İçeriğe geç
Anasayfa » … VE BİZLERİ RAMAZANA ULAŞTIR

… VE BİZLERİ RAMAZANA ULAŞTIR

Müslüman olmak ğayba iman etmektir. Ahiretin varlığından tutun da hemen yanı başımızda yer alan meleklere kadar hepsi bu iman maddesiyle ilişkilidir. Ğayba imanımız sebebiyledir ki zahiren herhangi bir farklılık hissedemediğimiz nice şeyler arasında bile üstünlüklerin var olduğuna inanırız. 

Kâbe-i Muazzama’yı çepeçevre kuşatan harem bölgesi mesela. Sınırları tayin edilmiş bu bölge içerisinde bazı şeyleri yapmanın sevab ve günahı hemen yarım metre ötesinden kat be kat daha fazla verilmektedir. Hâlbuki bu bir metrelik alanda ne taşların görüntüsü değişmekte ne de kumların miktarı. Demek ki taşların, kumların ötesinde görüp ayırt edemediğimiz başka hikmetler gizli…

Şaban ayını Ramazan-ı Şerif’e bağlayan akşam ezanıyla birlikte nice şeylerin değişmesi de bu hakikatin bir başka tezahürü.

Bütün bunlar ancak ğayba iman edenlerin kabullenebilecekleri şeylerden…

***

Bu yazımızda bizlere ğaybdan haber veren Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) hadîs-i şerîflerine kulak verecek, Ramazan-ı Şerif’i hemen bir gün öncesinden ve sonrasından farklı kılan güzelliklere işaret edeceğiz. Bu ayda yapmamız gerekenlerden ve elde edebileceğimiz mükâfatlardan bahsedeceğiz.

Buyurun birlikte okuyalım:

اللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبَ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ

“Allah’ım!

Receb ve Şaban ayını bizler için bereketli eyle.

Ve bizleri Ramazan’a ulaştır.” [1]

Ramazan-ı Şerif, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) iki ay öncesinden kavuşmayı temenni ettiği bir ibadet ve mağfiret ayıdır.

Bu rahmet ve bereket ayı sahip olduğu meziyetler sebebiyle diğer aylara üstün kılınmış ve on bir ayın sultanı olarak zikredile gelmiştir:

“Sizlere Ramazan ayı, bereket ayı geldi. Allah Teâlâ bu ayda sizi (rahmetiyle) kuşatır. Bu ayda rahmet iner, günahlar dökülür. Bu ayda Allah Teâlâ, duaları kabul buyurur. Rabbiniz sizin (hayırlı amellerde) birbirinizle yarışmanıza bakar ve sizinle meleklere karşı öğünür.”[2]

“Ramazan ayı geldi mi cennetin kapıları açılır ve cehennemin kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur.”[3]

ON BİR AYIN SULTANI

Ramazan ayına bu saltanatı kazandıran en mühim hadise insanlığa gönderilmiş son hidayet rehberi Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda indirilmeye başlamasıdır. 

Bakara Sûresi’nin 185. âyet-i kerîmesi Ramazan ayının bu özelliğine dikkatlerimizi çekmektedir:

“Ramazan ayı; insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’an’ın indirildiği aydır.”

İLK VAZİFEMİZ ORUÇ

Ramazan-ı Şerif’teki ilk vazifemiz hiç şüphe yok ki oruç tutmak olacaktır. Bizleri müttakîler zümresine yükseltecek olan oruç, Kur’ân-ı Kerîm’deki ifadesiyle önceki ümmetlere olduğu gibi bizlere de farz kılınmış bir ibadettir:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız/müttakilerden olabilmeniz için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.”[4]

İmsak vaktinden başlayarak akşam ezanına kadar bir takım nefsânî arzulardan kendimizi uzak tutmak manasındaki oruç, beraberinde getirdiği sahur ve iftarlarla da bizlere ayrı bir bereket mevsimi yaşatmaktadır.

