşürmek için harekete geçer. Önceki günah sonrası bir nedâmet yaşanmamışsa bu seferki günaha düşmek kolaylaşır. Bu durum, zincirleme bir günah cereyanına dönüşür ve kişilik için bu büyük bir yıkımdır. Artık insan kendi kişiliğini bu yaşam tarzıyla tanımlamaya başlar. Doğal olarak bu yaşam tarzından ve kişilik yapısından razı olur, bu yaşam tarzı için haklılık gerekçeleri üretir ve bahaneler uydurur. Bu büyük felaket, şu ürkütücü ayetlerde tasvir edilmektedir:

“Onların boyunlarına, çenelerine kadar varan halkalar geçirmişizdir. Bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine bir sedd ve arkalarına başka bir sedd çekmişizdir. Gerdiğimiz perde sonucu onların basiretleri de yok olmuştur. Ve artık onları uyarmanla uyarmamanın bir farkı kalmaz, inanmazlar”[1]

İnsanın manevî derecesinin ve kişilik kalitesinin yükselmesi, tevbe etme mecburiyetinden onu kurtarmaz. Zira her derecenin kendine has günahları vardır. En süfli günahlar şirk, küfür ve nifaktır. Bunlardan kurtulan insan Kur’an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde sıralanan büyük günahlardan uzak durmak ve işlemişse tevbe etmek zorundadır. Derecesini yükselterek büyük günahlardan kurtulan insan için küçük günah olarak tanımlanan günahlar korunulması ve tevbe edilmesi gereken büyük günah konumu kazanırlar. Çünkü küçük günahların en tehlikeli yanları, küçük görülmeleri ve onlardan sakınma hassasiyetinde zaaf yaşanmasıdır. Bu zaaf yüzünden işlenmeye devam edilen küçük günahlar insanı tekrar büyük günahların eşiğine getirir, onlar da şirk, küfür ve nifaka düşürür. Küçük günahlardan da sakınma ve tevbe yoluyla kendini kurtaran insan bu sefer, kalbinde mevcut olan günah işleme eğilimlerine tevbe etmek durumundadır. Bu eğilimlerden de kurtulabilmişse Allah’ı her an zikretme, hatırında tutma halinde bulunmama günahına tevbe konumundadır. Allah’ı her an zikir özelliği kazanmışsa O’nun zatına, sıfatlarına ve fillerine lâyıkıyla muttali olamamasına tevbe mecburiyetindedir. Allah’ın cemâl ve celâlini idrakteki eksiklik, o dereceye ulaşmış insan için tevbe edilmesi gereken büyük günah konumu kazanmıştır. Çünkü bunlara nedâmet duyarak tevbe etmeyen bir alt dereceye düşer. Oradaki tevbe ihmal edilirse daha alt dereceye rucu’ gerçekleşir. Böylece müteselsilen en süflî dereceye düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalınır. Bu itibarla tevbe, her derecedeki insanın son nefesine kadar mecbur olduğu bir zarurettir. Bu açıdan baktığımızda ayetlerde ve hadislerde zikredilen peygamberlerin tevbeleri Allah Teâlâ onları peşin olarak affetmiş olsa bile kendi kişiliklerinin kalite düzeylerini koruma mücahedesi olarak anlaşılabilir. Bu realiteden hareketle, peygamberlere oranla kıyaslanamaz ölçüde süflî pozisyonlarda bulunan bizler için tevbe, canhıraş bir gayretle her an izlemek zorunda olduğumuz hayatî bir aksiyondur…

Tevbelerimi kabul etmiş olsa bile tevbe ettiğim günahlarımı işlerken Vedûd olan Rabbim beni gördü; eyvâh, eyvâh, eyvâh…

 

[1] Yâsîn, 36/8-10.