Zavallı ve masum müslümanlık! Men-sûbînin1 acz ve zilletiyle yine sen mi ithâm ve muâheze2 olunuyorsun?
Ve biz, duygusuz ve hayırsız müslümanlar! Kusurumuzun cezasını, dünyada çektiğimiz sefaletle geçirmiş olabilseydik de hâl-i esef-iştimâlimizle3 dîn-i İslâm’a, hatta kendi aramızdan, söz getirmekte olduğumuzun cezasını da ahirette ayrıca çekmeseydik.
Beri tarafta, ey içimizden halâskâr4 kisvesine bürünerek meydana çıkan cesaretli gafiller! Müslümanların kendilerini ıslâh ve i’lâya5 gücünüz yetişmediği için, vazîfe-i asliyyenizdeki aczinizin intikâmını dîn-i İslâm’dan mı almak istiyorsunuz?
“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, ‘Bunları dinleri aldatmış.’ diyorlardı.”6 misdak-ı celîlince, müslümanların terakkîlerine; fazla müslümanlıkları, taassubları mâni› oluyor zu’m7 ve zehâbında8 bulunan sizlere te’min ederim ki bugünkü müslümanların müslümanlıktaki tedennîleri9 dünyaca olan tedennîlerinden kat kat ziyâdedir. Ne olurdu, hastalığın esbâbını biraz da bu cihetlerde arasaydınız. Müslümanların sukût10 ve inhitâtını11, en âlî12 ve en mükemmel bir dîne vâris oldukları halde muktezâsınca13 hareket etmemek veyahut o şeh-rah-ı hidayetten14 öteye beriye sapmak sûretiyle kadrini bilememelerinin cezasına atıf edemez misiniz?
İnsanlık nazarında bir fazîlet-i müktesebe15 olamamak itibariyle yekdiğerinden fark ve imtiyâzı hâiz olmayan milliyetlerle, aynı topraktan ibaret bulunan vatan his ve gayreti lâzım ve mukaddes tanındığı halde, din hissi, din gayreti, din izzet-i nefsi lazım değil midir ki müslümanların dinlerini bozmadan adam edilmeleri çaresine bakmakla kendinizi mükellef görmüyorsunuz?
İbtidâ16, müslümanlığı müslümanlardan güzelce tefrîk ettikten sonra17, müslümanlığın değil de müslümanların, evc-i bâlâsına18 uzanamayarak uzaktan bakmakla iktifâ ettiğine sizin kadar müteessif19 olduğum o terakkiyât-ı medeniyyenin20, o âsâr-ı bedî’a-i beşerînin, fakat Allah’a taalluk eden mesâil karşısında ne kadar kıymet ve ehemmiyeti vardır ki onun câzibesinin verdiği kuvvet ve cür’etle Allah’ın dini üzerinde koşmaca oynamaya kalkışıyorsunuz. O derece şaşırmayınız, beşer ne kadar kuvvet bulsa, Allah nazarındaki hak ve bâtılı altüst edecek bir inkılâb vücûda getirmek iktidarından pek, pek uzaktır. Milyonlar, milyarlar teşkil eden ecrâmdan21 bir adedi, bir aded-i nâçizi olan arzın22, ancak sathının23 beş on noktasında karınca izi mesâbesinde arz-ı vücûd24 eden o âsâr-ı medeniyyeye nazarınız25 saplanıp kalmasın!
Bir zerre demekse şu semâvâta göre arz
Nisbetle beşer etmelidir kendini yok farz.
Miskîn insan, başının içine Allah’ın nasıl koyduğunu henüz anlayamadığı aklı ile bulduğu şimendiferlerini26, otomobillerini, tayyarelerini27 bin misli süratine iblâğ etse28 yine yerinde saymak derecesinde kalan bu gibi vesâit-i nâkilesine29 mağrûr olup da kâinât kâfile-i seyyâresiyle30 yarışmak hevesine mi düşecek?
“İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.”31
En küçük bir balık yaratmak, en büyük bir dretnot32 yapmaktan ve en âdi bir sinek halketmek33, en mükemmel bir zeplin34 îcâd eylemekten daha sanatlı olduğunu unutmasın.
“Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.”35
Sonra, bir pirenin bir fil üzerine yapışmakla file binmesi kabîlinden dersek aradaki farkı tamamen göstermiş olamayacağımız surette, beşer âsâr-ı mevcûdiyetiyle tutunmak istediği kürede ne kadar alâka peydâ edebilmiştik?
