İçeriğe geç
Anasayfa » … VE BİZLERİ RAMAZAN’A ULAŞTIR

… VE BİZLERİ RAMAZAN’A ULAŞTIR

Ramazan-ı Şerif, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in iki ay öncesinden dualarında kavuşmayı temenni ettiği bir ibadet ayı, bir mağfiret ayıdır.[1]

Kâbe-i Mükerreme’nin, Mescid-i Nebevî’nin ve Beytü’l-Makdis’in sâir mekânlara üstünlüğü gibi bu rahmet ve bereket ayı da sahip olduğu bir takım hususiyetler sebebiyle diğer aylara üstün kılınmış ve on bir ayın sultanı olarak zikredilegelmiştir. 

NEDEN ON BİR AYIN SULTANI?

Ramazan ayına bu saltanatı kazandıran en mühim hadise insanlığa gönderilmiş olan son hidayet rehberi Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlamasıdır.

Bakara Sûresi’nin 185. ayet-i kerimesi Ramazan ayının bu özelliğine dikkatlerimizi çekmektedir:

“Ramazan ayı; insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’an’ın indirildiği aydır.”

Ramazan ayını farklı kılan diğer bazı sebepleri de bizlere Efendimiz (s.a.v) haber vermektedir:

Ubâde ibn Sâmit (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’ın Ramazan ayı geldiğinde şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

“Size Ramazan ayı, bereket ayı geldi. Allah Teâlâ bu ayda sizi (rahmetiyle) kuşatır. Bu ayda rahmet iner, günahlar dökülür. Bu ayda Allah Teâlâ duaları kabul buyurur. Rabbiniz sizin (hayırlı amellerde) birbirinizle yarışmanıza bakar ve sizinle meleklere karşı öğünür.”[2]

“Ramazan ayı geldi mi cennetin kapıları açılır ve cehennemin kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur.”[3] 

BU AYDA NELER YAPACAĞIZ?

Ramazan-ı Şerif’te yerine getirmemiz gereken ilk vazifemiz hiç şüphe yok ki oruç tutmaktır. Bizleri takva ehli insanlar arasına katacak olan oruç Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle önceki ümmetlere olduğu gibi bizlere de farz kılınmış bir ibadettir:

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki; bu sâyede takvaya erersiniz.”[4]

İmsak vaktinden başlayarak akşam ezanına kadar bir takım nefsânî arzulardan kendimizi uzak tutmak manasına gelen oruç ibadeti beraberinde getirdiği sahur ve iftarlarla da bizlere ayrı bir bereket mevsimi yaşatmaktadır.

SAHUR

Gecenin sonuna doğru[5] uykudan kalkılarak bir şeyler yemek manasına gelen sahur Peygamberimiz Efendimiz tarafından biz ümmetine tavsiye edilmiş bir bereket sofrasıdır. Rasûlullah Efendimiz “Gündüzün orucuna karşı seher vakti yediğiniz yemekten yararlanınız.”[6] buyurarak sahur yemeğinin uzun günlerde oruç tutacak bizler için bir yardımcı olduğuna da işaret etmektedir.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin sahuru teşvik mahiyetindeki şu hadis-i şerifleri de Ramazan-ı Şerif içerisinde daima hatırlayacağımız ve çevremizle paylaşacağımız hakikatlerdendir:

“Sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahurda bereket vardır.”[7]

“Sahur her şeyiyle berekettir. Bir yudum su ile de olsa sahur yapınız. Sizden kimse onu terk etmesin. Şüphesiz sahur yemeği yiyenlere; Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ rahmet, melekleri de dua ederler.”[8]

Sahur yemeklerimizde misafir bulundurmak da âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz’in bir sünnet-i seniyesidir.

Sahabe-i Kiram’dan İrbâb b. Sâriye (r.a) anlatıyor:

Ramazan ayında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz beni sahura davet etmiş ve şöyle buyurmuştu:

“Haydi, mübarek olan şu sahur yemeğine gel.”[9]

Sahur yemeğinin bizler için bir bereketi de sâir zamanlarda yerine getirmekte tembel davrandığımız teheccüd namazını kılmak olacaktır. Yatsı namazının ardından bir miktar uyuyup uyandıktan sonra –yani sahur vaktinde- ikişer rekâtlı kılabileceğimiz teheccüd namazı Fahr-i Kâinat Efendimizin tabiriyle “Farzdan sonra kılınan en faziletli namaz”dır.[10]