SAHUR

Gecenin sonuna doğru oluşturulması tavsiye edilen[5] bu bereket sofrası Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v) tarafından şöylece teşvik edilmiştir:

“Gündüzün orucuna sahur yemeği ile yardımcı olunuz.”[6]

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in, sahuru tavsiye mahiyetindeki şu hadîs-i şerîflerini de Ramazan-ı Şerif boyunca aklımızdan çıkartmamalıyız:

“Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahurda bereket vardır.”[7]

“Sahur her şeyiyle berekettir. Bir yudum su ile de olsa sahur yapınız. Sizden kimse onu terk etmesin. Şüphesiz sahur yemeği yiyenlere; Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ rahmet, melekleri de dua ederler.”[8]

SAHURDA MİSAFİR

Âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz’in bir sünnet-i seniyesi de sahur yemeği için misafir ağırlamaktır.

Sahâbe-i kirâmdan İrbâb b. Sâriye (r.a) anlatıyor:

Ramazan ayında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz beni sahura davet etmiş ve şöyle buyurmuştu:

“Haydi, mübarek olan şu sahur yemeğine gel.”[9]

SAHURU TEHECCÜDLE TACLANDIRMAK

Sahur yemeğinin bizler için bir bereketi de sâir zamanlarda çoğumuzun ihmal ettiği teheccüd namazını kılmak olacaktır. Yatsı namazının ardından bir miktar uyuduktan sonra kalkıp ikişer rekâtlı kılabileceğimiz teheccüd namazı Fahr-i Kâinat Efendimiz’in tabiriyle “Farzdan sonra kılınan en faziletli namaz”dır.[10]

Yeri gelmişken bu saatlerde yapılacak dualarımızın reddedilmeyeceğiyle alakalı şu hadîs-i şerîfi de hatırlayalım:

“Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri olunca ‘Kim bana dua ediyor ona icâbet edeyim, kim benden bir şey istiyor ona vereyim, kim istiğfarda bulunuyor onu mağfiret edeyim.’ buyurur.”[11] 

İFTAR

Ramazan ayında kurulan ikinci bereket sofrası iftar anındakidir. Bu sofranın bereketinden istifade edebilmemiz için Fahr-i Cihan (s.a.v) Efendimiz’in tavsiye buyurduğu üzere iftarı geciktirmemeliyiz:

“İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri sürece, hayır içinde kalmaya devam edeceklerdir.”[12]

İftarda ihmalkâr davranmayanlar hakkındaki bir müjdeyi de Efendimiz’in naklettikleri bir hadis-i kudsîden öğreniyoruz:

“Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ buyurur ki:

Kullarım arasında en sevdiğim kimse iftar etmekte elini daha çabuk tutandır.”[13]

***

Ramazan-ı Şerif’in cemiyetimize kazandırdığı en güzel hasletlerden biri de ikram edebilme ve soframızda misafir bulundurabilme alışkanlığıdır. Bu hususla alâkalı pek çok teşvik, hadîs-i şerîflere mevzu olmuştur. Bir ikisini hatırlayarak Ramazan ayına özel diğer bir ibadete, teravih namazına temas edelim.

Hz. Selman (r.a), Rasûl-i Ekrem Efendimiz’den (s.a.v) naklediyor:

“Bu ayda (Ramazan ayında) bir oruçluya iftar ettirmek, (ettirenin) günahları için bir mağfiret olur. Cehennem ateşinden de azad olur. Oruç tutanın ecrinden bir şey eksilmeksizin, ona da onun gibi ecir verilir.” Ashâb-ı kirâm, “Hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek şey bulamıyoruz.” deyince, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Bir oruçluya bir hurma ile yahut bir yudum su ile ya da su katılmış bir miktar süt ile oruç açtırana da Allah Teâlâ bu sevabı verir.”[14]

Bir hurma veya bir yudum su her halükârda soframızda bulunması teşvik edilen şeylerdir. İftarımıza bu iki şeyden biriyle başlamamız bizlere bizzat Peygamberimiz’in tavsiyesidir:

“Sizden herhangi biriniz iftar edeceği zaman orucunu hurma ile açsın, çünkü o berekettir. Eğer hurma bulamazsa su ile iftar etsin, zira o temizdir.”[15]

