Uhud savaşında galibiyeti mağlubiyete dönüştüren, okçuların itaatsizliği ile ilgili olarak Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. (Onlara karşı bozguna uğramış bir duruma düştünüz). Ve andolsun ki; sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere çok lütufkârdır.” (Âl-i İmran; 3/152)
Bilindiği gibi Uhud Savaşı Hicretin 3. yılının Şevval ayında (Miladi 625 Nisan ayında) bir Cumartesi günü Uhud mevkiinde meydana gelmiştir. Müşrik ordusu üç bin süvari savaşçıdan oluşuyordu. Beraberlerinde üç bin deve bulunuyordu. Buna ilaveten Uhud mevkiine varıncaya kadar hiç binmedikleri 200 tane de at bulunuyordu. Ayrıca beraberlerinde 700 adet zırh vardı. Kendilerine moral versinler diye kadınları da beraberlerinde getirmişlerdi. Ordunun başkomutanı Ebu Süfyan idi. Atlı birliklerin başında Halid b. Velid ve Ebu Cehil’in oğlu İkrime vardı.
İslam ordusu 14 Şevval Cuma günü Cuma namazından sonra çıkıp, Uhud istikametine doğru hareket etti. Sayıları 1000 kişi kadardı. Bunların ancak yüz tanesi zırhlı idi. Sadece bir atlı vardı. Hz Peygamber yolda askeri bir geçit yaptırarak durumu gözden geçirdi. Bazı çok ihtiyarlarla çocuk yaşta olanları geri çevirdi. O sırada 15 yaşında olan, ok atmasını iyi bilen Rafi b. Hudeyc ile onu güreşte yenen Semure b. Cündüb’e müsaade etti.
İslam ordusu geceyi Uhud’a varmadan Şeyheyn denilen yerde geçirdi. Hz. Peygamber (s.a.v) şafak sökmeden önce ordusunun başına geçerek düşmana doğru ilerledi ve düşman ordugâhına iyice yaklaştı. Tam bu sırada sabah namazının vakti girmişti. Asker silahlı vaziyette, Peygamberimiz (s.a.v) ordunun önüne geçerek sabah namazını kıldırdı. Asker teçhizatlı olarak namaza durmuştu. Çünkü her iki cephe birbirlerini rahatça görüyorlardı. İşte böylesine nazik bir saatte münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül ordunun üçte birini oluşturan yandaşlarını yanına alarak Müslümanların moralini çökertmek için geri çekildi. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i kastederek:
“Bu adamlara kandı, benim (Medine dışına çıkmayalım) sözümü dinlemedi. Ey halk! Bilmiyorum hangi sebeple kendimizi öldürtmek için gelmiş bulunuyoruz?” dedikten sonra nifak ve şüphe ehlinden olan uydularıyla birlikte döndü. Bütün ikazlara rağmen “bir savaş çıkacağını tahmin etmiyoruz” diyerek Medine’ye dönmekte ısrar ettiler.
Her zaman ve her yerde münafıkların davranış ve tutumu işte böyledir. Kimi güçlü görürlerse onun yanında yerlerini alırlar. Güçsüzleştiğini gördüler mi hemen peşini bırakıverirler. Güçlü ellerle otoriteye sahip olan egemen kişinin yanında olurlar. Fakat otoritesinin zayıfladığını görür görmez onu destekleyici tutumları da gevşeyiverir. Tamamen güçsüz düşünce de aleyhine dönerler.
