İçeriğe geç

TEVHÎD YOLCUSUNA HAYÂ GEREKİR

Hamdü senalar Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine mahsustur.

Selatü selamlarımız da tevhid inancını insanlık âlemine tebliğ etmek için gönderilmiş olan Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v) in üzerine ve tevhid inancını şarkla garp arasındaki insanlığa ulaştırmak için yola çıkmış olan ashabı üzerine ve onlara tabi olup tevhid akidesini ulaştırmak için çalışan tabiinlere ve tebei tabiinlerin üzerine olsun.

Tevhid yolculuğuna çıkmak için evvela yapılması gereken şey, tevhidi hakikiyi öğrenmenin şart olduğunu bilmektir.

Tevhidi hakikiyi bilmeden tevhid yolculuğuna çıkanlar, kendi yollarını kaybedip şirk bataklığına sürüklenebilirler. Tarihe bakınca, bazı “ehli tevhidiz veya onlar da ehli tevhiddir” diyenlere dikkatinizi çekerseniz tevhidle hiçbir irtibatları bulunmadığını  anlayabilirsiniz.

Geçen sayıdaki yazımızın son satırlarında; tevhidi hakikiye ulaşmak için Allah Zülcelalin her güzel esmasının önüne “La” kelimesini getirerek yani hayır dedikten sonra sonuna kadar o esmayı ikrar ederek, bu şekilde esmayı hüsnanın bütününü düşünüp araştırarak evvela Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş olan nakli delilleri öğrendikten sonra akli delilleri de araştırarak imanı hakikiye ve tevhidi hakikiye ulaşabileceğimizi hatırlatmıştık.

Akli ve nakli delilleri bulup bir esmayı ilahiyeyi tespit edemeyen kişinin imanının, taklidi imanda kalmış olduğunu düşünerek, imanı hakikiye ulaştıktan sonra insanlığa tevhidi hakikiyi öğretmeliyiz. Tevhidi hakiki yolculuğuna çıkmaya karar verince evvela kendi yaradılışımız üzerinde düşünmeye başlamalıyız. Burada bizlere rehber olan” inna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Allah’tan geldik Allah’a gidiyoruz) ayeti celilesinin manasını düşünürüz.

Allah’a gidiyoruz sözü bizlere bir yola çıktığımızı hatırlatıp yolda olduğumuzu bildirdiği gibi bizler de yalnız O’nun yaratması ile yola çıktık, sonuçta yine yalnız O’na gideceğiz inancına sahibiz. İnancımız bir yoldur. Bu yolu bizlere öğretmek için Allah Tealanın gönderdiği ayeti celileler de şeriat ismi ile isimlenmiştir.

Allah’ın gösterdiği yolda Allah’ın koyduğu ölçülerle yoluna devam edenlerin Allah’tan geldikleri gibi Allah Teâlâ Hazretlerine kavuşacaklarını Allah Teala “her kim Rabbi ile mülakat arzusunda ise mülakat için Allah Tealanın tayin etmiş olduğu an gelince Rabbine kavuşur” diğer bir ayeti celilede ise “her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa salih ameller işlesin” buyurarak kendisine kavuşması için kuluna bir yol göstermiştir. İşte bu yola tarikat, Allah’ın gösterdiği ölçülere de şeriat ismi verilmiştir.

Şeriat ise kulu Rabbine kavuşturan bir yoldur. Kulların bazıları Rabbine kavuşmayı arzu edip Allah Zülcelalin gösterdiği yol üzerinde sebat ve kararla yolculuğa devam ederek, önlerine dikilmiş olan her türlü engeli aşmak için çalışırlar. Bu yolculuğun önderi, ölçüsü, bu ümmet için Resulü Ekrem Efendimiz(s.a.v) ve sahabileri olmuştur.

Bu sahabiler, Mekke’den her şeylerini terk ederek ayrılan ve hatta Rabbine mülakat için canını feda edenlerdir.

Bu toplumda Allah Zülcelale mülakatı hakkı ile arzu edemeyip sebepleri aşamayıp heva, heves ve arzu yollarına tabi olanlar da Allah’tan gelip Allah’a giderken yollarını kaybetmiş, sapıklaşmış ve cehennem yolcusu olmuşlardır. Allah Teala onların da yollarının ismini tarikat koymuştur.