Cirmi nedir, müddeti nedir, hayatı nedir ve nasıl bir pamuk ipliğine bağlıdır? Kâinâta tevcîh edilen umûmî bir nazar, en azîm en müte’azzım bir adama en küçük bir mikrop kadar mevcûdiyet hissesi ayırmaz, en şevketli bir hükümete bir santimetre murabbaı36 yer vermez. Müddeti bir demden, hayatı bir nefesten ibaret olan insan, henüz hâl-i hayâtında iken bile ale’t-tevâlî37 yirmi dört saat dünya ile alâkasını muhâfaza edemeyerek her gün, servetinden, âsârından, ilminden, iktidârından ayrılmak ve saatlerce başka bir âleme teslîm-i nefs38 eylemek mecbûriyetindedir.
“Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık.”39
Şimdiye kadar, Avrupa’nın terakkiyât-ı maddiyyesine bizi teşvîk eden müceddidlerimizin bir kısmı âdetâ: “Herifler dünyalarını mamur etmişler, bizim buna gücümüz yetmiyor, yani dünyamızı mamur edemiyoruz, bari ahiretimizi harâb edelim.” manasını andıran bir tarîk-i nâhemvâr40 üzerine bizi teşvîk etmişlerdir.
Ben, müslümanların maddeten ve ahlâken inhitâtını ve belki kısmen iflâsını inkâr edenlerden ve buna çaresâz41 olacak intibâh ve teceddüd yolarının önüne set çekmek isteyenlerden değilim. Ancak buna çare olacak diye açıktan ve gizliden dîn-i İslâm’ın tahrîb ve tahrîfine lüzûm gösterilirse o zaman ben, müslümanların bu hâl-i sefâlette kalmalarını, haklarında daha hayırlı görürüm. Ve bu sefâleti de yine hiç olmazsa dîn-i İslâm’ın esâsına sahip kalmış olmakla beraber ahkâmı ile âmil olmak hususundaki kusurlarına, gevşekliklerine karşı bir te’dib-i ilâhiyyeye hamlederek mütesellî olurum ve ben müslümanların mes’ûd bir dünya yüzüne çıkmasını samimi vicdanımla arzu eylediğim halde, dinimizin üzerine basarak erişebileceğimiz yüksek dünyamıza lanet ederim. Biz o yüksek dünyaya çıktığımız zaman, İslâmiyette dest-i i’tisâmımızla fark-ı ihtirâmımız da bulunmalıdır. Hem bu sûretle hareket edersek yükseleceğimiz yere çıkarken bizliğimizi de beraber götürmüş olacağımız cihetle muvaffakiyet daha ziyâde kat’îdir. Aksini yaparsak, daha i’tilâ hareketinde melezleşmiş olan bizler, çıkacağımız noktaya vâsıl olmadan kuvvetimizi zâyi’ etmiş olacağımız gibi farz-ı muhâl olarak şâhika-i emele42 yükselmek mümkün olsa bile o yükselenler, artık biz değil, bizden tenâsüh43 etmiş başkalarıdır. Bize yabancı olan o mahlûkların dünyaca saadetlerine çalışmak borcumuz olmadığı gibi, ahiretce mes’ûliyetlerine iştirâk etmek de hiç işimize gelmez.
Yine ben, şimdi ulemâ-i İslâm mevkiinde bulunanlardan birçoklarının bu unvan ile münasebetleri olmadığını ve en muktedirlerinin de ilmen ve fikren ve hissen kifâyetsiz bir derecede bulunduğunu tasdîk ederim. Fakat benim gibi işte o kifayetsizlerden olan başkalarının, vaktiyle ilm-i kelâmı, ilm-i fıkhı vaz’ ve tedvîn eden ulemâ-i İslâm’ın mevki’-i bülendine hakâretler fırlatmaya kalkışmalarını kat’iyyen tecvîz etmem. Onlar, içinde bulundukları asırların ihtiyacât-ı ilmiyyesine bâliğan-mâ-belâğ44 galebe çaldılar. Onlardaki kudret-i ilmiyyenin, hiss-i vazîfenin onda biri bizde bulunsaydı belki biz de dîn-i İslâm’ın “garîb” kaldığı bir zamanda, bir parça yüzünü güldürebilirdik. Bizim gibi, bu dinin ulemâsı ‘idâdında45 bulunmaya lâyık olmayan zavallıları görüp de, târîh-i İslâm’ın, kılıcı ile nâm bırakan e’âzımdan binlerce daha fazla ulemâya mâlik olduğunu unutmamalı ve hele kifâyetsizliğine yani noksan ilmine fikdân-ı terbiyesi46 munzamm47 olmaktan başka bizden farkı olmayan kimselerin sözlerine bakıp da eslâf-ı ulemâmız hakkında yanlış fikirlere zâhib olmamalı48, Allah’tan korkmalı ve ilim ve dîn huzurunda utanmalıdır.