İFTAR

Ramazan ayında kurulan bereket kaynağı ikinci sofra ise iftar vaktinde kurulan sofradır. Bu sofranın bereketinden istifade edebilmemiz için Fahr-i Cihan (s.a.v) Efendimizin tavsiye buyurduğu üzere iftarı geciktirmemeliyiz:

“İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri sürece, hayır içinde kalmaya devam edeceklerdir.”[11]

İftarda ihmalkâr davranmayanlar hakkındaki bir müjdeyi de Efendimizin naklettikleri bir hadis-i kudsîden öğreniyoruz:

“Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ buyurur ki:

Kullarım arasında en sevdiğim kimse iftar etmekte elini daha çabuk tutandır.”[12]

Ramazan-ı Şerif’in Müslüman cemiyete kazandırdığı en güzel hasletlerden biri de ikram edebilme ve soframızda misafir bulundurabilme alışkanlığıdır. Bu hususla alâkalı pek çok teşvik, hadis-i şeriflere mevzu olmuştur. Bir ikisini hatırlayarak Ramazan ayına özel diğer bir ibadete, teravih namazına temas edelim.

Hz. Selman (r.a) Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’den naklediyor:

“Bu ayda (Ramazan ayında) bir oruçluya iftar ettirmek (ettirenin) günahları için bir mağfiret olur. Cehennem ateşinden de azad olur. Oruç tutanın ecrinden bir şey eksilmeksizin, ona da onun gibi ecir verilir.” Ashab-ı Kiram, “Hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek şey bulamıyoruz.” deyince, Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurdular:

“Bir oruçluya bir hurma ile yahut bir yudum su ile ya da su katılmış bir miktar süt ile oruç açtırana da Allah Teâlâ bu sevabı verir.”[13]

Bir hurma veya bir yudum su her halükârda soframızda bulunması teşvik edilen şeylerdir. İftarımıza bu iki şeyden biriyle başlamamız bizlere bizzat Peygamberimizin tavsiyesidir:

“Sizden herhangi biriniz iftar edeceği zaman orucunu hurma ile açsın, çünkü o berekettir. Eğer hurma bulamazsa su ile iftar etsin, zira o temizdir.”[14] 

TERAVİH NAMAZI

Rasûlullah Efendimizden biz ümmetine Ramazan-ı Şerif içinde miras olan şeylerin en önemlilerinden biri de bu ayın gecelerinde kılacak olduğumuz Teravih namazıdır. Teravihle ilk tanışmamız Rasûlullah Efendimizin bir Ramazan gecesi Mescid-i Nebî’de kıldırdıkları namaz vesilesiyle oluyor. Bu namazın haberi kısa sürede Rasûlullah (s.a.v)’ı üsve-i hasene / en güzel örnek olarak tanıyıp kabul eden ashab-ı kiram arasında yayılır. İkinci gece ashab önceki geceden daha kalabalık bir şekilde mescide toplanır. Ve Peygamber Efendimiz onlara yine teravih namazı kıldırır. Bu hadiseyi duyan ashab üçüncü gece mescidi daha fazla doldururlar. Dördüncü gece olduğunda ise sahabe kiram efendilerimiz mescide sığmaz olmuştu. Fakat Peygamber Efendimiz bu gece onların yanına çıkıp teravih kıldırmadı. Sabah namazı akabinde ise mescide çıkmama sebebini şu ifadelerle ashabına anlattı:

“Malumunuz olsun ki; (dün gece size teravih kıldırmam için mescitte) beklediğinizden habersiz değilim. Beni, sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan şey (bu namazı size kıldırmaya devam etmem halinde) onun size farz kılınması ve sizin de onu eda etmekten acze düşmeniz ve günaha girmeniz hakkındaki korkumdur.”[15]

Bu geceden sonra ashab-ı kiram teravih namazlarını evlerinde yahut mescitte fakat yalnız başlarına kılmaya devam ettiler. Ta ki; hilafeti döneminde Hz. Ömer (r.a)’in imam tayin ederek bu namazı mescitte cemaatle kıldırmaya başlamasına dek. Hz. Ömer (r.a) Efendimiz teravih namazı için iki imam tayin etmiş ve bir ayda Kur’an-ı Kerim’in bütünü bitecek şekilde yani günümüz tabiriyle hatimle namaz kıldırılmasını emretmiştir.