TERAVİH NAMAZI

Rasûlullah Efendimiz’den (s.a.v) biz ümmetine Ramazan-ı Şerif içinde miras olan en önemli şeylerden biri Teravih namazıdır. Teravihle ilk tanışmamız Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), bir Ramazan gecesi Mescid-i Nebî’de kıldırdıkları namaz vesilesiyle oluyor. Bu namazın haberi kısa sürede Rasûlullah’ı (s.a.v) üsve-i hasene / en güzel örnek olarak tanıyıp kabul eden ashâb-ı kirâm arasında yayılır. İkinci gece ashab önceki geceden daha kalabalık bir şekilde mescide toplanır. Ve Peygamber Efendimiz onlara yine teravih namazı kıldırır. Bu hadiseyi duyan ashab üçüncü gece mescidi daha fazla doldururlar. Dördüncü gece olduğunda ise sahabe kiram efendilerimiz mescide sığmaz olmuştu. Fakat Sevgili Peygamberimiz bu gece onların yanına çıkıp teravih kıldırmaz. Sabah namazı akabinde ise mescide çıkmama sebebini şu ifadelerle ashabına anlatır:

“Malumunuz olsun ki; (dün gece size namaz kıldırmam için mescitte) beklediğinizden habersiz değilim. Beni, sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan şey (bu namazı size kıldırmaya devam etmem halinde) onun size farz kılınması ve sizin de onu eda etmekten acze düşmeniz ve günaha girmeniz hakkındaki korkumdur.”[16]

Bu geceden sonra ashâb-ı kirâm, teravih namazlarını evlerinde yahut mescitte fakat yalnız başlarına kılmaya devam ettiler. Ta ki; hilafeti döneminde Hz. Ömer’in (r.a), imam tayin ederek bu namazı mescitte cemaatle kıldırmaya başlamasına dek. Hz. Ömer (r.a) Efendimiz teravih namazı için iki imam tayin etmiş ve bir ayda Kur’ân-ı Kerîm’in bütünü bitecek şekilde yani günümüz tabiriyle hatimle namaz kıldırılmasını emretmiştir.

Bizlere düşen vazife de Rasûlullah Efendimiz’in bizzat fiilî ve kavlî sünnetleriyle ümmetine öğrettiği ve sahâbe-i kirâm efendilerimizin hassasiyetle devam ettikleri bu namazı ihmal etmemek ve Rasûlullah’ın (s.a.v) hadîs-i şerîflerindeki şu müjdeye nâil olmaktır:

“Şüphesiz Allah Teâlâ Ramazan orucunu size farz kıldı. Ben de sizin için onda namaz kılmayı sünnet kıldım. Kim inanarak ve mükâfatını ümid ederek bu ayın orucunu tutar, namazını kılarsa annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından sıyrılır çıkar.”[17]

KUR’AN-I KERİM OKUMAK

Ramazan ayının en önemli özelliği, içerisinde Kur’ân-ı Kerîm’in inmeye başlaması olunca ihmal edilmemesi gereken bir ibadet de hiç şüphesiz Kur’an tilâveti oluyor. Bu ayda Rabbimizin kelâmı, biz Müslümanların hidayet rehberi Kur’ân-ı Kerîm’le irtibatımızı biraz daha sağlamlaştırmalı ve onu okumak, dinlemek, anlamaya çalışmak ve bilmeyenlere öğretmek sûretiyle vazifelerimizi yerine getirmeye çaba göstermeliyiz. Camilerimizde asırlardır yaygın bir şekilde devam edegelen mukabelelere iştirak etmeli, hem günahlarla dolmuş olan kulaklarımızı ilâhî seda ile temizlemeli hem de Rasûlullah Efendimiz’in, Ramazan aylarında Cebrâil (a.s) ile gerçekleştirdikleri mukabele (karşılıklı okuma) sünnetinin izinden gittiğimizi bilmeliyiz.