Yeni yetişen müslüman çocukları, sürü sürü Avrupa ulemâ ve hükemâsının isimlerini, menâkıb-ı şöhretlerini hâfızalarında taşıyorlar. Bu hâl kâfî gelmiyormuş gibi üstelik bir de ulemâ-i İslâm’ın, bazı hâtıralarda kalan bekâyâ-yı nâmını49 kazıyıp çıkarmak için mezemmetlerini50, kendilerine âdetâ meslek edinenler ve bunu da gûyâ dîn-i İslâm’a hizmet şeklinde gösterenler bulunuyor!
Hayır, hayır… Eslâf-ı kirâmın hizmetleri, uluvv-i himmetleri, hadd-i nâşinâs ahlâf’ın takdirine arz-ı ihtiyâc etmek derecesinden müte’âlîdir. Lâkin müslümanlar arasında, ulûm-i İslâmiyye mebâhisinde herkese, istediğini söylemek ve belki bu ilimleri okumadan bilmek hakkı verildiği ve yine bu ilimlere mahsûs olmak üzere hatâ ile savâbın farkı aranılmadığı bir zamanda kütüphânelerin elinden gelmez ki sahiplerinin sükûta mahkûmiyyetleri cihetiyle müdâfaadan mahrûm kalmış olan mücelledât-ı ilmiyyeyi51 çıkarsın da ortaya saçsın!
Hicap etsin tabîat yerde kalmış kabiliyetten!
Evet, o büyük eslâfın verese-i ulûmu makâmında bulunan şimdikiler, acz ve fütûr52 içinde pûyân53 ve her türlü levm-i lâim’e54 şâyândırlar.55 Bununla beraber, ilm-i dîne, tarîk-i mahsûs-ı fennîsinden56 intisâb etmeyen veyahut dini, sırf dünyevî ve ictimâî bir mesele halinde tahlîle kalkışan müceddidlerin dîn-i İslâm hakkındaki zarar ve hasarı işte bu kifâyetsiz ulemâdan fazladır. Bunu târîh-i İslâm gösterecek ve belki âlem-i İslâm’ın son senelerinde kısmen göstermiştir bile! Çünkü evvelâ, bu müceddidlerin, dinimizin hakîkaten dostu veya düşmanı olduklarını tayin edememekte ma’zûruz. Bunlar, daha sarîh57 bir çehre ile karşımıza çıksalar…58
1 Mensublarının (müslümanların).
2 Sorgulanma.
3 Üzüntü verici halimizle.
4 İhlâslı.
5 Yükseltmeye/Yücetlmeye.
6 Enfâl; 8/49.
7 İddia.
8 Kanaatinde/Fikrinde.
9 Düşüklükleri.
10 Düşme.
11 Yıkılmasını.
12 Üstün.
13 Gereğince.
14 Hidâyet ana-yolundan.
15 Elde edilmiş üstünlük/değer.
16 En başta/Önce.
17 Ayırdıktan sonra.
18 En yüksek noktasına.
19 Üzgün.
20 Medenî yükselmenin/ilerlemenin.
21 Kütlelerden/Varlıklardan.
22 Yer(yüzü).
23 Yüzeyinin.
24 Varlık gösteren.
25 Bakışınız.
26 Trenlerini.
27 Uçaklarını.
28 Ulaştırsa.
29 Nakil araçlarına.
30 Seyreden kervanıyla.
31 Yâsîn; 36/77.
32 Büyük savaş gemisi.
33 Yaratmak.
34 Uçan gemi.
35 Hacc; 22/73.
36 Bir santimetre kare.
37 Peşpeşe/Durmaksızın.
38 Kendini teslim etmek.
39 Nebe’; 78/9.
40 Düz olmayan/Eğri.
41 Çare bulan.
42 Gerçekleşmesi istenilen en yüksek arzu.
43 Ruhu (başkasına) geçmiş.
44 Ulaşılabilinen son nokta.
45 (Arasında) sayılmak.
46 Terbiyesizliği.
47 Ekli/Beraber.
48 Varmamalı.
49 Devâm eden/arta kalan nâmını.
50 Kusurlarını/Hatalarını.
51 İlmî kitapları.
52 Bezginlik.
53 Batmış/Dalmış.
54 Kınayıcının kınamasına.
55 Lâyıktırlar.
56 Kendisine hâs ilmî yolundan.
57 Açık.
58 Bu makale Merhûm Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’nin “Yeni İslâm Müçtehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi” (1337, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, İstanbul) eserinden alınmıştır.