Bizlere düşen vazife de Rasûlullah Efendimiz’in bizzat fiilî ve kavlî sünnetleriyle bizlere öğrettiği ve sahabe-i kiram efendilerimizin hassasiyetle devam ettikleri bu namazı ihmal etmemek ve Rasûlullah (s.a.v)’ın hadis-i şeriflerindeki şu müjdeye nâil olmaktır:

“Şüphesiz Allah Teâlâ Ramazan orucunu size farz kıldı. Ben de sizin için onda namaz kılmayı sünnet kıldım. Kim inanarak ve mükâfatını ümid ederek bu ayın orucunu tutar, namazını kılarsa annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahlarından sıyrılır çıkar.”[16]

KUR’AN-I KERİM OKUMAK

Ramazan ayının en önemli özelliği içerisinde Kur’an-ı Kerim’in inmeye başlaması olunca ihmal edilmemesi gereken bir ibadet de hiç şüphesiz Kur’an tilâveti oluyor. Bu ayda Rabbimizin kelâmı, biz Müslümanların hidayet rehberi Kur’an-ı Kerim’le irtibatımızı biraz daha sağlamlaştırmalı ve onu okumak, dinlemek, anlamaya çalışmak ve bilmeyenlere öğretmek sûretiyle vazifelerimizi yerine getirmeye çaba göstermeliyiz. Ülkemizde yaygın olan mukabelelere iştirak etmeli, hem günahlarla dolmuş olan kulaklarımızı ilâhî seda ile temizlemeli hem de Rasûlullah Efendimizin Ramazan aylarında Cebrâil (a.s) ile gerçekleştirdikleri mukabele (karşılıklı okuma) sünnetinin izinden gittiğimizi bilmeliyiz.

İbn Abbas (r.anhüma)’ın anlattığına göre Rasûlullah Efendimiz Ramazan çıkıncaya kadar Cebrâil (a.s) her gece onunla buluşur ve Rasûlullah (s.a.v) da ona Kur’an-ı Kerim’i arz eder, okurdu.[17]

SADAKA VERMEK

Rasûlullah Efendimiz’in Cebrâil’le bu buluşmaları neticesinde ashab-ı kiram hazeratının gözünden kaçmayan bir şey de Peygamberimizin cömertliğindeki artış idi. Abdullah İbn Abbas (r. anhüma) Hazretlerinden az evvel naklettiğimiz hadis-i şerifin geri kalan kısmında şöyle buyruluyor:

“Rasûlullah (s.a.v) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman ise Ramazan ayı idi. … Cebrâil kendisiyle buluştuğu zaman o, esen yelden daha cömert olurdu.”

Ramazan-ı Şerif’ten amel defterlerimiz dolu bir halde, ahiret azığımız hazırlanmış bir şekilde ayrılmak istiyorsak bizler de bu ayda cömertliğimizi hissedelim ve yakınımızdaki insanların da hissetmelerini sağlayalım. Elimizdekileri ihtiyaçlılara, akrabalarımıza, sevdiklerimize verirken Hz. Aişe validemizin şu ifadelerini de kulağımızda hissedelim:

“Bir defasında bir koyun kesilmişti. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) geldiğinde koyundan bir şey kalıp kalmadığını sordu. Ben de cevaben “Bir budu kaldı, gerisini sadaka olarak verdik.” dedim. Rasûlullah şöyle buyurdular:

“Desene bir budu gitti, gerisi kaldı.”

NELER KAZANACAĞIZ?

Ramazan-ı Şerife evvela teravih namazıyla merhaba diyeceğiz. Ve Efendimizin sünneti olan bu namazı son güne kadar kılmaya niyet edeceğiz. İnşaallah Ramazan’dan ayrılırken annemizin karnından doğduğumuz günkü gibi günahlarımızdan sıyrılmış olacağız.

O gece evimize gelip bir miktar istirahat ettikten sonra Peygamberimizin tavsiyesini dikkate alarak gecenin sonuna doğru sahura kalkacağız. Bir fırsatını bulup en faziletli nafile namazımız olan teheccüd namazını kılacağız. Ve evimize, zamanımıza, hayatımıza bereket kazandıracak olan sahur soframıza oturacağız. Ardından sabah namazına camiye gidip bize yirmi yedi kat daha fazla sevap kazandıracak cemaate iştirak edeceğiz. İmkânımız varsa işrak vaktine kadar zikirle, tesbihle, tefekkürle en güzeli de efdalü’z-zikr olan Kur’an-ı Kerim tilavetiyle meşgul olacak, belki bir mukabeleye iştirak edecek ve ardından iki rekât namaz kılarak kabul edilmiş hac ve umre sevabına nail olacağız.