Abdullah b. Ubey ve yandaşları, müşriklerin sayıca daha çok, silah ve tedbir bakımından da daha mükemmel olduklarını düşünüyorlardı. Onlara göre zaferin yolları sadece bu gibi şeylerden geçerdi. Bu sebeple önce canlarının tehlikeye gireceğinden korktular. Aynı zamanda böyle en nazik bir saatte savaş alanından çekilmekle Müslümanları çökerterek müşriklerin üstün gelmelerine katkıda bulunmak istediler. Nerede ise bu oyunlarında başarı elde etmek üzere idiler… Hz. Peygamber (s.a.v)’in sağ ve sol kanatlara yerleştirdiği Hazreç kabilesinden Seleme oğulları ile Evs kabilesinden Harise oğulları düşmana karşı direnmekte korkaklık ve zaaf göstermişlerdi. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyurur:
“O zaman içinizden iki bölük bozulup çekilmek üzereydi. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” (Al-i İmran; 3/122)
Ne var ki, Allah’ın takdiri münafıkların umduğu gibi çıkmadı. Bilakis Allah (c.c) iyileri kötülerden ayırmayı, saf, temiz ve pırıl pırıl kalsınlar diye, sırf Allah rızası için er meydanına çıkmış olsunlar diye müminlerin safları arasından şaibeli ve şüpheli unsurları temizlemeyi murad ettiği için böyle yaptı.
300 münafığın ayrılmasıyla sayıları 700’e düşen İslam ordusu Cumartesi sabahı Uhud Dağı’na vardı. Arkalarını Uhud Dağı’na vererek Medine’ye karşı saf olup durdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) sancağı Mus’ab b. Ümeyr’e verdi. Zubeyr b. Avvam’ı zırhlı kuvvetlerin başına geçirdi. Zırhsız askerlere de Hz. Hamza’yı kumandan yaptı. Düşmanların, cephe gerisinden tecavüzde bulunmasını önlemek için ordunun sol tarafında ki dağın vadisini beklemek üzere elli savaşçı seçerek Abdullah b. Cubeyr komutasında, Rima Tepesi’nde mevzilenmelerini emretti. Oradan müşrikleri ok yağmuruna tutarak cepheyi savunmaları ve sonuç ister zafer ister yenilgi olsun mevzilerini asla terk etmemeleri talimatını verdi ve şöyle buyurdu:
“Düşman süvari birliğine karşı bizi oklarla koruyunuz, ta ki arkamızdan gelmesinler. Durum lehimizde de aleyhimizde de gelişse yerinizden kesinlikle ayrılmayınız. Şüphesiz, siz yerinizde durduğunuz müddetçe muhakkak galip olacağız.”
Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v) orduyu savaş düzenine soktu ve kendilerine şöyle hitap etti:
“Sizi Allah’a yaklaştıracak hangi davranış varsa ben onu size tavsiye ettim. Ve sizi ateşe yaklaştıracak hangi amel varsa ondan da sizi sakındırdım. Hz Cebrail şunu benim kalbime sezdirmiş bulunuyor ki: Hiçbir canlı (kendisi için Allah tarafından takdir edilen) rızkını noksansız bir şekilde yemedikçe -onu yemekte gecikse bile- daha önce ölmeyecektir. O halde Allah’ın koyduğu sınırlara saygılı olunuz ve kazanç ararken dürüst davranınız. (Peşinde olduğunuz kazanç) elinize geç ulaşacak telaşıyla (acele edip) günah işlemeyiniz. Müminin mümin ile olan bağı başın vücutla olan bağına benzer. Başta bir ağrı oldu mu bütün vücut ona bu ağrısında iştirak eder.”
Savaş, müşrik ordusunun sağ kanadından fâsık Ebu Amir komutasındaki birliğin hücumuyla fiilen başladı. Bu cepheyi Halid b. Velid komutasındaki müşriklerin süvari birliği destekliyordu o sırada İslam okçu bölüğü üst taraftan düşmanın süvari hücum birliğini ok yağmuruna tutunca Zübeyr b. Avvam komutasındaki İslam hücum birliğinin karşısında tutunamayarak düşman geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu kez Müslümanlar mukabil hücuma geçtiler. Daha çok sancaktarların üzerine hamlelerini yoğunlaştırdılar. Çünkü zaferi de yenilgiyi de sancak temsil eder. Sayıları 15 kadar olan ve meşhur silahşorlar arasında sayılan düşman sancaktarları İslam mücahitleri tarafından teker teker öldürüldüler. Küfrün sancağı yere düştü ve ayaklar altında çiğnendi. Müslümanlar savaşın bu merhalesinde tek bir vücut gibi ileri atılıyorlardı. Hz. Hamza (r.a) ve Ebu Dücane (r.a) ot biçer gibi düşmanı kılıçtan geçiriyorlardı. Müşrik ordusu, sayıca kat kat büyük olmasına rağmen -Allah’ın izniyle- perişan oldu. Aslında bir Müslüman neferi dört düşmana karşı savaşıyordu. Bununla beraber müşrik ordusu çil yavrusu gibi bir anda dağıldı. Neye uğradıklarının farkında değillerdi.
