İçeriğe geç
Anasayfa » VAHİY NURUNDA EMREDİLENE TALİP OLMAK*

VAHİY NURUNDA EMREDİLENE TALİP OLMAK*

Âlemlerin rabbi olan Allah’a 9, yevmü’l-haşri ve’l-karar gününe kadar, hamd ü senalar olsun ki bizleri yokluk âleminden varlık âlemine göndererek yokluk karanlığından varlık aydınlığına kavuşturmuştur.

Allah Teâlâ 9 Hazretleri bizleri varlık âlemine göndermeden önce dünyayı bizler için güzel bir misafirhane olarak hazırlamıştır. Aynı zamanda dünyayı bizler için ahiret âleminin kazanç yeri olan bir ticarethane kılmıştır.

Rabbimiz dünyanın üzerine kubbe misali bir çatı halk etmiştir. O çatıyı güneş, ay ve yıldızlarla süsleyerek dünyamızı aydınlatmıştır.

Rabbimiz bizleri dünya âlemine gönderirken her türlü aydınlıktan faydalanabilmemiz için bizlere görme kabiliyeti lütfetmiş ve gözlerimizi ihsan buyurmuştur.

Yeryüzünü kuşatan envâi çeşit sesleri duyabilmemiz için de duyma kabiliyetini ve kulaklarımızı lütfetmiştir.

Gıda maddelerinin tat ve lezzetlerini hissedebilmemiz için bizlere lezzet alma kabiliyetini ihsan buyurmuştur.

Rabbimiz soğuk ve sıcağı hissedip korunabilmemiz için de bizlere his ve duygular vermiştir.

Rabbimiz beslenerek vazifelerimizi yerine getirebilmemiz için vücudumuza gıdalara karşı cezbedici bir kuvvet ve cazibe vermiştir.

Rabbimiz bizlere yediğimiz nimetlerin midemizde tahlil ve tasnif edilerek kılcal damarlar vasıtasıyla vücudumuzun bütününe ulaşmasını sağlayacak kudret ve kuvvet vermiştir.

Rabbimiz tahlil ve tasnif neticesinde vücudumuzdan tahliye edilmesi gereken maddeleri vücudumuzdan defetme kabiliyet ve kuvvetini de bizlere ihsan buyurmuştur.

Rabbimiz bünyemizin sıhhat ve afiyet üzere varlığını devam ettirebilmesi için bizlere değişik şekillerde sayıp bitiremeyeceğimiz kuvvetler ve idrak kabiliyeti bahşetmiştir.

Rabbimiz bütün bu lütuflarının yanı sıra bizleri yarattığı bütün varlıkların üstüne yükseltmek için, bizlere şerefli bir akıl vermiştir.

Aklımızı kendi başımıza hakkıyla değerlendiremeyeceğimizi bilen Kâdir-i Mutlak ve Hâlik-i Zülcelâl olan Rabbimiz bizi acziyetimizle baş başa bırakmayarak kendisine muhatap kılmış; “Ey insan” diye hitap ederek bizleri hakka dâvet edip “Size verdiğim, sayamayacağınız kadar çok nimeti nefsinizin istek ve arzularına göre kullanırsanız yaratılış gayenize erişemezsiniz. Vadedilen makamlara yükselemezsiniz.” buyurmuştur. 

Bundan dolayı yokluk âleminden varlık âlemine gelip dünyaya gözümüzü açtığımız anı biraz olsun düşünmeliyiz. 

Biz nereden geldik?

Bizi bu âleme kim gönderdi?

Bizim başlangıcımız ne idi?

Dünyaya ne şekilde geldik?

Akıbetimiz ne olacak?

Bütün bunları düşünmeliyiz.

