İçeriğe geç
Anasayfa » ULÜ’L-ELBAB SELİM AKIL SAHIPLERİ

ULÜ’L-ELBAB SELİM AKIL SAHIPLERİ

“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak selim akıl sahipleri anlar. (1)

Hakkı görüp ona tâbi olanla; hakkı görmeyen, ona tâbi olmayan yani mânen kör olan kimse hiç birbirine eşit olur mu? Elbette olmaz. Fakat bunu “Ancak selim akıl sahipleri iyice düşünüp anlar.”

Zaten Kur’an-ı Kerim’in nasihatlerini ancak saf akıl sahipleri kabul eder ve onlarla amel eder.

Bu saf ve selim akıl sahipleri, Allah (c.c)’ın Cemal ve Celâl sıfatlarının nurlarının tecellîleri ile teyid edilmiş; hayal, vehim ve hislerinin afetlerinden kurtulmuş/korunmuş kimselerdir.

Hak yolcusunun, nefsini tezkiye etmek için, yani nefsini günahlardan temizleyip saf bir hale getirmek için önce tefekkür sonra da tezekkürde bulunması gerekir. Tefekkürle tezekkür arasında fark vardır. Tezekkür, tefekkürün üstündeki bir haldir. Tezekkür, ancak gaflet örtülerinden kurtulmuş olan kimselerde bulunur. Bundan dolayı Allah (c.c) Âyet-i kerîmede “Ancak selim akıl sahipleri tezekkürde bulunur” buyuruyor. Yani ancak selim akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alır.

Gaflet örtülerinden sıyrılıp selim akıl sahibi olmak ancak şer’i hükümleri yaşamakla mümkün olur. Mü’min şer’i hükümler sayesinde engelleri aşıp Hakk’a kavuşabilir. Hakk’a kavuşmak isteyen Müslüman, Allah (c.c)’ın kendine emanet ettiği kalp, göz, kulak, dil, el, mide, ayak ve avret mahalli gibi azalarını, Allah (c.c)’ın rızasının bulunduğu İslâmî esaslara uygun olarak kullanırken; mal, evlât, hanım ve diğer insanlarla alakalı konularda da şer’i hükümlere uymak zorundadır. Hayatı şer’i hükümlere uygun bir şekilde yaşamadan selim akıl sahibi olmak mümkün olmadığı gibi kemâlata erip iyi bir kul olmak da mümkün değildir.

Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de, Ulül-Elbab denilen bu ince, saf ve selim akıl sahibi kimseleri bizlere değişik yönleri ile tanıtmakta ve bizleri de onlardan olmaya teşvik etmektedir.

Cenab-ı Allah (c.c), Aşağıdaki Âyet-i kerîmelerde akl-ı selim sahiplerinden bahsederek şöyle buyurmaktadır.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardına gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretlerden vardır.

Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzere yatarken (her vakit)Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (2)

Yukarıdaki Âyet-i kerîmelerde önce göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün değişimi, bir başka ifadeyle, mekân ve zamanın ilâhi kudrete delâleti akl-ı selim sahiplerinin ibret nazarına sunulmaktadır. Ardından özlü bir ifade ile bizden, varlığın gerçek bilgisine ulaşma çabasını göstermemiz istendikten sonra; bu çabayı gösterenlerin, Allah (c.c)’ın üstün kudretinin ve eşsiz sanatının eserlerini idrak etmeleri ve ardından da derin bir saygı ile O’na yönelmelerinin kaçınılmaz olduğu ortaya konmakta ve şöyle buyrulmaktadır:

“Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, ‘Rabbinize inanın’ diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber’i ve Kuran’ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al.

Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vaad ettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil rüsvâ etme; şüphesiz sen vadinden caymazsın!” (3)

Şimdi Ra’d süresinin konuyla ilgili ayetlerine dönelim:

“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.” (4)

Yani mü’minler, gerek kendileriyle Allah (c.c) arasındaki gerekse diğer kullar arasında ki bütün ahitlere bağlı kalırlar.

“Onlar Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rabblerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.” (5)

Âyetteki “Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyler” den maksat, akrabalık bağlarını sürdürmek, mü’minlerle dostluk ve birlik halinde yaşamak gibi ailevî ve içtimaî vazifelerdir.

“Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel)sonu sadece onlarındır.”

“(O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından Salih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.

(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!(derler)” (6)

Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimelerde Ulül-Elbab yani akl-ı selim sahibi olan kimselerin sekiz vasfı zikredilmiştir. Buna bir nazire olarak cennetin kapıları da sekiz adettir.

Bu sekiz vasfı özetleyecek olursak, bunlar:

  1. Allah’ın ahdini yerine getirmek, sözünden caymamak,
  2. Sıla-i rahimde bulunmak,

3, Allah’tan korkmak,

  1. Ahiret günündeki hesaptan korkmak,
  2. Allah rızası için sabretmek,
  3. Namazı dosdoğru kılmak,
  4. Gizli ve açık Allah yolunda infakta bulunmak,
  5. Kötülüğü iyilikle def etmektir.

Allah (c.c) Hazretleri, Rablerine verdikleri sözde durmayan, akrabalık bağlarını kesen ve yeryüzünde fesat çıkaranları cehennemle tehdit ederek şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.

Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatı ile şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (7)

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

“Bir topluluk ahdini bozarsa aralarında katil olur (cinayetler artar). Günahlar açıkça işlenirse Allah (c.c) onlara ölümü musallat eder (yani AIDS ve benzeri öldürücü hastalıklara yakalanırlar). Yine bir topluluk zekâtlarını vermezlerse yağmur onlardan alınır. (yani kıtlık olur).” (8)

Zaman zaman meydana gelen deprem, tsunami, kasırga gibi belâlarla Allah (c.c) hem kâfirleri, hem de vazifelerini ihmal eden müslümanları uyarmaktadır. Bu şekil felâketlerle mutlak güç ve kudret sahibinin sadece kendisi olduğunu bizlere hatırlatmakta ve süper güç olduğunu iddia edenlerin bile bu hadiseler karşısında nasıl aciz kaldığını tüm insanlığa göstermektedir.

Ayrıca ekonomik sıkıntılar, ailevî ve içtimaî problemler, terör gibi hadiselerin de temelinde çoğu zaman Allah (c.c)’a isyan yatmaktadır. Kurtuluş için, akl-ı selim sahibi kimselerden olmaktan başka çare yoktur.

Dipnotlar:

  1. Ra’d, 19
  2. Al-i İmran, 190–191
  3. Al-i İmran, 192 194
  4. Ra’d, 20
  5. Rad, 21
  6. Rad, 22–24
  7. Ra’d, 25–26
  8. Haysemi, Mecmâ’uz-Zevâid, 12150