İbn Abbas’ın (r.anhüma) anlattığına göre Peygamber Efendimiz (s.a.v), Ramazan çıkıncaya kadar her gece Cebrâil’le (a.s) buluşur ve ona Kur’ân-ı Kerîm’i arz eder, okurdu.[18]

SADAKA VERMEK

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, Cebrâil’le bu buluşmaları neticesinde ashâb-ı kirâm hazeratının gözünden kaçmayan bir şey de Peygamberimiz’in cömertliğindeki artış idi. Abdullah ibn Abbas (r. anhüma) Hazretlerinden az önce naklettiğimiz hadîs-i şerîfin geri kalan kısmında şöyle buyruluyor:

“Rasûlullah (s.a.v) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman ise Ramazan ayı idi. … Cebrâil kendisiyle buluştuğu zaman o, esen yelden bile daha cömert olurdu.”

Ramazan-ı Şerif’ten amel defterlerimiz dolu bir halde, ahiret azığımız hazırlanmış bir şekilde ayrılmak istiyorsak bizler de bu ayda cömertliğimizi hissedelim ve yakınımızdaki insanların da hissetmelerini sağlayalım. Elimizdekileri ihtiyaçlılara, akrabalarımıza, sevdiklerimize verirken Hz. Aişe validemizle Rasûlullah Efendimiz arasındaki şu konuşma da kulağımızda çınlasın:

“Bir defasında bir koyun kesilmişti. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) geldiğinde koyundan bir şey kalıp kalmadığını sordu. Ben de cevaben “Sadece bir kürek kemiği kaldı, gerisini sadaka olarak verdik.” dedim. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Desene bir kürek kemiği gitti de gerisi bize kaldı.”[19]

NELER KAZANACAĞIZ?

Ramazan-ı Şerif’e evvela teravih namazıyla merhaba diyeceğiz. Ve Efendimiz’in sünneti olan bu namazı son güne kadar kılmaya niyet edeceğiz. İnşaallah Ramazan’dan ayrılırken annemizin karnından doğduğumuz günkü gibi günahlarımızdan sıyrılmış olacağız.

O gece evimize gelip bir miktar istirahat ettikten sonra Peygamberimiz’in tavsiyesini dikkate alarak gecenin sonuna doğru sahura kalkacağız. Bir fırsatını bulup en faziletli nafile namazımız olan teheccüd namazını kılacağız. Ve evimize, zamanımıza, hayatımıza bereket kazandıracak olan sahur soframıza oturacağız. Ardından sabah namazına camiye gidip bize yirmi yedi kat daha fazla sevap kazandıracak cemaate iştirak edeceğiz. İmkânımız varsa işrak vaktine kadar zikirle, tesbihle, tefekkürle en güzeli de efdalü’z-zikr olan Kur’ân-ı Kerîm tilavetiyle meşgul olacak, belki bir mukabeleye iştirak edecek ve ardından iki rekât namaz kılarak kabul edilmiş hac ve umre sevabına nâil olacağız.

Gün içerisinde gıybetten, yalandan, kötü sözler söylemekten… her türlü dil afetinden; hasedden, kıskançlıktan, kibirden… her türlü kalb afetinden… harama bakmak, haramı dinlemek gibi göz ve kulak afetlerinden uzak kalarak orucumuzu tam manasıyla tutacak ve Peygamberimiz’in “Nice oruçlular vardır ki; oruçlarından sadece bir açlık kalmıştır.”[20] hadîs-i şerîfinde bildirilen mahrumlardan olmayacağız.

Elimizden geldiğince etrafımızdakilere ikramda bulunacağız, sadakayı hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak hissedeceğiz. Yanımızda, vereceğimiz hiçbir şeyin bulunmadığı anlarda, “Kardeşine tebessümle bakman sadakadır.”[21], “Güzel söz sadakadır.”[22] hadîs-i şerîflerini hatırlayacak ve o anımızı sadakasız geçirmemenin derdinde olacağız.

İftar soframızda misafirlerimizle birlikte olacağız. Yemeğimize hurma ile o yoksa bir yudum suyla başlayacak ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bir sünnetini yerine getirmenin huzurunu hissedeceğiz.

