Biz modern çağın insanları İslam’ın emirlerini yaşamak ve bahşettiği idrak terbiyesiyle hayatı anlamlandırmakta pek güç durumdayız. Elbette ki Hazret-i Âdem’den beri süregelen imtihanda insanoğlu, içindeki cevherin mihengi olacak türlü türlü suallere muhatap olmuştur Her asrın kendine has imtihanları olmuş ve insanoğlu samimiyeti ölçüsünde Rabbine giden yolları aşabilmiştir. Tebliğ için dünyanın bir ucuna yollanan bir Sahabe Efendimizle, bir serhat boyundaki Osmanlı akıncısının, bir Endülüs âlimiyle, Balkan köylüsünün imtihanları farklı farklıdır: Modern zamanların ürünü idrak kay malan, ulvi değerlerin dimağlardan silinmesi ve fikri süflileşmeler de bizlerin başına
açılmış en büyük imtihanlardandır şüphesiz..
Fikrî sakatlıklarımız da imanı algılayışımızda başlar İmanı basit bir kabulün ötesinde insan aklına ve kalbine açtığı geniş ufuklarla düşünememek belki ilk ve başlıca hatamız Allah’ın hâkimiyetini ve İslâm’ın mutlak doğrularını ruhuna sindiremeyen Müslüman, İslâm’ın esaslarını ve emirlerini doğrudan reddetmeden -biraz da gayri ihtiyari- yaşayışından uzaklaştırmaya başlıyor:
Dini emirler sırf emredildiği için yapılır. Hâlbuki faydacı zihin yapısı insanlara: “Fayda gördüğün şeyi yap!” der Böylece Müslüman kendince fayda mülahaza etmediği dini emirlerden kaçınmaya başlar Bir rahatlama vesilesi olarak dine sarılır ama zaten yola yanlış çıktığından bu faydayı temin edemez ve tekrar dinden uzaklaşır. Sorumluluk şuuruyla dinin gösterdiği yolda yürüyenler ise, en önemsiz zannedilebilecek inceliklerin bile kendilerine nice huzur kapılan açtığını, nice gizli dertlerine devalar getirdiğini bilirler.
Hiç şüphesiz büyük bir batı rüzgârının mağdurlarıyız. Yüzyılların derinlerinden gelen bu büyük tufan bizi kendisine fazlasıyla benzetmiştir. Bugünün Müslümanı -husûsen Müslüman Türk’ü- hayat tarzı ile, dünya algılaması ile ve değer yargılarıyla dindar ecdadından çok çağdaş Hıristiyan batıya benzemektedir Değil dini nüfus cüzdanındaki ifadeden ibaret olan çoğunluk, dindar olduğu iddiasındakiler bile birçok meselede -İslam’ın hilâfına – modem hayatın getirdiği kabullere meyletmektedirler Bazen İslâm’ın çok açık olarak karşı olduğu bir meselede çağdaş dünyanın genel kabul görmüş ilkelerini adeta bir refleks olarak kabul ederler
Modem zamanların biz farkına varamadan bünyemizde icra ettiği dönüşümlerden biri de bize ait kavramların yerine kendi hayalhanesinin ürünü kavramları yerleştirmesi. Düşünelim, nefis terbiyesinden kişisel gelişime giden yolda sadece kelimeler mi değişti acaba. Müslümanın en birinci kulluk vazifesi olan tövbenin adı duyulmazken özeleştirinin revaç bulması çok mu masumcadır.
Bir İslâmi deyimler sözlüğü açılınca önümüze saçılan hazinevârî dinî- tasavvufî ıstılahların unutulması ve yerini ithal malı yenilerinin alması maalesef sağlık işaretleri taşımıyor. Kitle iletişim araçlar hayra hizmet eder mi etmez mi mütefekkirlerimiz tartışadursun, hali hazırda birçok yanlışın rengi onların marifetiyle yumuşatılıyor. Yaşı yeten herkes bir harama verilen tepkinin televizyonca nasıl yumuşatıldığını kendinde örnekleriyle görecektir. Dinen sakınılması gerekenler için “normal’’, “estetik”, “iyi” ve hatta “ulvî” ifadeleri kullanılırken, günahlara “günah” demek “akıl dışı” muamelesi görüyor. Modern zaman adamı tasavvuf yolunun adab, erkân ve düsturlarını çağ dışı kabul ederken, bir Budist rahibin, bir Avustralya yerlisinin ilkel dinî inanışlarını kutsîleştirir.
Geçim derdinin tazyikiyle, ölüm korkusuyla, modern rüzgârların etkisine kapılarak ve çoğunluğun değer yargılarına meylederek Müslüman her an Efendisinin -Aleyhisselam- izinden sapma tehlikesindedir. Mensubu olduğu toplum onu bin bir vasıta ile kendi melez haline benzetip, türlü türlü cereyanlarla İslâmî düşünüşten alıkoymaya uğraşırken Müslüman bu hale kayıtsız kalamaz. Kendi başına da bu tufana karşı koyamaz. Yapılacak olan ya terk-i diyar edip hicret eylemek ya da bu denizlerde boğulmamak için bir İslâm adacığının sahil-i selametine kendini atmaktır…