Bir ayeti celilede “o kişiler ki benimle mülakatı arzu edemeyip dünya hayatında heva ve heveslerinin istediği gibi yaşamaya razı oldular, onlar nakli ve akli  delillerden gafil olmuşlardır, bunların hakkında bize kavuşmak için onlara gösterdiğimiz yola girmeyip heva ve heveslerinin istedikleri yollara girdikleri için, biz de onları cehenneme götürecek yolları yaratırız” buyurmuştur.

Kardeşlerimiz dergimizin bu sayısının konusunu hayâ olarak düşünmüşler, aslen bu konu hakikaten en güzel konulardan birisidir. Çünkü insan, kazanmaya haris olduğundan daha çok kaybettiklerini düşünür.

Kaybettiklerinden çok daha fazlasını kazansa bile azıcık kaybettiklerini dahi unutamaz. Dünyanın da insanlığın da en büyük kayıplarından birisi hayâ kaybıdır. Hayâ kelimesinin Hay(diri) kelimesi ile yakınlığı olduğu için insanlığa hayat bahşeder, Halikına karşı kulluk görevini yerine getirmeye teşvik eder.

İnsan, Rabbinin kendisine varlık ihsan ettiğini, varlığının devamı için sınırsız nimetler ihsan ettiğini düşününce “Rabbim bana o kadar ihsanlarda bulunurken ben O’na nasıl isyan ederim?” diye düşünerek hayâ etmesi veya her an “her halimle muhtaç olduğum Rabbimin emirlerine nasıl itaat etmem?” diyerek düşünmesi gerekir.

Tarikat; kulu Rabbine kavuşturacak bir mülakat yolculuğudur.

Rabbine mülakat için yola çıkana mülakat için bir hazırlık gerekmez mi?

Bu hususta Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v) “Hayâ imandandır” buyuruyor. İman ise Allah beni görüyor, her halimi biliyor, her hareketimden haberi vardır inancında olmaktır. Allah yolcusu, “Allah ile mülakat için yola çıktım ama O’nun hoşlanmadığı şekilde O’nun huzuruna giderken bana en lüzumlu olan hayâ değilmidir?diye düşünmelidir. Allah Zülcelalin “Bana mülakatı arzu eden salih amel işlesin”buyurması da en güzel hayâya bizleri davet etmektedir.

Yolda yürüyüşümüzden, ibadatü taatlerimizi hakkı ile yerine getirmeye kadar her zaman hayânın şart olduğunu unutmamalıyız.

İnsanoğlu şeriat ölçüsü ile kulluğunu tamamlamak için yola çıkar.Yola çıkınca ilahi emirleri yerine getirmek için Allah’tan utanır, Allah beni görüyor der, emirlerini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışır. Yasaklara sıra gelince Allah beni görüyor der, utanır, yasakları terk eder ve böylelikle kulluk görevini tamamlamak ve ihsan makamına yükselmek için gayret sarfeder. Resulü Ekrem Efendimizin buyurduğu gibi ihsan makamı yani kulluğun en üstün mertebesi, Allah Teâlâ’yı görür gibi kulluk etmektir. Ama Allah Teâlâ’yı inancı ile görür gibi bir mertebeye yükselmemişse Allah (c.c) beni görüyor inancı ile Allah’a kulluğunu tamamlamak için utanır, hayakar olur. Allah beni görüyor inancı onu hatalardan uzaklaştırır ve böylece ibadetlerini hakkı ile yerine getirmeye çalışır.

O zaman hayânın, kurtuluşunun şartı olduğunu da  hayânın imandan olduğunu da anlamış olur. Bazı insanlar en çok Allah Teala’dan utanacakları yerde kendi gibi aciz mahlûklardan daha çok utanırlar. Ama hesap âleminde Allah Teâlâ onu hesaba çekince “Ey kulum kendin gibi aciz insanlardan korkardın, çekinirdin, utanırdın da Benden niye çekinmez, korkmaz, utanmazdın. Sen beni görmez mi, bilmez mi zannederdin?” diye soracaktır.