Yorulduğumuz, tembelleşmeye başladığımız her anda “Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen Kadir gecesi acaba bu gece mi?” diye soracak ve “Neden olmasın.” cevabıyla aşkla yeniden kendimize geleceğiz.  

En önemlisi şeytanların zincire vurulduğu bu ayda kendimize çekilme imkânı bulacak ve kendimizi, nefsimizi tanıma fırsatını elde etmiş olacağız. Belki de sair zamanlarda şeytanı bahane ederek düştüğümüz hatalarda aslında onun bir dahli olmadığının farkına varıp hayrete düşeceğiz.

Ya bunları yapamazsak, günahlarımızdan sıyrılıp, anadan doğduğumuz gibi tertemiz bir şekilde bu rahmet, mağfiret ve cehennem azabından kurtulma mevsimine elveda diyemezsek halimiz nice olacak?

YA KAYBEDERSEK!

Bu bereketli aydan, kendisine sunulan bütün ikramları reddedercesine eli boş ayrılanlar sadece birtakım ihsanları terk etmiş olmayacak; Ramazan’ın akabindeki günlerde Rabbimizin rahmetinden de mahrum olarak hayatlarını devam ettireceklerdir. Âlemlere rahmet olan Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, ashabıyla paylaştığı şu hakikatleri Ramazan-ı Şerif boyunca zihnimizden bir an olsun çıkarmayalım… Aksi halde bilelim ki; kazanmayı ümid ederek girdiğimiz Ramazan’dan büyük kayıplarla ayrılacağız.

Kâ’b bin Ucre (r.a) rivayet ediyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, bizden, minbere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önünde topluca oturduk. Bir basamak çıktı: “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Minberden indiğinde:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bugün biz, sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik.” dedik.

Bunun üzerine buyurdu ki:

“Minberde iken Cebrâîl geldi. Bana birinci basamakta iken:

Ramazan-ı Şerîf’e eriştiği halde mağfiret olunmayan kimse (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.

İkinci basamağa çıktığımda:

“Yanında senin adın söylendiği halde sana salât ve selâm getirmeyen (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.

Sonra üçüncü basamağa çıktığımda:

“Ana babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişi (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.”[23]

***

Başında rahmet-i İlâhiyi hissettiğimiz, ortasında Rabbimizin mağfiretine nâil olduğumuz ve sonunda Cehennem azabından azad müjdesini aldığımız bir Ramazan-ı Şerif geçirebilmemiz niyazıyla…


[1] Taberânî, el-Muʿcemü’l-Evsaṭ, nşr. Târık b. Avazullah – Abdülmuhsin el-Hüseynî, Kahire 1415/1995, c.4, 189.

[2] Heysemî, Mecmâü’z-Zevâid, nrş. Hüsameddin Kudsî, Kahire ts. c.3, 142.

[3] Buhari, Savm, 8.

[4] Bakara, 2/183.

[5] “Üç şeyi Allah Teâlâ sever: İftar ederken acele etmek, sahuru geciktirmek, namazda ellerin birini diğerinin üstüne koymak.” (Taberânî, Kebîr, nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî, Kahire, ts. c.22, 263).

[6] İbn Mâce, Sıyam, 55.

[7] Buhari, Savm, 32.

[8] Ahmed, Müsned, c. 3, 12.

[9] Ebu Davud, Savm, 31.

[10] Müslim, Sıyam, 202.

[11] Buhârî, Teheccüd, 14.

[12] Buhari, Savm, 45.

[13] Tirmizî, Savm, 13.

[14] İbn Hüzeyme, Sahîh, nşr. M. Mustafa el-A‘zamî, Beyrut 1395/1975, c.3, 191.

[15] Ebu Davûd, Savm, 21.

[16] Buhari, Teravih, 1.

[17] Nesaî, Sıyam, 39.

[18] Buhari, Bed’ül-vahy, 5, Savm, 7.

[19] Tirmizî, Kıyâme, 33.

[20] İbn Mâce, Sıyam, 21.

[21] Tirmizî, Birr, 3.

[22] Buhari, Edeb, 34.

[23] Hâkim, Müstedrek, Birr ve Sıla, 17.