Gün içerisinde gıybetten, yalandan, kötü sözler söylemekten… her türlü dil afetinden; hasedden, kıskançlıktan, kibirden… her türlü kalb afetinden… harama bakmak, haramı dinlemek gibi göz ve kulak afetlerinden uzak kalarak orucumuzu tam manasıyla tutacak ve Peygamberimizin “Nice oruçlular vardır ki; oruçlarından sadece bir açlık kalmıştır.” hadis-i şerifinde bildirilen mahrumlardan olmayacağız.

Elimizden geldiğince etrafımızdakilere ikramda bulunacağız, sadakayı hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak hissedeceğiz. Yanımızda, vereceğimiz hiçbir şeyin bulunmadığı anlarda, “Tebessüm sadakadır.”, “Güzel söz sadakadır.” hadis-i şeriflerini hatırlayacak ve o anımızı sadakasız geçirmemenin derdinde olacağız.

İftar soframızda misafirlerimizle birlikte olacağız. Yemeğimize hurma ile o yoksa bir yudum suyla başlayacak ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin bir sünnetini yerine getirmenin huzurunu hissedeceğiz.

Yorulduğumuz, tembelleşmeye başladığımız her anda “Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Kadir gecesi acaba bu gece mi?” diye soracak ve “Neden olmasın.” cevabıyla aşkla yeniden kendimize geleceğiz.

En önemlisi şeytanların zincire vurulduğu bu ayda kendimize çekilme imkânı bulacak ve kendimizi, nefsimizi tanıma fırsatını elde etmiş olacağız.

Ya bunları yapamazsak, günahlarımızdan sıyrılıp, anadan doğduğumuz gibi tertemiz bir şekilde bu rahmet, mağfiret ve cehennem azabından kurtulma mevsimine elveda diyemezsek halimiz nice olacak?

YA KAYBEDERSEK!

Bu bereketli aydan, kendisine sunulan bütün ikramları reddedercesine eli boş ayrılanlar sadece bir takım ihsanları terk etmiş olmayacak Ramazan’ın akabindeki günlerde Rabbimiz’in rahmetinden de mahrum olarak hayatlarını devam ettireceklerdir. Âlemlere rahmet olan Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ashabıyla paylaştığı şu hakikatleri Ramazan-ı Şerif boyunca zihnimizden bir an olsun çıkarmayalım… Aksi halde bilelim ki; kazanmayı ümid ederek girdiğimiz Ramazan’dan büyük kayıplarla ayrılacağız.

Kâ’b bin Ucre (r.a) rivayet ediyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, bizden, min-bere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önünde topluca oturduk. Bir basamak çıktı: “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Bir basamak daha çıktı. Yine “Amîn!” dedi. Minberden indiğinde:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bugün biz, sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik.” dedik.

Bunun üzerine buyurdu ki:

“Minberde iken Cebrâîl geldi. Bana birinci basamakta iken:

“Ramazan-ı Şerîf’e eriştiği halde mağfiret olunmayan kimse (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.

İkinci basamağa çıktığımda:

“Yanında senin adın söylendiği halde sana salât ve selâm getirmeyen  (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.

Sonra üçüncü basamağa çıktığımda:

“Ana babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de, cenneti kazanamayan kişi  (Allah’ın rahmetinden) uzak kalsın.” dedi.

Ben de: “Âmîn!” dedim.”

– – – – –

Başında rahmet-i İlâhiyi hissettiğimiz, ortasında Rabbimizin mağfiretine nâil olduğumuz ve sonunda Cehennem azabından azad müjdesini aldığımız bir Ramazan-ı Şerif geçirebilmemiz niyazıyla…

[1] “Allah’ım! Receb ve Şaban ayını bizler için bereketli eyle. Ve bizleri Ramazan’a ulaştır.” Hadis-i Şerif

[2] Heysemî, Mecmâü’z-Zevâid, c.3, 142.

[3] Buhari, c.6, 112.

[4] Bakara, 2/183.

[5] “Üç şeyi Allah Teâlâ sever: İftar ederken acele etmek, sahuru geciktirmek, namazda ellerin birini diğerinin üstüne koymak.” (Taberânî, Kebîr, c.22, 263).

[6] İbn Mâce, c.1, 540.

[7] Buhari, c.6, 139.

[8] Ahmed, Müsned, c. 3, 12.

[9] Ebu Davud, c.2, 303.

[10] Müslim, c.2, 821.

[11] Buhari, c.3, 198.

[12] Tirmizî, c.3, 74.

[13] İbn Hüzeyme, Sahîh, c.3, 191.

[14] Ebu Davûd, c.3, 410.

[15] Buhari, Teravih, 1. Müslim, Müsafirîn, 177.

[16] Nesaî, c.4, 158

[17] Buhari, c.7, 101.