O zaman bu sualin karşısında hayâsızların düşecekleri durumu iyi düşünelim de o acziyete düşmemek için Rabbimize karşı hayakar olarak yaşayalım. Çünkü kul, “Seni görmez,  bilmez veya işitmez zannederdik” şeklindeki cevaplardan herhangi birisini veremeyince Allah Zülcelal’in “Ey kulum Beni işitir, görür, bilir olarak tanıdığın halde mahluktan korkup utandığın gibi Benden niye korkup, utanmadın?” sorusuna cevap ancak bu hayatta Allah’a karşı hayâ ve saygımızla verilebilir.

Resulü Ekrem Efendimiz sahabeleri ile bir gün sohbet ederken “Ey ashabım, Allah’tan hakkı ile utanın” buyurunca, sahabeler de “Ya Rasulallah biz Allah’tan hakkı ile utanıyoruz”, buyurmuşlardır. Allah’ın Resulü de “Haya, lafla eda edilebilecek bir şey değildir. Haya, başınızı ve başınızda bulunan azalarınızı haramdan muhafaza etmektir.Gözünüzle Allah’ın hoşlanmadıklarına bakarken, kulaklarınızla Allah’ın hoşlanmadıklarını dinlerken, dilinizle Allah’ın hoşlanmadıklarını konuşurken, Allah’tan utanıp bu azalarınızı muhafaza etmelisiniz. Karnınızı ve karnınıza bitişik azalarınızı Allah’ın yasaklarından-haramlarından muhafaza etmelisiniz. Ta ki Allah’tan utanıp midenize haram lokmayı koymaktan ve kalbinizle kendi isteğinizle Allah’ın hoşlanmadıklarını düşünmekten ve kalbinizden Halikın sevgisini çıkarıp da mahlûkun sevgisini koymaktan, ahiret sevgisini kalbinizden çıkarıp, dünya sevgisini kalbinize koymaktan ve bütünü ile Allah’ın hoşlanmadıklarından hoşlanmayı da çıkarıp bu azalarınızı muhafaza etmeyince Allah’tan utanmış olamazsınız. Evinizdeki israfı, dünya hayatının fazla ziynetlerini terk etmeden ve ahireti dünya üzerine tercih etmeden yarınınızı hayatınızdan saymayı terk etmeden Allah Teala’ya karşı hakkı ile hayâ sahibi olamazsınız” buyurmuşlardır.Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v)’in bu hadislerine dikkatimizi çekip, hayanın önemini, faziletini, insanlığın arasında insana izzet ve şeref bahşedeceğini iyice idrak edelim.    Unutmayalım ki hayâ sahibi kullar, ahirette, huzuru Rabbül izzette, alnı açık,yüzü parlak bir şekilde Allah’ın cemalini müşahede ederler, hayâsızlar da hayâsızlıklarının karşılığında yüzleri kararmış, huzuru Rabbül izzette mahcubane boyunlarını büküp “ah keşke ayaklarımın altından yerler yarılsaydı da batıp batıp cehenneme gitseydim de Rabbimin huzurunda hayâsızlıklarımın karşılığında böyle mahcup durmasaydım” diyecek olan insanın halinin ne kadar vahim olduğunu hayatta iken düşünelim de o mahcubiyete bizi götürecek her türlü hayâsızlığı kaldırarak, hayâyı manevi bir elbise olarak giyelim inşaallah.

Böylece hem bu dünyada mahcubiyetten hem de ahirette Allah’ın, Peygamberlerin ve bütün varlıkların huzurunda mahcubiyetten kurtulmuş olalım. Bir örnek olarak düşünürseniz, insanlığın arasında gerçekten ayıp sayılan bir hatayı bir hanım veya erkeğin işlemesinden sonra onu kat be kat hisarların içerisine koyacak olsanız nasıl ki ayıbını örtemezsiniz,aynı şekilde kabirde, mahşerde, hesap aleminde huzuru Rabbül izzette de dünyada işlenen ayıbın örtülemeyeceğine inanırsınız.

Allah bizleri ve insanlık âlemini hayâsız ve hayâ mahrumu etmesin.

Selam, Allah’a karşı hayâ sahibi olanların üzerine olsun.