İnsan yavrusu olan bir bebeğin dünyaya gelişini fikir sahamızda biraz düşünelim. Bu yavru dünyaya geldiği anda melekler seviyesinden düşük fakat diğer bütün varlıklardan yüksek bir seviyededir. Âlem-i süflî denilen dünya, ulvî âlemin çok altındadır. Dolayısıyla dünyaya gelen bu yavrunun yönlendirilmeye ihtiyacı vardır. Bu yönlendirmenin şeklini beşerî akılla tespit etmemiz asla mümkün değildir. Mümkün olamadığını öğrenmek için onun bir damla sudan nasıl şekillendiğini, nelerden, ne şekilde, nelere döndürüldüğünü düşünmek gerekir. Bu seyrin sırrını çözemeyen insan mutlak irade karşısında itaat etme mecburiyetinde olduğunu idrak eder. Bu yavrunun yaratılış ve şekillendirilmesini idrak edemeyen akıl; onun hayatının yönlendirilmesinin de beşerî akılla mümkün olmadığını kavrar.

Zaten yaratanı, yaratılanı düşünemeyen ve nasıl yaratıldığını idrak edemeyenin yaratılanı yönlendirmesi asla mümkün değildir. Akıl, fikir ve körleşmeyen vicdanlar bu hususta ittifak içindedir.

***

Muhakkak ki insanoğlu akıl ve nefis sahibi olan bir varlıktır. Meleklerin ise nefisleri yoktur. Melekler nefisleri olmadığı için kendilerini yaratanın dışında bir yönlendiricinin varlığını asla düşünemezler.

Nefis daima yaratıldığı temel maddeler olan ateş, su, hava ve toprağın özelliklerine meyyaldir. Yaratılış maddelerine yönelen nefislerin bazıları hava maddesine doğru meylederek heva ve hevesin esiri olup onlara kulluk eder.

Kimi nefis suya meyleder, o da saman çöpünün suda akıp gittiği gibi hayat akımlarına kapılarak sürüklenip gider.

Kimi nefis ateşe meyyal olarak zalimleşir. Tıpkı vahşi canavarlar gibi etrafına zarar verir. İnsanlara eziyet etmekten etrafını yakıp yıkmaktan zevk alır. İstediğini elde ettikçe de zalimleşip gaddarlaşır.     

Kimi nefis ise toprağa meyleder. Kalbini dünya sevgisi doldurur. Her şeyi sadece dünya olarak görür ve bilir. Dünya peşinde koşarken yaratılış gayesini ve ahireti unutur. Böylece korkunç bir felâkete sürüklenen nefis her türlü hile, yalan ve sahtekarlığı dünyayı elde etmek için hiç utanmadan kullanır.

Yaratıcı olan Allah Zülcelâl, aslî maddelerine meyleden nefsi insan seviyesinde birleştirmek yani Hakka yöneltmek üzere rasûller, nebiler ve kitaplar göndermiştir. Bu vesile ile nefisleri aslî maddelerinin bazısına veya bütününe esir olanlara kurtuluş yollarını gösterir.

Rabbimiz kullarını kurtuluşa erdirmek için güneş veya benzeri aydınlatıcı maddelerden daha güzel ve parlak olan kitaplar göndermiştir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de “Sizi kurtuluşa erdirecek olan nur gönderdim.”[1] buyurarak hem dünyamızı hem de ahiretimizi aydınlatacak olan Kur’an-ı Kerim’i gönderdiğini bizlere haber vermektedir.

Bakınız; güneş bir tarafı aydınlatırken, diğer taraflar karanlıkta kalır. Dünyayı aydınlatan güneş, ay ve yıldızlar da fâni olup bir gün yok olacaklardır. Dolayısıyla fani olana talip olursak istikbalî hayatımız kapkaranlık zulmet âlemine dönüşür.

Rasûlullah (sav.) vasıtasıyla bizlere ulaşan vahyin nuru ise hem gönüllerimizi hem dünyamızı hem de aklımızı aydınlatan bir nur-i ilahîdir.

Vahyin nuruna, emredildiği şekilde, tâbî olup dünya ve ahiretin karanlıklarından kurtulmayı Allah Teâlâ 9 Hazretleri cümlemize nasip buyursun.

Allah’ın 9 selâmı, rahmet ve bereketi kurtuluş yolunda yürüyenler üzerine olsun.

Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a 9 mahsustur.


* 14.09.2009 tarihli bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılardan on beşincisidir.

[1] Bkz. Nisâ, 4/174; Şûrâ, 42/52.