Savaşın artık neredeyse bittiği intibaları uyanıp müşrikler dağılarak kaçışmaya başlayınca Müslümanlar arkadan bindirip kimisini öldürüyor kimisini ele geçirip esir alıyor ve bu arada düşmanların geride bıraktıkları ganimetleri toplamaya çalışıyorlardı.
Tam bu sırada yamaçta bekleyen İslam okçuları manzarayı görünce Hz. Peygamber (s.a.v)’in kendilerini görevlendirdiği yerden inip diğer kardeşleriyle birlikte düşmana karşı yapılan bu başarılı hamleye katılmak ve bu arada ganimetten de istifade etmek istediler. Onların izlenimlerine göre savaş artık sona eriyordu. Nefis bu ya biraz da ganimet toplamayı düşünüyorlardı. Fakat komutanları Abdullah b. Cübeyr (r.a) aynı görüşü paylaşmıyordu. O, kimsenin asla yerini terk etmemesi kanaatindeydi. Özellikle Hz. Peygamber (s.a.v) böyle emretmişti. O’nun talimatının ihlal edilmemesi gerekirdi. Bu sebepledir ki; Hz. Peygamber (s.a.v)’in ikinci bir talimatı gelinceye kadar yerinde kalmakta ısrar etti. Fakat bu ısrara rağmen -ne yazık ki- okçuların bir kısmı komutanlarını dinlemediler. Yerlerini terk ederek ganimet toplamak üzere diğer askerlere katıldılar. Bu nedenle İslam cephesinin gerisi düşman hücumuna açık ve müsait hale geldi. Çünkü dağın yamacında komutanlarıyla beraber on okçudan başka kimse kalmamıştı. Kureyş ordusunun sağ kanat süvari birliği komutanı Halid b. Velid İslam okçularının mevzilerini terk edip indiklerini görmüştü. Durumu fırsat bilerek hemen komutasındaki süvarilerle dağı arkadan sararak üzerlerine yürüdü. Okçular kahramanca savaştılar. Ancak iki yüz süvariye karşı sadece on kişiydiler. Komutanları Abdullah b. Cubeyr dâhil hepsi şehid edildiler. Aşağıda Müslümanlar artık iki ateş arasındaydılar. Çünkü Halid b. Velid onları arkadan sarmıştı. Bozulmuş olan Kureyş askerleri Halid b. Velid’in haykırışlarını duyunca Müslümanlara karşı yeniden mukabil hücumuna geçtiler. Kureyş ordusu ile birlikte gelen Umra el-Harisiyye adında bir kadın da yerlerde çiğnenen Kureyş sancağını kaparak haykırdı ve Kureyş ordusunu yeniden cesaretlendirdi. Böylece savaş yeniden alevlenmeye başladı.
