İçeriğe geç
Anasayfa » ÜSLÛB-I HAYAT

ÜSLÛB-I HAYAT

Ahlak kitap okumakla elde edilmez diyor büyükler. Ya nasıl kazanılır insanı hakîkî mü’min yapan bu haslet. Arif Nihat Asya şöyle diyor:

“Biz abdest almayı kitap okuya okuya değil

            Abdest alanların eline su döke döke öğrendik.”

Bir ustaya çırak, bir hocaya talebe veya bir efendiye bende olmak. Yani öğrenilecek şeyi meşk etmek, hal sahibinin haliyle hallenmek…

Her şeyin hakikatini en parlak sûrette ilan ve izah eden Kitâb’a bakıyoruz, bizlere sürekli “abdest alanların” hikayelerini anlatıyor. Ve tabii abdestsizlerin…

Gerek Kelâm-ı kadîmin o yüceler yücesi üslûbunda, gerekse onun  bereketli ikliminde oluşan İslam kültüründe, ahlak-ı hasene misaller ve temsiller yoluyla anlatılmış. Böylece hem güzel ahlakta gayenin ne olduğu gösterilmiş hem de hikayelerde anlatılan şahısların benzerlerine, okuyucunun kendi asrında ulaşıp öyle zatlara yoldaş olması teklif ve teşvik edilmiştir.

İnsan ahlakının ulaşabileceği en kâmil nokta olan Efendimiz  (s.a.v) mü’minin beraberinde ve hizmetinde bulunduğu insanların, salihlerden olmasının ehemmiyetine şöylece dikkatlerimizi çekmektedir: “Herkes dostunun dini üzerinedir. Bir kimsenin ne olduğu bilinmek istenilirse, dostuna bakılsın.”

Asırlara ahlak dersi veren Gülistan müellifi Şirazî de adetâ bu hadis-i şerifi şerh edercesine diyor ki: Lût peygamberin oğlu, kötülerle arkadaş olduğundan onun izinden gitmedi ve peygamber ailesinden olma şerefini yitirdi. Ashâb-ı Kehf’in köpeği ise birkaç gün iyilerin ardına düştü ve insan gibi bir şeref kazandı.

“Her şeyin hayali insanı o şeye çeker. Bağ bahçe hayali insanı bağa bahçeye çeker, dükkan hayali dükkana.” diyor Mevlânâ ve devam ediyor; “Söz gerçeğin gölgesidir, parça-buçuğudur. Gölge insanı kendine çekerse gerçek haydi haydi çeker.”

Şimdi biz de elimizdeki yegâne servet olan anı değerlendirmek için bir an Efendimizin hayalini kuralım. Ve ümit edelim de onun hayali, bizi kendisine ve kendisinin çizdiği yüce ahlak yolunda gidenlere çeksin; her hareketinde bir nur ve her halinde bir edep numûnesi olan o zâta bizi teşvik ve terğib eylesin.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam,

Evde eşine yardım eden, elbise yamayıp ayakkabı tamir eden bir peygamber…

Mescidine bevleden bedevîyi sahabenin tarizinden kurtarıp ona nasihat etmekle yetinen,

Can çekişen bebeği kucağına alınca gözlerinden yaşlar boşanan,

Kendisine on yıl hizmet eden Enes bin Malik’e bir kez öf  bile demeyen,

Sofrada kalabalık artınca, dizlerinin üzerine çöküp ashabına yer açan,

Çocukların arasına karışıp onlarla şakalaşan, oyun oynayan,

Vefat ettiğinde ise borcuna karşılık zırhı bir Yahudi’de rehin kalmış bir peygamber…

Ve O’nun nurlu takipçileri…

Odasındaki Kur’an’a hürmetinden misafir kaldığı evde uzanıp yatamayacak ve Medine’de çalışan ustalarının çekiçlerine   – Ruhaniyet-i Rasûlullah’ı tedirgin etmekten edep ettiği için – keçe bağlatacak kadar rikkat sahibi insanlar…

Sözü Mevlâna Hazretlerine bırakalım:

“Yazıktır, denize varıp da bir katrecik su içmeyi yahut bir testi su almayı yeter bulmak. Denizden inciler, mücevherler, kuvvet, kudret veren yüz binlerce şeyler elde etmek varken, yalnız su alıp da götürmenin ne değeri var? Aklı olanlar bununla övünürler mi hiç?”

Cenâb-ı Hakk’a, sahilsiz bir umman olan habîbini bilen ve sünnet-i seniyyesini takip edenlerden olmak ve bu yolda olanlarla beraber olabilmek duasıyla.