İçeriğe geç
Anasayfa » ÜSLÛB-I HAYAT

ÜSLÛB-I HAYAT

“İnsanlar helak oldular! Âlimler hariç. Âlimler de helak olacaklar, ilmiyle amel edecekler dışında. İlmiyle amel edenlerin de sonu helâket! İhlâs sahipleri dışında. İhlâslılar ise ince bir hat üstünde yürümedeler…”

Nedir bu bizleri kılı kırk yarmaya iten, ancak en halis(ihlâslı) halimizle salimen içinden çıkabileceğimiz büyük hadise?

Yaptığımız işe göstereceğimiz ihtimam, onun ne kadar devasa ve ne derece ehemmiyetli olduğu ve ne seviyede bir risk ihtiva ettiğiyle alakalı.

Bir milletin kaderinin çizilmekte olduğu bir savaşta, ordu kumandanının her bir kararı o milletin tamamı kadar ehemmiyetli ve her hamlesi büyük neticelere halkı giriftar edecek risktedir.

Yeryüzünün en kıymetli hazinesini himaye eden bir kişi elindekilere göstereceği ihtimamla, en ufak ihmallere bile fırsat vermez.

Bir beyin cerrahının parmaklarının küçük bir hareketi dahi taşıdığı risk ve ehemmiyet sebebiyle en edna bir ihmali bile kaldırmaz.

Peki ne bir ordu kumandanı, ne bir hazine sahibi ve ne de beyin cerrahlığı gibi bir mesleğe sahip olmayan biz sıradan insanlara, efendimiz ve terbiye edicimiz olan cenâb-ı peygamber hangi sebeple bu kadar ince bir hatta yürümekte olduğumuz ihtarını yapıyor? Belli ki bütün sıradanlığı ve ehemmiyetsiz görünümüne rağmen hayatımızın ve hareketlerimizin devasa gayeleri ve dramatik neticeleri olduğunu düşünmemizi istiyor.

Düşünelim…

Bizler içinden sağ çıkanın olmadığı bir dünyaya, aklın hayalin almasının asla mümkün olmadığı bir cemal ve kemalin sahibi bir zatın vazifeli temsilcileri olarak gelmişiz. Gideceğimiz yer ise, ya bildiğimiz bütün müsbet kavramların müntehası ve ötesi olan cennet ya da hayal ve idrakin aciz kaldığı dehşetteki cehennem.

Bu şekilde bütün parametreleri sonsuz olan bir denklemin çözümü de sonsuz sayısıyla mümkün. Yani içine girdiğimiz bu hadisenin cüssesine nisbetle göstermemiz gereken gayretin, ihtimamın, titizliğin ve dikkatin sonsuz olduğunu söylememiz mantığın icabıdır.

Neyse ki bizi her şeyiyle bilen rabbimiz bizi sadece güç yetirebildiğimiz kadarından mesul tutuyor. Ama mutlaka gücümüzün yettiği en yüksek seviyeden…

İnsan adeta kendi beynini ameliyat eden bir hekim gibi her saniye kendi sonunu hazırlıyor. Her an, her hareket dünyadaki en büyük meselesi olan “vazifesi” ve sonunu belirliyor. Hiç şüphesiz başımıza açılan bu en büyük davada her şeyimizi seferber etmemiz, bütün dikkatimiz ve gayretimizle bu meseleye eğilmemiz, bütün imkanlarımızı bu işe hasretmemiz kesinlikle aksini göze alamayacağımız bir prensibimiz olmalıdır.

Öyleyse takva hali ve Allah’ın rızasının en çoğunu aramak bizim için tek kurtuluş yolu. Daha azı bizi asla memnun edemez. Dikkatimizin ve gayretimizin en üst seviyesinde cehd edeceğimiz bu davamızda yine peygamber efendimiz bize bir prensip koyuyor: şüphelilerden kaçınmak.

Nasıl ki bir çoban padişahın koruluğu olduğunu bildiği bir bölgeye değil koyunlarını sokmak civarına bile yaklaştırmaz. Aynen o çoban gibi biz de rabbimizin koruluğu olan haramlara ve mekruhlara değil girmek, yaklaşmayı bile göze alamayız.

Eslafta bu hassasiyet o seviyeye çıkmış ki, O’nun (S.A.V.) nasıl karpuz yediğine dair bilgisi olmadığından karpuz yemekten ictinab edecek bir hal üzere yaşamışlar.

Bilmeden yediği haram lokma yüzünden istifra etmeye çalışan Ebubekir efendimiz, hırsızın elini haksızca kestiren Fatih’e kısas uygulamayı hükme bağlayan İstanbul kadısı ve onu tebrik eden Fatih, kendisine sarığını çıkar diyen mahkeme heyetine “bu sarık bu başla çıkar” diyen Bediüzzaman hep bu büyük davanın titiz gayretkeşleri olarak bizlere birer numune-i imtisal olmuşlardır.