Müslümanlar disiplinlerini kaybetmişlerdi. Bozgun genel bir hal almıştı. Özellikle İbni Kumay’a Mus’ab b. Umeyr’i şehid edince Onu Peygamber Efendimize benzetmiş ve “Muhammed’i öldürdüm” diye haykırdığı sırada Müslümanlar iyice perişan bir duruma girdiler. İslam askerleri küçük topluluklar halinde ve dağınık idiler. Bunlardan küçük bir gurup Hz. Peygamber (s.a.v)’le beraberdi. Hz. Peygamber (s.a.v) durumu çok dikkatli bir şekilde izliyordu. Müslümanların dağıldığını ve manevi çöküntüye uğradıklarını görünce, kendisi için büyük tehlike olmasına rağmen nerede bulunduğunu ilan etmeyi gerekli saydı. Müslümanlar Peygamberimizin sesini duyunca rahatladılar. Çember içindeki askerlerin morali birden yükseldi. Öyle ki başlarına ne gelebileceğine pek aldırış etmeden düşman saflarını bir anda yarıp çemberden çıktılar ve diğer dağınık Müslümanlar gibi onlar da Peygamber Efendimizin etrafında kümelenmeye başladılar. Bu sırada düşmanlar da bu yöne doğru kaydılar. Savaş bütün şiddetiyle yeniden alevlendi. Bu sırada düşman süvarilerinin başında bulunan Mus’ab b. Ümeyr’in katili İbn-i Kumay’a (kamie) Peygamberimize doğru bir hamle yaparak üzerine şiddetli bir kılıç darbesi indirdi. Kılıç Rasulullah’ın zırhını delerek onu incitti. Arkasından bir darbe daha indirdi. Bunun etkisiyle Efendimiz (s.a.v)’in miğferinden iki zırh halkası mübarek yanağına batarak yüzünün kanamasına sebep oldu. Utbe b. Ebi Vakkas da fırlattığı bir taşla Peygamber Efendimizin mübarek dişini kırdı, dudağı da yaralandı. Mübarek iki dizleri sıyrıldı. Peygamber Efendimiz öyle etkilenmişti ki, yüzünden aşağı sızan kanını silerken; “Kendilerini Allah’ın gösterdiği doğru yola çağırırken Peygamberlerinin çehresini böyle kana bulayan bir ümmet nasıl iflah olabilir.” diye söylenmekten kendini alamadı.
Sonra Müslümanlar Uhud dağının yüksek yamaçlarından birine çıkıp orada mevzilendiler. Düşman üzerine yağdırdıkları oklarla hücumlarını durdurdular. Müşrikler artık Müslümanlara fazla bir zayiat vermekten ümitlerini kestiler. Ebu Süfyan askerlerine geri çekilmek için emir verdi.
Müslümanların Uhud Savaşı’nda verdikleri zayiat az değildi. Yetmiş kadar şehid bıraktılar. Yaralıların sayısı ise yüz elliyi geçiyordu. Müşriklerin ölü sayısı ise 22 idi.
Bu durum okçuların yanılmasından, onların Rasulullah’ın talimatına ve emirlerine son ana kadar bağlı kalmamalarından, Rasulullah’ın onları yerleştirdiği mevziyi boşaltmalarından doğmuştu.
Uhud Savaşında Müslümanların maruz kaldığı meşakkatler, aslında onlar için bir terbiye ve tecrübeden ibaretti. Galibiyet sevinci ile fetih neşesiyle ve zafer sarhoşluğuyla yaşayan, musibetlerin ve mağlubiyetlerin acısını tatmamış bir topluma güven duyulamayacağına işaret etti
Allah Teala Müslümanların nefislerini Rasulullah’ın ölüm ve şehadet haberiyle imtihan etti. Müslümanlar da imanda sebata, imana davete, O’nun yolunda cihada hayattayken ve öldükten sonra imana devam edeceklerini ispat ettiler. O ölse de korkuya kapılmayacaklar, gevşemeyecekler ve düşmana boyun eğmeyecekler. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“(Ey müminler!) Gevşemeyin, mahzun olmayın, siz eğer (gerçekten) mümin iseniz en üstün sizsiniz.” (Al-i İmrân; 3/139)
“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren erler var. İşte onlardan kimi adağını yerine getirdi. (Şehid oldu) Kimi de (bunu bekliyor) onlar hiçbir surette (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzab; 33/23)
“Muhammed, ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Ali İmran; 3/146)
Birçok ibretlerle dolu Uhud Savaşı’nı siyer kitaplarından özetlemeye çalıştım ki konu başlığı olarak seçtiğim ayet-i kerimeyi daha iyi anlamış olalım ve dolayısıyla günümüz dünyasını aydınlatmış olsun. Ne mutlu ibret alanlara!…